Hayhuy içinde geçti gitti Haziran. Üzerimize ta 12 Eylül’de bir karanlık bulaşmış, onu temizlemenin telaşı içindeyiz. Yenildik mi? Belki. Ayakta mıyız? Evet. Peki ya umut? Umut insanda… Biliyoruz, eminiz, silkelenip atar bir gün bu karanlık korkusunu halkımız. Bambaşka, aydınlık bir ülke yaratırız hep birlikte yeniden.
Seçim mi? Seçimden önce yazdık zaten ne oldu ve ne olacaksa. Mücadele etmek zorundaydık, mücadele etmek zorundayız. Örgütlenmek zorundaydık, örgütlenmek zorundayız. Bir bakıma iyi günlerimiz bunlar. Kalabalığız, akıllıyız, uyanığız. Yalnızca dahası lazım bize.
Madem öyle, 20 Haziran’da kaybettiğimiz Hasan İzzettin Dinamo’yu anlatayım ben size.
***
İkbal kahvesinde oturuyoruz; dostsuz, örgütsüz, parasızız. Yani, yığınla insan içinde yapayalnızız. İçeride kesif bir sigara dumanı, dışarıda sinsi bir güz yağmuru... Faşist ordular kasıp kavuruyor her yanı, tarifsiz bir sıkıntı kemirmekte içimi...
Dehşet haberler yayılıyor ülkenin her yanından. Faşizm sevdalıları türüyor pıtrak gibi. E haliyle iyi saatlerde olsunlar tezgâh başında, şeytan azapta gerek!
Savaş ve kıtlık yıllarıydı. Aydın’dan Muğla’ya yürütüldüğü gün eğlence olsun diye işkenceye aldılar şairi. Çine’de kapatıldığı hücrede vurdular tabanlarına kalın sopalarla. Sonra bir jandarmayı bindirip şairin sırtına dolaştırdılar beton koridorlarda.
Ah alçakların işgali altındaki ülkem, ne desem, ne söylesem sana?
Diyorlar ki “Sana mı kaldı kurtarmak vatanı? Hadi diyelim sana kaldı, mısralarla mı yapacaksın bunu?” Okkalı bir küfür sallıyor şair düzenin gelmişine geçmişine. Dudaklarının arasından bir yılan çığlığı duyuluyor yalnızca.
Ayakları lime lime, aç, yorgun. Daha bir zulası bile yok mısralarını saklayacağı. Birazdan tuz basacak yaralarına, yarın uzun yürüyüş var. Kim o? Kim olacak, Pülümür Mahpushanesi kaçkını Hasan İzzettin Dinamo!
Kaçmış kaçmasına mahpushaneden, bir de bakmış bütün Türkiye koca bir mahpushane… Bıraksalar dönüp Pülümür’e gardiyanı olacak kendi kendinin. Not ediyor defterine:
“Bizde neden ağlayan bir Fuzulî çıkmış
Şimdi anlıyorum bunu derinden.
Kaç Fuzulî, Fuzulî olmadan önce
Kahrolup gitmiştir üzüntülerinden.
Öyle çekmişim ki
Artık benden sonra
Birkaç satırımın yaşaması bile
bana vız geliyor.
Artık bahçemdeki yemişlere
ne güler yüzlü bir dost
ne hırsız geliyor.
Demek diyorum, bu duruma gelirmiş
budana budana bir şair.
Ölümsüzlüğe sırtını dönmüş şiir
Artık acıya meydan okuyabilir.”
İkbal kahvesinde oturuyoruz; dostsuz, örgütsüz, parasızız. Yani, yığınla insan içinde yapayalnızız. Yine işsiziz, yine takipteyiz, yine örgütsüz, yine umarsız... Dışarıdaki sinsi güz yağmuru yorgun düşer birazdan ama sığınacak başka yer yok. “Garson, çay getir!”
Çalışmayı özler mi insan? Hasan İzzettin özledi. Mahpusluğu özler mi insan? Hasan İzzettin özledi. Ah, alçakların işgali altındaki ülkem, ne desem, ne söylesem sana? Not düşüyor defterine:
“Göğsümüzün altında çarptıkça yüreğimiz
Savunacağız biz
Güneşi, havayı, suyu ve insanı,
Savunacağız biz,
Kalbin öğrettiği
En güzel şeyi;
Vatanı!”
Kızılırmak kıyısında oturup, kederli bir mahpushane türküsü söyleyerek mutlu bir Anadolu düşlemekti suçu. Sabaha çıkmamak için direnen gecelerde Eyüp sabrıyla bekledi. Gül dalları yerine demir çubuklar vardı münzevi pencerelerde. Say ki dedelerin bir masal yaşadı, say ki acılar masaldı.
Çalışmayı özler mi insan? Hasan İzzettin özledi. Mahpusluğu özler mi insan? Hasan İzzettin özledi. Ah ki alçakların işgali altındaki ülkem, ne desem, ne söylesem sana?
Bilirim, ölen bir şaire mezar gerekmez, bir avunuş sayılmaz romantik ağlayışlar. Ama yine de her gece oturup gizlice sayarım yıldızları, çaresizliğime ağlarım.
Bilirim bir gün ansızın gelir bahar. Münzevi parmaklıklardan kurtulurum ve yine özgür olurum. Bir bahar sabahı gibi güzel çocukluğumun kırık beşiğine başımı koyar, uyanamadan günlerce uyurum.
Uyanır bakarım, çoktan derinliğine çekmiş deniz beni; “Ey unutuş! Kapat artık pencereni…”
***
Uzun bir alıntı bu. Benim “Fena Çocuklar Zamanı”ndan. Güncel hep, bugünün ruhuna uygun. Biz işte böyle bir tarihin içinden sıyrılıp geldik. Umutsuzluk ne? Umut insanda.
O diyor ki bize;
“Demek, diyorum, bu duruma gelirmiş
budana budana bir şair.
Ölümsüzlüğe sırtını dönmüş şiir
Artık acıya meydan okuyabilir.”
Acıya meydan okuyan şiirlerimiz var ve faşizme meydan okuyan çocuklarımız...
Daha ne!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder