MHP lideri Bahçeli, defalarca yaptığını yine yaptı ve erken seçim çağrısıyla fişeği ateşledi, süreci başlattı. Üstelik de, 26 Ağustos olarak verdiği tarih, seçimin hayli erken yapılmasını ve sıkışık bir takvimi öngörüyor. Hazırlıklarına hız verilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi uyum yasaları ve cumhurbaşkanlığı seçimi için gerekli düzenlemelerin ramazandan önce Meclis’ten çıkartılması; haziran ortasındaki Ramazan Bayramı ardından da AKP’nin kongresini yapması gerekiyor. Seçimin Bahçeli’nin söylediği tarihe yetişmesi için YSK’nin en iyi ihtimalle 2 veya 3 ay hazırlık sürecine ihtiyacı olacağı düşünülürse, uyum yasalarıyla birlikte erken seçim kararının da yazdan önce Meclis’e gelmesi lazım.
Tıpkı 2002 seçim kararında olduğu gibi Bahçeli’nin kendi partisinde uzun uzadıya bir istişare yaptığını düşünmek için bir neden yok. Devlet Bahçeli’nin bütün erken kararlarında ve çıkışlarında olduğu gibi, milletvekilleri hatta parti yöneticileri bile haberi televizyonlardan öğrenmiş olabilir. Fakat, Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ve iktidar koalisyonunun önemli aktörlerinden tamamen habersiz, sürpriz bir çıkış yaptığını kimse düşünmüyor. Erdoğan’ın ve AKP yöneticilerinin ilk tepkileri de, büyük bir şaşkınlıktan çok, ihtiyatlı bir “karşılama” şeklinde. Parti yöneticileriyle konuyu değerlendiren Tayyip Erdoğan’ın, Bahçeli’yle görüşmesinin ardından son sözü söylemesi bekleniyor.
Hâlâ hafızalarda canlı olan ve “yeni Türkiye”nin yolunu açan 2002 çıkışı bir kenara bırakılsa bile, yakın dönemde Bahçeli’nin yaptığı erken hamlelere ve yarattığı sonuçlara bakılacak olursa; hemen hiçbirinin “boş” çıkmadığı kolayca görülebilir. 7 Haziran 2015’te hemen seçim gecesi yaptığı “koalisyonlara girmeyeceğiz” açıklaması Türkiye’yi 1 Kasım’a götürdü. “Filli durumu hukukileştirmenin zamanı geldi” diyerek başlattığı sürecin sonunda Türkiye 16 Nisan referandumu ile yeni bir rejimin kapısını açan anayasa değişikliklerini yaptı. “Baraj kaldırılsın” diyerek açtığı tartışmanın sonunda Türkiye “cumhur ittifakı” ile tanıştı. Ve Bahçeli, şimdi de erken seçim istiyor ve bu hamlelenin de “boş” çıkmaması büyük olasılık.
Erdoğan, aksini söylese de, süreklileşmiş seçim atmosferini sıcak tutmaktan hiç vazgeçmedi ve “erken seçim” gündemini muhalefete bırakmadan, örtülü biçimde “biz ne zaman istersek” havasında tuttu. Pek çok siyasi araştırmacı ve yorumcunun ve bazı AKP’lilerin konjonktürel gidişatın iktidarın aleyhinde olacağını söylemesine rağmen Erdoğan, zamanı lehine çevirebileceğine hep inandı. Küçük tasfiyelerle “metal dinlendirme”, Afrin ile “diriliş hamlesi”, teşvik paketiyle ekonomik “rahatlama”, özel düzenlemelerle avantajların “artması” ve zamanla muhalefetin “sıkışması” umudunu sürdürdü, aksini söyleyen anketlere bile yasak koydu. Fakat gelinen nokta Erdoğan’ın “özgüvenini” doğrulamıyor. Dolayısıyla asıl soru şu: İktidarda ismiyle müsemma bir rolü olan Devlet Bahçeli, Erdoğan ikna olduğu için mi yoksa Erdoğan’ı ikna etmek için mi devreye girdi? Tartışmayı başlatıyor mu, bitiriyor mu?
Başta ekonomi olmak üzere, pek çok alanda seçim baskısının taşınamaz hale gelmesi yanında, iktidar ittifakı partilerinin kadro ve tabanlarında da rahatsızlık potansiyelinin harekete geçmesi de bu çıkışta etkili. Çünkü, eş teşkilatlar haline gelen MHP ve AKP’de, seçim hedefiyle yoğun bir “meşguliyet” üretilmediği takdirde, sıkıntıların artacağı anlaşılıyor. MHP’nin, Erdoğan’ı destekleme konusunda vereceği fire zaman geçtikçe azalmıyor, artıyor. İyi Parti’nin yaptığı olağanüstü kongre ve ardından gelen medya ataklarıyla durgunluğu üzerinden atmış görünmesi ve Saadet Partisi’nin ittifaka ikna edilememesi yetmezmiş gibi, AKP’lileri “başka seçeneklere” ikna etmeye başlaması da önemli tehditler. HDP’de ısrarını sürdüren Kürt oylarının geri dönmesi değil giderek erimesi de zamanı negatif değişken haline getiriyor. Konjonktürel zorlukları seçmen üzerinde “istikrarsızlık tehdidi” olarak kullanma şansı da zamana yaymaya uygun görünmüyor. Ve öncülük görevi, başlama vuruşunu yapmak yine Bahçeli’ye düşüyor.
Kemal Can / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder