Bundan tam 68 yıl önce, yani 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti (DP), “Yeter söz milletindir” diyerek ve Türkiye’ye demokrasi getirme iddiasıyla iktidar olmuş, ancak özellikle 1950’lerin ikinci yarısından itibaren, giderek otoriter bir karaktere bürünmüştü.
DP 1950 ve 1954 seçimlerini ekonomideki büyümenin de etkisiyle kolaylıkla kazanmış, ancak 1958’e doğru, yanlış politikaları neticesinde Türkiye ekonomisini uçuruma doğru sürüklerken giderek güç kaybetmeye başlamıştı. Tam da bu nedenle, Menderes yönetimi normal şartlarda 1958 yılında yapılması gereken seçimi 1957 yılına almış ve ülkeyi erken seçime götürmüştü.
Altan Öymen, “… Ve İhtilal” adlı kitabında DP’nin bu kararı neden aldığını şu cümlelerle anlatıyor: “DP iktidarı, ekonomik durumun daha da kötüleşmesinden, 1958 Mayıs’ındaki seçime kadar halkı daha fazla bezdirmesinden kaygı duyuyordu. O seçimi hemen yapıp iktidara gelirse, dört yıllık bir dönemin başında kemer sıkma politikaları izleyerek dış kredi bulma olanağına yeniden ulaşacaktı.”
Bu seçim kararından önce Menderes yönetimi iki kritik yasal düzenleme yapmıştı. Bunlardan birisi basınla ilgiliydi. Kolayca istismar edilebilecek ibarelerin yer aldığı bu yasa ile “devletin siyasi ve mali itibarını sarsabilecek” ve “devletin ve hükümetin yurtdışındaki itibar veya nüfuzunu kıracak şekilde” yayınlar yapanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ve ağır para cezaları verilmesi öngörülüyordu. Bunun yanı sıra gazeteler mahkemeler tarafından 3 aya kadar kapatılabilecek, bakanları, milletvekillerini ve resmi görevlileri küçük düşürecek yayın yapanlara verilecek ceza 1 yıldan aşağı olmayacaktı, yalan haber olduğuna karar verilen haberlerin sorumluları 1 ila 3 yıl arasında hapis cezasına çarptırılacaklar, gazeteler sokakta bağırarak satılamayacaktı.
İkinci yasal düzenleme ise toplantı ve gösterilerle ilgiliydi.
Yapılan düzenlemeye göre siyasi partilerin ve diğer tüm siyasi örgütlenmelerin gösteri ve yürüyüş yapmalarına sadece seçim dönemindeki propaganda günlerinde izin veriliyordu. Dolayısıyla, seçim dönemlerindeki propaganda için ayrılan süre, yani çok kısa bir zaman dilimi dışında, muhalefetin yapacağı her türlü eylem yasaklanmış oluyordu. Ancak yasa bununla da kalmıyordu: “Mahallin en yüksek amiri”nin yetkilendirdiği kolluk kuvveti önce toplanan kalabalığa “dağılın” ihtarında bulunacak, sonra havaya üç kez ateş açacak, o da sonuç vermezse “hedef gözetmeksizin” ateş açarak kalabalığı dağıtacaktı.
Seçime doğru giden Türkiye’de Menderes yönetimi, bu iki yasal düzenlemeyle yetinmedi ve başka bir icraata daha girişti. 1957 seçimleri öncesinde dönemin üç muhalefet partisi, yani CHP, Hürriyet Partisi ve Millet Partisi, seçim ittifakı için anlaşmış durumdaydılar. Ancak DP iktidarı, seçimlerde ittifak yapmayı yasaklayan ve buna uymayan partilerin seçime girme haklarının elinden alınmasını öngören bir yasal düzenleme getirdi.
Seçime bu şartlarda gidilmesine rağmen, Menderes yönetimi için bu seçim bir “Pirus zaferi” oldu. Çünkü DP’nin 1954 seçimlerinde yüzde 57 olan oyları, bu seçimde yüzde 48’e düşmüştü. CHP’nin oy oranı ise yüzde 35’ten yüzde 41’e yükselmişti. Millet Partisi’nin aldığı yüzde 6.5 ve Hürriyet Partisi’nin aldığı yüzde 3.5’lik oylar da eklendiğinde ilk kez muhalefetin toplam oyu iktidar partisininkini geçiyordu. Yine Altan Öymen’den aktaracak olursak, eğer DP, bu üç partinin ittifakını engelleyen yasal düzenlemeyi yapmamış olsa, muhalefet 365 vekil çıkararak Meclis çoğunluğunu ele geçirecek, iktidar ise 245 vekilde kalacak ve böylelikle CHP, Hürriyet Partisi ve Millet Partisi bir koalisyon hükümeti kurabilecekti. Ancak, şimdi seçim yasasından kaynaklı olarak, DP 424 vekil almış, muhalefet ise 186 vekilde kalmış, yani DP bir kez daha iktidar olmuştu.
İnsan hemen Marx’ın Hegel’e atıfla söylediği, “Tarihte her şey iki kere olur, ilkinde trajedi, ikincide komedi” sözünü hatırlıyor. 68 yıl sonra Türkiye, bir kez daha iktidarın ekonomik kriz korkusuyla ülkeyi baskın seçime götürmesine, seçim sonrası kemer sıkma planları yapmasına, güya emperyalizmle kavga ederken İngiltere’deki yeni pazarlık arayışlarına tanıklık ediyor. Bugünkü basın yasasının hali malum ama yetmiyor, medya parayla satın alınarak kişisel mülke dönüştürülüyor, OHAL’le birlikte toplantı ve gösteri yapmak fiilen neredeyse imkânsız hale getiriliyor. Öte yandan, iktidar ittifak yapılmasını yasaklayamıyor, çünkü tam da “Koalisyon hükümetleri dönemini kapattık” derken kendisini bir ittifaka, bir koalisyona mecbur hissediyor.
Az önce DP’nin seçim başarısı için “Pirus zaferi” tabirini kullanmıştım, evet DP 1957 seçimlerini kazanıyor ama ülkeyi 27 Mayıs’a götüren süreç de başlıyor ve o malum sona doğru adım adım yaklaşılıyor. 24 Haziran’da sandıktan istenilen sonuç çıkarılsa bile tıpkı o gün olduğu gibi bugün de bu bir “Pirus zaferi”nden öte bir anlam taşımayacak.
Ancak şöyle bir farklılık olacak: Bu sefer devreye halk girecek, halk kendi işini başkalarına bırakmayacak.
Fatih Yaşlı / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder