IMF Raporu, 2017’de ekonomiyi aşırı ısındıran genişleyici maliye ve para politikalarına bu yıl son verilmesini ısrarla öneriyor. AKP iktidarı ise, nisan ve mayısta teşvik, transfer, ikramiye öğelerinden oluşan iki genişletici seçim paketi daha ilan etti.
Türkiye’de finansal gerilim martta başladı; mayıs başında döviz fiyatları ve piyasa faizleri bir krizin ön-koşullarını düşündüren boyutlara tırmandı.
“Yükselen piyasa ekonomileri”nden de hızlı fon çıkışları başlamış durumdadır. Batı finans basını, bu olumsuz dalganın sürekli olup olmayacağını tartışmaktadır; ama, bir konuda teşhis birliği içindedir: Yükselen piyasaların kırılgan, zayıf halkalarının sert etkileneceği bir ortam oluşmuştur.
“Hangi ülkeler?” sorusuna verilen yanıtların tümünde (Arjantin, Güney Afrika, bazen Rusya ile birlikte) Türkiye yer almaktadır.
IMF’nin Türkiye raporu
Kötü bir haber daha var: IMF’nin Türkiye için hazırladığı 2018 ekonomik raporu, Nisan 2018’de yayımlandı ve yukarıdaki olumsuz teşhisleri doğruladı. (Bu belgeye IMF web sitesinden Turkey: 2018 Article IV Consultation başlığı altında ulaşılabilir. Bu tür raporlar IMF’nin Ana Sözleşmesi, Madde IV gereği tüm üyeler için düzenlenir.)
Rapor, mayıstaki finansal çalkantıdan önce kaleme alınmıştır: IMF uzmanlarının Türkiye’deki çalışmaları şubatta son bulmuş; Rapor 16 Mart’ta tamamlanmış; IMF Yürütme Kurulu tarafından da görüşülmüş ve 30 Mart’ta onaylanmıştır.
IMF Raporu, mart ortamındaki ekonomik sorunlara karşı politika önerileri içermektedir. Bir IMF anlaşması söz konusu olmadığı için önerilerin pratik geçerliliği yoktur; ama bunlar yakın gelecek için önem taşıyabilir. Diyelim 2019’da patlak veren bir finansal kriz, Türkiye’nin IMF ile bir kredi anlaşmasını gündeme getirse, bu belgedeki öneriler stand-by programının “yumuşak” ipuçlarını vermektedir. “Yumuşak” diyorum; zira bunalım ortamı Mart 2018’den çok daha ağır olacaktır. IMF’nin kriz reçetesinin de nisan Raporu’ndan daha katı olması beklenir.
IMF’nin Türkiye teşhisleri
Rapor’un Mart 2018’deki ekonomik sorunlarla ilgili teşhisleri özgün değildir; Türkiye iktisat çevrelerince yapılmış tespitlerin bir bölümü tekrar edilmiştir: Kamu maliyesinin beslediği ve gevşek para politikalarıyla desteklenen iç talep artışları, ekonomiyi 2017’de aşırı ısındırmış; enflasyonun ve cari açığın artmasına yol açmıştır. Konut ve inşaat sektörlerinde aşırı üretim söz konusudur. Bugünkü finansal kırılganlıklar sürdükçe genişletici maliye ve para politikalarında ısrar etmek sonuçsuz kalır; tehlikeli olabilir.
Büyüme sürecini kısıtlayan kırılganlıklar nelerdir? Çeşitli vesilelerle kullandığımız, açıkladığımız göstergeler, bu kez IMF tarafından tekrarlanıyor (ss.18-20):
Yıllık dış finansman gereksiniminde artış: 2018’de 229 milyar dolar, milli gelirin %25’i. Bu sayılar iki yıl içinde 270 milyarı aşacak; %27’ye yaklaşacaktır.
Dış finansmanda “sıcak”, istikrarsız kalemlerin artan önemi: Dolaysız yabancı yatırım girişleri millî gelirin yüzde 1’inin altına düşmüştür ve bu gerileme endişe vericidir.
Net uluslararası yatırım pozisyonun sürekli bozulması ve “eksi” yüzde 53 ile benzer ülkelerden çok daha kötü duruma gelmesi: Şirketlerin net döviz açığının da artması, pahalılaşan dövize karşı reel ekonomiyi kırılganlaştırmaktadır.
Artış eğilimi gösteren cari işlem açığının 2017’de yüzde 5,5’e çıkmış olması. Bu oran, Türkiye ekonomisinin temel göstergeleriyle uyumsuzdur; sürdürülemez.
Dış borç / millî gelir oranı: 2018’de yüzde 54’ü aşmıştır; bu civarda kalırsa sürdürülebilir. Ne var ki, sert bir devalüasyon veya petrol fiyatlarında hızlı artışlar dış borç oranını yüzde 80’in üzerine çekecek; her yıl “döndürülmesi” gereken borç stokunu sürdürülemez düzeye çıkaracaktır. Bankaların dış borçlanması, TL kredilerini şişirmiş; kredi/mevduat oranını yüzde 123’e ve riskli konuma sürüklemiştir.
Rezervlerin yetersizliği: TCMB brüt rezervlerinin kısa vadeli yükümlülüklere oranı yüzde 82’ye düşmüştür. 2017’de yüzde 17 oranında eriyen net rezervler bakımından Türkiye “benzer” ekonomiler içinde en zayıf durumdadır.
Rapor, kırılganlıkların kaynağını belirlemekten kaçınıyor. Zira, bu tür bir açıklama, 1998-2008 arasında Türkiye’de çeşitli iktidarlar (son olarak da AKP) tarafından kesintisiz uygulanan IMF programlarının ağır sorumluluğunu ortaya çıkaracaktır. Defalarca tartıştığım bu teşhise burada değinmekle yetiniyorum.
IMF Raporu, bu ekonomik “arızalara” bir siyasî öğe de eklemektedir: “Bir devlet bankasının üst düzey yöneticisi aleyhinde bir ABD mahkemesince verilen suçluluk hükmü, itibar ve finans riskleri oluşturmaktadır” (s.8).
Sonuç: Olası bir kriz mi?
Rapor, şu sonuca ulaşıyor: “İleri ekonomilerde para politikalarının [politika faizlerinin] normalleşmesi veya yükselen piyasalarda artan risk primi dış finansman maliyetini yükselttiğinde Türkiye ekonomisi bu kırılganlıklar nedeniyle daha da kötü etkilenecektir.”
Rapor’un kaleme alındığı tarihte (16 Mart’ta) yükselen piyasalara dönük risk primi, “normal” seyretmekteydi. Bir buçuk ay sonra, risk iştahı düştü; dış finansman maliyetleri her yerde artmaya başladı. Türkiye’nin maliyetleri, kırılganlıkları nedeniyle fazlasıyla tırmanmaktadır.
IMF Raporu, 2017’de ekonomiyi aşırı ısındıran genişleyici maliye ve para politikalarına bu yıl son verilmesini ısrarla öneriyor. AKP iktidarı ise, nisan ve mayısta teşvik, transfer, ikramiye öğelerinden oluşan iki genişletici seçim paketi daha ilan etti. 2019’a girerken Türkiye ekonomisi daha da “ısınmış” olacak; finansal sistem aşırı zorlanacaktır.
IMF Raporu’na göre, “Türk finansal piyasaları uluslararası yatırımcıların hissiyatına karşı aşırı duyarlıdır.” Aşırı ısınma tespitleri, bu “hissiyatı” fazlasıyla ve olumsuz doğrultuda etkilerse, Türkiye’den hızlı sermaye çıkışları beklenir. O zaman, 2019’da iktidarda kim olursa olsun, IMF’ye kredi talebiyle yönelmek, pratik bir seçenek olarak gündeme gelecektir. Bugünlerde Arjantin, benzer nedenlerle IMF’ye başvurmuştur.
IMF, 2019’da Türkiye’ye ne türden bir politika paketi önerecektir? İpuçları Nisan 2018 Raporu’nda yer alıyor.
2019 için IMF programı
Rapor’daki politika önerilerini gözden geçirelim. Olası bir 2019 kredi anlaşmasına ışık tutulmaktadır.
Maliye politikasında, geleneksel kamu açığı oranlarında sert daralma öneriliyor: Faiz dışı kamu fazlası 2018’de (yüzde olarak) eksi 1,5’tir, 2019’da artı 0,5’e dönüşmelidir. Önerilen kemer sıkma, milli gelirin yüzde 2’sine ulaşıyor. Kamu harcamalarında bu boyutta bir daralma, (Keynesgil katsayısının büyüklüğüne göre) daha yüksek oranlı bir küçülme ile sonuçlanır.
IMF Raporu, ısrarla Kamu-Özel Ortaklığı ve Varlık Fonu uygulamalarında, hesap vermede, denetimde berraklık talebine bulunuyor. AKP iktidarının cilalı kamu hesaplarına “yeter!” diyor. Açıkça ifade ediyor ki, AKP’nin “kamu maliyesinde güçlükle kazandığı itibar” israf edilmiştir. Altyapı yatırımlarında kamu yükümlülüklerini gizleyen garantilerin ve Varlık Fonu’nun tasfiyesi gündeme gelebilecektir.
Para politikasında TCMB özerkliği ve etkili parasal daralma vurgulanıyor. Katı enflasyon hedeflemesi sürdürülüyor; geç likidite penceresi faiz oranının 1-3 puan arası (yani yüzde 14,5-16,5’e) artırılması öneriliyor.
Son olarak, örgütlü işçi sınıfına husumetin simgesi olan “işgücü piyasasının esnekleşmesi” önerileri somutlaştırılıyor: Kıdem tazminatının reformu [yani tasfiyesi], asgari ücretlerin ve memur maaşlarının enflasyona endekslenmesine son verilmesi, geçici istihdam uygulamalarının yaygınlaştırılması, gönüllü özel emeklilik sisteminin zorunlu hale getirilmesi…
Olası bir finansal kriz ortamına girildiğinde makro-ekonomik yaklaşım nasıl olmalı? Bu kritik soruya Nisan 2018 Raporu, basit bit yanıt veriyor: “Ağır riskler gerçekleşirse, politika faizi yükseltilmeli; döviz kurunun değer yitirmesine izin verilmeli ve otomatik istikrarcılar [yani piyasa] kendi haline bırakılmalı.” (s.14). Kısacası, kemer sıkma hamlesinden sonra krizin seyrini piyasaya teslim edin; sorunlar kendiliğinden çözülür…
Ya IMF ya radikal seçenek
IMF raporu, 2019’da Türkiye için gündeme gelebilecek neoliberal bir istikrar programının ana öğelerini içeriyor. Ekonominin küçülmesi hedeflenmektedir; emeğin geçmiş kazanımlarının son kalıntıları da tasfiye edilecektir.
IMF programına mahkûmiyetin alternatifi yok mudur?
“Radikal” bir alternatif vardır. Bu seçenek, dış borçların önce askıya alınmasını; sonra da dramatik boyutta hafifletmeyi hedefleyen bir pazarlık içeriyor. Türkiye ekonomisi küçülürken dahi dış açık vermektedir. Bu nedenle, sermaye hareketlerinin katı denetimi; belki de döviz hesaplarının TL’ye çevrilmesi gerekir. Borçlanmaya dayalı tüketim artışları bir süre frenlenmelidir.
Bunlar, geniş bir halk sınıfları koalisyonunun iktidarı ile mümkün olabilir. Ne var ki bugünkü Türkiye koşullarında mavi ve beyaz yakalı işçi sınıflarının, köylülüğün ve küçük burjuvazinin diğer katmanlarının böyle bir program etrafında toplanma olasılığı yoktur.
Bu durumda bir 2019 krizi patlak verirse IMF’ye mahkûmiyet kesindir. Tek iyimser olasılık, finans kapitalin “risk iştahı”nın (ve sıcak para girişlerinin), Türkiye gibi aşırı kırılgan ülkeler için dahi aniden canlanıvermesi; son yılların dış ekonomik ortamının geri gelmesidir.
Haziranda iktidar el değiştirirse, bölüşüm politikalarında ılımlı, sınırlı iyileştirmeler mümkün olabilir.
O kadar…
Korkut Boratav / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder