İşsizlik Sigortası Fonu’nda 120 milyar lira var. Fon’da bugüne kadar toplanan para 184 milyardı, 64 milyar lirası harcandı. Harcanan tutarın sadece üçte biri emekçilere gitti, üçte ikilik bölüm doğrudan sermayeye aktarıldı.
Ülke, seçime kilitlendi. Herkes panik içinde ve parlamenter sistemi geri getirecek bir lider arıyor. Adayların söylemlerine bakılıyor, seçilme olasılıklarına kafa yoruluyor, “gerçekçi ittifaklar”ın nasıl kurulabileceği konusunda beyin fırtınaları estiriliyor, Mecliste oluşacak bileşimin önemine değiniliyor, dünya liderlerinin tavırlarından sonuçlar çıkarılmaya çalışılıyor.
Öyle bir hava oluşturuldu ki: “Ya Tayyip gidecek ya Ülke bitecek!”
Tayyip Erdoğan’dan kurtulmanın bir yolunu bulmalıyız: Doğru. Parlamenter sistemden de vazgeçemeyiz: Bu da doğru. Siyasetin toplum yaşamından kazınıp çıkarılmasına izin vermemeliyiz.
Ama kurtulmak uğruna yapılanlar doğru değil.
Meydanlarda bolca, parlamenter sisteme dönüş, yeniden yargı bağımsızlığı, sarayın okul yapılması ve benzeri sözler veriliyor.
Oysa ülke bu duruma getirilirken parlamenter sistem geçerliydi. Kurtarmaya soyunanların hepsi iktidar ve muhalefet temsilcileri olarak Meclisteydi.
Şimdiye kadar yapamadıkları neyi başaracaklar? Önce bu sorunun yanıtını vermek zorundalar.
Üstelik adaylardan, işçilerin emekçilerin çıkarlarını gözeten gerçekçi bir söz işitemiyoruz.
AKP İktidarlarında çıkarılan patron dostu yasalarla işçi hakları alabildiğince budandı. Arabuluculuk yasasıyla iş hukuku neredeyse yok edildi. İşçilere patronuyla pazarlığa oturup anlaşması öğütlendi. Geçici iş ilişkisi kurumlaştırıldı ve kuralsızlık yasalaştırıldı. İş güvenliği umursanmıyor. İşsizlik Fonu’nun gelirleri patronlara yağmalatılıyor.
Adaylardan hiçbiri bu yasaları kaldıracağım demiyor.
Diyemez de!
Uluslararası tekellerin; Dünya Bankası - IMF gibi örgütlerinin ve metropol ülkelerin, desteğini arayan iktidarlar böyle sözler veremez. TOBB, TÜSİAD gibi patron örgütlerinin isteklerine yanıt veremediklerinde başlarına ne geleceğini iyi bilirler.
Bu sözleri ancak işçilerin, emekçilerin ve bütün çalışanların desteğini alarak iktidar olanlar söyleyebilir.
24 Haziran’da yapılacak seçim ve sonuçları önemsizdir denemez elbette. Ancak ne her şey bitecek ne çok şey kazanacağız.
Her iki durumda da bize, daha çok çalışmamız gerektiği mesajı verilmiş olacak.
Aşağıda çok kısa özetleyeceğim, geniş halini haftalık soL Dergi’de okuyabileceğiniz “İşsizlik Sigortası” adlı çalışma bu amaçla yapıldı. İşçilerin çıkarını gözetmek için yürürlüğe konulan bir yasanın, sahip çıkılamadığında, nasıl da patronların yağmasına sunulabildiğinin öyküsü anlatılıyor.
Ve hedefin doğru seçilmesinin önemine dikkat çekiliyor.
“Benim için laiklik ön planda… İşçi haklarına sonra sıra gelsin… Çok daha acil görevlerimiz var...” gibi sözlerin gerçekliğinin olmadığını bilelim: Din, kapitalizmin uysal beyinler gereksinmesini karşıladığı süre boyunca pazarda yer bulur. Din sevgisi öyle bir şey.
İşsizlik Sigortası Fonu, kendi istek, kusur ve iradeleri dışındaki nedenlerle işlerinden ayrılmak zorunda kalan sigortalılara destek vermek amacıyla, 1999 yılında 4447 sayılı Yasayla kurulmuştur.
Yasa, 1999 yılı Temmuz ayında Meclis Başkanlığı’na verilen Sosyal Güvenlik Reform yasa tasarısına karşı emek örgütlerinin oluşturdukları platformun verdiği etkili mücadelelerin önemli bir ürünüdür.
Yasanın çıkarılmasında etkili olan emek örgütleri, ne yazık ki, daha sonraki yıllarda sahip çıkamamışlardır. Böyle olunca da ne işçi yararına geliştirilmesi sağlanabilmiş ne de amaç dışı kullanılması önlenebilmiştir.
Kuruluşundan bugüne Fon’a 9 milyon 400 bin kişi başvurmuş, 6 milyonuna destek verilmiştir. Başvuranların yüzde 40 dolayındaki bir kesiminin hak etmediği yanıtını almış olmasının, yalnızca işçilerin bilgisizliğiyle açıklanamayacağı açıktır. Bu olgu, bir şeylerin ters gittiğini gösterir.
Verilen destek tutarları ise açlık sınırının bile altındadır.
Fon, işsizlere karşı çok cimridir. Bu nedenle patronlarca talan edilmesine karşın hesaplarında, Mart 2018 itibariyle yaklaşık 120 milyar lira birikmiştir.
Patronların gözü bu paranın üzerindedir.
Maliye Bakanı, işverenlerden de yüzde 2 prim kesildiğini, bu parada onların da hakkı olduğunu öne sürmektedir.
Bu anlayışla yönetildiği için, harcamaların yaklaşık dörtte üçü patronlara aktarılmakta; bütçe ödenekleriyle karşılanması gereken giderler, Fon bütçesine yüklenmektedir.
Dahası, Fon bütçesinden kurum ya da kişilere borç verildiği örneklere bile rastlanabilmektedir: GAP’a 2009-2012 yılları arasında toplam 11,5 milyar lira, Soma’daki işçi cinayetinin sorumlusu şirkete 2013 yılında 53 milyon lira borç verilmiştir.
İşsizlik sigortası primlerini tahsil etmek ve Fon hesabına aktarmak, SGK’nın sorumluluğundadır. Bu sorumluluğunu özenle yerine getirip getirmediği bilinememektedir. Çünkü 2006 yılından bu yana, işverenler adına tahakkuk ve tahsil edilen primlerin ayrıntılı dökümleri ne İŞKUR yönetimine ne de Sayıştay’a verilmektedir.
Fon iki şekilde patronların emrine sunulmaktadır. İlki “işveren payı”nın tahsilinde SGK denetim yokluğunu da kullanarak “ısrarcı” olmamaktadır. İkincisi de yukarıda örneklenen GAP ve Soma madenini işleten şirkete aktarımlar gibi doğrudan aktarımlardır. Fon kurulduğundan bu yana 184 milyar TL toplanmış, bu tutarın 64 milyar TL’si kullanılmıştır. 64 milyar TL’nin sadece üçte biri işçilere, işsizlik ödeneği ve diğer şekillerde aktarılmış, üçte ikilik bölümünden sermaye yararlandırılmıştır.
Önümüzdeki dönem için de sermaye borçlarının yeniden yapılandırılmasında kullanmak üzere göz dikilen en önemli kamu kaynaklarından biri İşsizlik Sigortası Fonu’dur. Milyonlarca işçinin birikimiyle oluşturulan Fon’un ülkeyi yıkıma taşıyan sermayeye teslim edilmemesi gerekmektedir.
Kadir Sev / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder