Geçtiğimiz hafta ilginç siyasi gelgitlere sahne oldu. Topluca bakıldığında ilginç sonuçlar çıkarılabilir.
En güncel konu 2019 seçimlerinin siyasi/hukuki güvenliği. AKP bunu tahrip edecek önlemleri almakla meşgul. Siyasi partilerin ittifakına ilişkin yasa düzenlemeleri de aynı kapsamda; AKP'nin bu seçimleri de hanesine yazmanın hesapları üzerine kurgulanmış bir düzenleme.
Bunun nafile bir çaba olduğunu, raporun AKP grubuna teslim edilişini, mealen, "geldikleri gibi gittiler" şeklinde dalgasını geçerek yorumlayan RTE oldu. Kendi rejimini inşa etme yolunda hiçbir engel tanımayan bir anlayışın, hâlâ olağan bir siyasi rejim içinde yaşanıyormuşçasına, anamuhalefetin kendisine kendisi hakkında şikayetname sunmasını ciddiye alması beklenebilir miydi?
Herhalde raporu sunanlar da bunu beklemiyorlardı. Peki ama bu nafile çaba neden? Anamuhalefet, muhalefet etmesi gereken yerlerde ve zamanlarda görevini yapmamaktan dolayı oluşan siyasi sıkışmayı (Adalet Yürüyüşü örneğinde olduğu gibi) bir tür telafi düzeneğiyle aşmaya mı çalışıyordu? Türkiye'de hukuk güvenliği ve anayasal yargının sıkıştırılması konusunda gereken siyasi ve hukuki hamleler zamanında yapılmayınca, bugün artık "risale" yazmaktan başka çare bulunamamış da olabilir. OHAL koşulları altında 2017 Referandumunu birkaç cılız itiraza rağmen kabullenmek (ki hem başbakan Yıldırım hem de bakan Türkeş, Tayyip ayarı yemeden önce, bunun olamayacağını beyan etmişlerdi) veya tersinden söylenirse böylesine bir siyasi saldırıya karşı bütün siyasi eylem biçimlerini denememek nasıl bir siyaset biçimiydi? Peki KHK'ların anayasal süresi içinde Meclis gündemine getirilmeyişini sorun yapmamak, gerekirse Meclis kürsüsü önünde sabahlayarak bunların Meclis'te görüşülme baskısını kurmamak nasıl bir tarz-ı siyasetti?
***
İktidarın ne tür bir muhalefetten çekindiğinin başka örneklerini de gördük geçen hafta. Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesi konusundaki tepkinin parti ayırımı olmaksızın toplumsallaşması karşısında bazı geri adımlar atıldı ve atılmaya devam ediliyor. Gerçi özelleştirmeden vazgeçilmiş değil; AKP'nin bu konudaki sicili, neoliberalizm üzerinden dünya kapitalist sistemine bağlılığı, belki de ayrıca verilmiş bazı sözler buna izin vermez. Vermez ama, büyüyen tepkiler bazı göz boyama hamlelerine mecbur kalmasına da yol açabilir: İktidarın Cargill şirketi ile özel ilişkilerinin olduğu söylentileri öylesine tabana yayıldı ki, "nişasta bazlı şeker kotası yüzde 5'e düşürülebilir" yönündeki açıklamalar AKP genel başkanı ve başbakanından peş peşe geliverdi. Ama Tarım Bakanı Fakıbaba "nişasta bazlı şekerin kotasının arttırılıp artırılmayacağı" sorusuna, “öyle bir durum söz konusu değil” karşılığını vermekle yetinirken, kotanın düşürülmesinden hiç söz etmiyordu.
Ayrıca Tarım Bakanı daha da evlere şenlik bir açıklama yaparak, "bazı şeker fabrikalarına biz de talip olabiliriz" dedi, sonra da bu "biz"in Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği eliyle satın almak biçiminde olabileceği şeklinde açıklama getirdi! Soru bir: Tarım Kredilerİ devletle özdeş mi? Soru iki: Öyleyse -ki değil- o halde neden özelleştiriyorsun? Tepkileri sönümlendirmek veya iki aşamada gerçekleştirmek için mi?
Hem Başbakan hem Tarım Bakanı ayrıca satılan fabrikaların kesinlikle kapanmayacağı, işçilerin bütün haklarının baki kalacağı, arazilerinin satılmayacağı güvencelerini vermek için de yarıştılar. Bunların daha önceki özelleştirmelerde örneği çok görülmüş ikiyüzlülüklerden ibaret olduğu biliniyor. Ama olsun, bunları sabah akşam tekrarlamak zorunda kalıyorlarsa demek ki papucu pahalı görmüşler. İşte işe yarayan bir muhalefet türü. Bunda CHP'nin de önemli katkılarının olduğunu biliyoruz. O halde "hangi siyaset tarzı" sorusunun yanıtı açık değil mi?
Tabii burada bir adım ötesine götürmezseniz iş yarım kalır: Özelleştirmeler eğer önlenemezse, bunların geri çevrileceği sözünü topluma verebilmek gerekiyor. Tıpkı diğer özelleştirmelerin pek çoğunda olacağı gibi. Kuşkusuz bunu yapabilmek için anti-liberal bir ekonomik programın topluma sunulması ve benimsetilebilmesi gerekiyor. İyi de buna hazır bir muhalefet partisini Meclis'te görebiliyor musunuz? Olmayınca da AKP iktidarına düzen partilerinden alternatif oluşamıyor.
***
RTE'ye sınırlarını gösteren ve kısmen geri adım attıran bir başka konu da "İslam'da güncelleme" çıkışı oldu. Üçlü seçimler öncesinde AKP'nin toplumun laik kesimleri üzerindeki korkutucu yüzünü yumuşatmak, kendisinin ve güdümündeki Diyanet'in denetimi dışındaki fetvacıların şeriat devleti arzularının, bu süreci toplumun kabul ve sindirme sınırlarını aşacak biçimde hızlandırma çabalarının önüne set çekmek üzere yaptığı uyarıya dönük olarak "haddini bilmeye" davet edilmesinin de gösterdiği gibi, ayarlar çift taraflı olarak verilmiş bulunuyor. (Bütün bu hengame içinde, RTE'ye "ayetler değiştirilemez" üzerinden had bildiren CHP'liyi de radikal bir muhalefet örneği olarak not edelim!). Tarikatların iktidara ekonomik bağımlılığının derecesi ve siyaseten iktidar seçeneği olamayacak konumda oldukları düşünülürse, şimdilik bir kol güreşine taraf olmayacakları ve daha düşük profile geri çekilebilecekleri öngörülebilir. Ama "dünyada Allah'ın gölgesi" sahte imgesinin de yara aldığı söylenebilir.
Bir haftanın kısmi bir bilançosu üzerinden, iktidara muhalefet etmenin hangi siyaset tarzı üzerinden etkili olabileceği sonucu çıkarılabilir mi? Bu soru yanıltıcı olabilir, çünkü ne gözlemlerimiz bir haftayla sınırlı ne de hatta Türkiye ile sınırlı. Son örnek olarak İtalya seçimleri bile, çürümüş bir sistemin değerler sistemi içinde kalınarak alternatif olunamayacağını göstermiyor mu?
Oğuz Oyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder