Rusya’daki başkanlık seçimlerinde Vladimir Putin, ülke çapında oyların yüzde 77’sini alarak 4. kez devlet başkanı seçildi. Medvedev dönemi (2008-12) de dahil olmak üzere 2000 yılından beri Rusya’yı fiili açıdan yöneten Putin, böylelikle son yüzyılda Stalin sonrası en uzun süre görev yapan Rus lider olarak 2024’e kadar Kremlin’de oturacak. Seçimlere bu sefer bağımsız aday olarak katılan Putin’in aldığı bu oran, şu ana kadar başkanlık seçimlerinde aldığı en yüksek oya tekabül ediyor. Seçimlere katılım oranının da daha önceki seçimlerdekine yakın şekilde yüzde 68 civarında seyretmesi yine Kremlin açısından olumlu değerlendiriliyor.
Pek tabii, Rusya’daki seçimlerin tam anlamıyla demokratik veya adil bir şekilde geçtiği söylenemez. Putin haricindeki 7 aday da sistem-içi adaylar idi ve kazanma iddiasıyla seçimlere katılmadılar. Putin’e bağlı bir bürokratın da yer aldığı adayların neredeyse hepsi bir yandan seçim “yarışını”, diğer yandan da Putin’in “zaferini” ulusal ve uluslararası arenada “meşrulaştırıcı” bir fonksiyon icra ettiler. Ancak bununla beraber, Rus siyasal sisteminin lider eksenli kendine has otoriter özelliklerinden dolayı bu tarz bir yarış ve zaferi olağan karşıladığını belirtmek gerekiyor. Rus toplumunun demokrasiden beklentisinin de demokrasi anlayışının da Batı’dakiyle özdeşlik göstermemesinin altı çizilmeli.
Sandık sonuçları teşvik edici işlev görür
Seçim sonuçlarına bakıldığında, Putin’in Rusya çapında bütün federe birimlerde yüzde 50 üzerinde oy aldığı görülüyor. Bu durum, Rus toplumunda uzun süredir Kremlin’den beklenen yapısal ekonomik reformları gerçekleştirme konusunda Putin yönetimini teşvik edici bir işlev görebilir. Ekonominin enerji kaynaklarına bağımlılıktan (ihracatın yüzde 63’ünü petrol ve doğalgaz oluşturuyor) kurtarılması konusunda son yıllarda atılan adımların 2018 sonrası hızlanması mümkün. Yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşük seyretmesi dolayısıyla 2014-16 arasında ciddi darboğaz yaşayan Rus ekonomisindeki büyüme oranlarının önümüzdeki yıllarda 2017 rakamlarını (yüzde 1,5) aşması gerekiyor. Yine benzer şekilde; yatırım ortamının iyileştirilmesi, KOBİ’lerin ekonomideki payının yüzde 25 bandını aşması, yolsuzluğun azaltılması gibi hususlar Putin’in içerideki en önemli gündem maddelerinden. Bu çerçevede, Putin’in yeni dönemde özellikle Batılı ülkelerle ekonomik ilişkileri geliştirme amaçlı Medvedev’in yerine yeni bir yüzü başbakan olarak ataması ciddi bir olasılık.
‘Risk yönetimiyle’ uğraşmak durumunda
Dış politikada ise Putin 2018 sonrası “risk yönetimiyle” uğraşmak durumunda kalacak. Kısıtlı ekonomik gücüyle son yıllarda dış politikada önemli mevziler kazanan Kremlin’in en önemli gündemi Suriye ve bölgesel gelişmeler olacak. Türkiye ile ilişkilerin Afrin ve sonrası üzerinden yeniden bir test sürecine girmesi ve Ankara’nın Batılı ortaklarıyla ileride Menbiç ve Fırat’ın doğusu üzerinden yaşaması muhtemel krizlerin Moskova’yı Ortadoğu’nun derinliklerine daha fazla sokması ciddi olası.
Kremlin yönetimi Suriye’de siyasi çözüm sürecine öncelik vermek isterken, Ankara’nın sahadaki askeri dengeleri değiştirme amaçlı ve “terör” parantezinde değerlendirdiği “PYD/YPG”ye yönelik yeni operasyon talepleriyle Moskova’nın karşısına dikilmesi Putin’in seçim öncesi almadığı taktiksel risklerin yeni dönemde masaya konmasına neden olabilir. Türk ordusunun Afrin’de uzun vadeli kalmasının ancak Moskova’nın Ankara’ya siyasi desteğinin sürmesiyle mümkün olduğu görülüyor. Türk ordusunun Afrin’den sonra Menbiç’e yürüyüp Ankara’nın ABD/NATO’yla daha yapısal bir krize girmesi konusunda ise Moskova’nın fazla direnç göstermesi beklenmiyor. Rusya’nın önümüzdeki dönemde PYD/YPG meselesini Türkiye üzerinden Moskova-Washington ilişkilerinde bir çeşit manivela veya şantaj aracına dönüştürmek isteyeceği ve uzun süredir NATO içinde hedeflediği çatlakları Suriye’de gerçekleştirmeye yönelik politika izleyeceği söylenebilir. Bütün bu denkleme pek tabii Suriye’deki İran-İsrail nüfuz mücadelesi ve İran-Suudi Arabistan rekabetini gibi başka birçok hususu da eklemek gerekiyor. Her halükarda Rusya’nın Suriye’deki siyasi ve askeri kazanımlarının 2018 sonrası yeni çatışma riskleriyle sınanacağı bir tablonun karşımıza çıkması yüksek olasılık.
Ukrayna ve boru hatları ilk başlıklar
Öte yandan Ukrayna meselesi ve bununla ilgili olarak Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı doğalgaz boru hatları da Putin’in yeni dönem mesainin ilk sıradaki başlıkları arasında yer alacak. Ukrayna’da 2019’daki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Donbas’taki denklem açısından fazla bir değişiklik beklenmese de Minsk protokollerinde bazı netameli olmayan konularda ilerleme olabilir. Özellikle Kiev ile Donbas’taki ayrılıkçılar arasında esir takasının sürdürülmesi ve cephe hattına sınırlı sayıda BM gözlemci gücünün konuşlandırılması mümkün. Ama bununla beraber, Ukraynalı şirket Naftogaz ile Rus doğalgaz devi Gazprom’un yaşadıkları son gaz krizi AB ülkelerini “enerji” konu başlığında Moskova’yla diyaloglarını gözden geçirmelerine neden olabilir. İngiltere’yle yaşanan son casus zehirlenmesi olayında da görüldüğü gibi Almanya, Fransa, İtalya gibi AB’nin ağır toplarının Londra tarafında yer almaları ileride Rusya’yı AB’yle enerji ilişkilerinde köşeye sıkıştırabilecek bir tablo ortaya çıkarırsa Moskova’nın Ukrayna politikasında yumuşama beklenebilir. Ancak şu an için bunu söylemek biraz erken.
Son olarak Çin’le de ilişkilerin Rusya açısından önemini artırarak koruyacağını vurgulamak gerekiyor. Çin’in küresel ekonomideki payının her geçen yıl daha da artması ve bu durumun Orta Asya başta olmak üzere Rusya’nın Avrasya’daki varlığını belli ölçülerde tehdit eden boyutlara varabilecek olması Moskova-Pekin ilişkilerinde tarafların karşılıklı olarak “inclusive” stratejiler geliştirmelerine neden oluyor. Bu yüzden de Avrasya Ekonomik Birliği, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Pekin’in inisiyatifi “Bir Kuşak Bir Yol”un ne tarz bir koordinasyon içine girecekleri ve ilişki modeli geliştirecekleri Putin’in 2018 ve sonrası ajandasının üst sıralarında yer alacak.
Dr. Kerim Has - Moskova Devlet Üniversitesi / BİRGÜN
Pek tabii, Rusya’daki seçimlerin tam anlamıyla demokratik veya adil bir şekilde geçtiği söylenemez. Putin haricindeki 7 aday da sistem-içi adaylar idi ve kazanma iddiasıyla seçimlere katılmadılar. Putin’e bağlı bir bürokratın da yer aldığı adayların neredeyse hepsi bir yandan seçim “yarışını”, diğer yandan da Putin’in “zaferini” ulusal ve uluslararası arenada “meşrulaştırıcı” bir fonksiyon icra ettiler. Ancak bununla beraber, Rus siyasal sisteminin lider eksenli kendine has otoriter özelliklerinden dolayı bu tarz bir yarış ve zaferi olağan karşıladığını belirtmek gerekiyor. Rus toplumunun demokrasiden beklentisinin de demokrasi anlayışının da Batı’dakiyle özdeşlik göstermemesinin altı çizilmeli.
Sandık sonuçları teşvik edici işlev görür
Seçim sonuçlarına bakıldığında, Putin’in Rusya çapında bütün federe birimlerde yüzde 50 üzerinde oy aldığı görülüyor. Bu durum, Rus toplumunda uzun süredir Kremlin’den beklenen yapısal ekonomik reformları gerçekleştirme konusunda Putin yönetimini teşvik edici bir işlev görebilir. Ekonominin enerji kaynaklarına bağımlılıktan (ihracatın yüzde 63’ünü petrol ve doğalgaz oluşturuyor) kurtarılması konusunda son yıllarda atılan adımların 2018 sonrası hızlanması mümkün. Yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşük seyretmesi dolayısıyla 2014-16 arasında ciddi darboğaz yaşayan Rus ekonomisindeki büyüme oranlarının önümüzdeki yıllarda 2017 rakamlarını (yüzde 1,5) aşması gerekiyor. Yine benzer şekilde; yatırım ortamının iyileştirilmesi, KOBİ’lerin ekonomideki payının yüzde 25 bandını aşması, yolsuzluğun azaltılması gibi hususlar Putin’in içerideki en önemli gündem maddelerinden. Bu çerçevede, Putin’in yeni dönemde özellikle Batılı ülkelerle ekonomik ilişkileri geliştirme amaçlı Medvedev’in yerine yeni bir yüzü başbakan olarak ataması ciddi bir olasılık.
‘Risk yönetimiyle’ uğraşmak durumunda
Dış politikada ise Putin 2018 sonrası “risk yönetimiyle” uğraşmak durumunda kalacak. Kısıtlı ekonomik gücüyle son yıllarda dış politikada önemli mevziler kazanan Kremlin’in en önemli gündemi Suriye ve bölgesel gelişmeler olacak. Türkiye ile ilişkilerin Afrin ve sonrası üzerinden yeniden bir test sürecine girmesi ve Ankara’nın Batılı ortaklarıyla ileride Menbiç ve Fırat’ın doğusu üzerinden yaşaması muhtemel krizlerin Moskova’yı Ortadoğu’nun derinliklerine daha fazla sokması ciddi olası.
Kremlin yönetimi Suriye’de siyasi çözüm sürecine öncelik vermek isterken, Ankara’nın sahadaki askeri dengeleri değiştirme amaçlı ve “terör” parantezinde değerlendirdiği “PYD/YPG”ye yönelik yeni operasyon talepleriyle Moskova’nın karşısına dikilmesi Putin’in seçim öncesi almadığı taktiksel risklerin yeni dönemde masaya konmasına neden olabilir. Türk ordusunun Afrin’de uzun vadeli kalmasının ancak Moskova’nın Ankara’ya siyasi desteğinin sürmesiyle mümkün olduğu görülüyor. Türk ordusunun Afrin’den sonra Menbiç’e yürüyüp Ankara’nın ABD/NATO’yla daha yapısal bir krize girmesi konusunda ise Moskova’nın fazla direnç göstermesi beklenmiyor. Rusya’nın önümüzdeki dönemde PYD/YPG meselesini Türkiye üzerinden Moskova-Washington ilişkilerinde bir çeşit manivela veya şantaj aracına dönüştürmek isteyeceği ve uzun süredir NATO içinde hedeflediği çatlakları Suriye’de gerçekleştirmeye yönelik politika izleyeceği söylenebilir. Bütün bu denkleme pek tabii Suriye’deki İran-İsrail nüfuz mücadelesi ve İran-Suudi Arabistan rekabetini gibi başka birçok hususu da eklemek gerekiyor. Her halükarda Rusya’nın Suriye’deki siyasi ve askeri kazanımlarının 2018 sonrası yeni çatışma riskleriyle sınanacağı bir tablonun karşımıza çıkması yüksek olasılık.
Ukrayna ve boru hatları ilk başlıklar
Öte yandan Ukrayna meselesi ve bununla ilgili olarak Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı doğalgaz boru hatları da Putin’in yeni dönem mesainin ilk sıradaki başlıkları arasında yer alacak. Ukrayna’da 2019’daki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Donbas’taki denklem açısından fazla bir değişiklik beklenmese de Minsk protokollerinde bazı netameli olmayan konularda ilerleme olabilir. Özellikle Kiev ile Donbas’taki ayrılıkçılar arasında esir takasının sürdürülmesi ve cephe hattına sınırlı sayıda BM gözlemci gücünün konuşlandırılması mümkün. Ama bununla beraber, Ukraynalı şirket Naftogaz ile Rus doğalgaz devi Gazprom’un yaşadıkları son gaz krizi AB ülkelerini “enerji” konu başlığında Moskova’yla diyaloglarını gözden geçirmelerine neden olabilir. İngiltere’yle yaşanan son casus zehirlenmesi olayında da görüldüğü gibi Almanya, Fransa, İtalya gibi AB’nin ağır toplarının Londra tarafında yer almaları ileride Rusya’yı AB’yle enerji ilişkilerinde köşeye sıkıştırabilecek bir tablo ortaya çıkarırsa Moskova’nın Ukrayna politikasında yumuşama beklenebilir. Ancak şu an için bunu söylemek biraz erken.
Son olarak Çin’le de ilişkilerin Rusya açısından önemini artırarak koruyacağını vurgulamak gerekiyor. Çin’in küresel ekonomideki payının her geçen yıl daha da artması ve bu durumun Orta Asya başta olmak üzere Rusya’nın Avrasya’daki varlığını belli ölçülerde tehdit eden boyutlara varabilecek olması Moskova-Pekin ilişkilerinde tarafların karşılıklı olarak “inclusive” stratejiler geliştirmelerine neden oluyor. Bu yüzden de Avrasya Ekonomik Birliği, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Pekin’in inisiyatifi “Bir Kuşak Bir Yol”un ne tarz bir koordinasyon içine girecekleri ve ilişki modeli geliştirecekleri Putin’in 2018 ve sonrası ajandasının üst sıralarında yer alacak.
Dr. Kerim Has - Moskova Devlet Üniversitesi / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder