Adayların meydanlardaki performanslarına, meydanların heyecanına, sosyal medyadaki hareketliliğin içeriğine bakınca, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması, İnce’nin zaferiyle sonuçlanması, HDP’nin barajı geçmesi, AKP’nin Meclis’te çoğunluğu kaybetmesi gerekir diye düşünüyorum. Ancak OHAL ve onunla çıkarılmış türlü yasalar gerek seçim sonuçlarını, gerekse de seçimlerden sonraki gelişmeleri büyük ölçüde çarpıtacak.
‘Yorulma’ ve ‘paslanma’...
İktidardaki siyasal İslam cephesinde bir şaşkınlık, dağınıklık söz konusu. Liderliği, “yorgunluktan”, “paslanmadan” yakınıyor; hem korktukları hem de öfkelendikleri söylenebilir; topluma anlattıkları hikâye de iç tutarlılığını kaybetti, absürt sonuçlar yaratmaya başladı. AKP’nin liderinin Bingöl ve Bursa, Niğde mitinglerinde sergilediği görüntüler gerçekten çok anlamlıydı.
Muhalefet cephesindeyse umut, heyecan, özgüven, hareketlilik giderek artıyor. Böylece, AKP ve siyasal İslam açısından seçimlerde alınması gereken risklere ilişkin çıta hızla yükseliyor. Muharrem İnce’nin yürüttüğü kampanyanın, kişisel olarak sergilediği tarzın, Demirtaş’ın duruşunun çıtanın yükselmesinde önemli bir rol oynadığını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Tüm bunlardan ben, kendi hesabıma, eğer başkanlık seçimleri birinci ya da ikinci turda iktidarın zaferiyle sonuçlanırsa, HDP barajı geçemezse, seçimlerde sıra dışı müdahalelerin rol oynadığı, bir meşruiyet sorunu doğduğu sonucuna varacağım.
Diğer taraftan, “yorulma”, “paslanma” aşamalarında, siyasi hareketlerin liderliklerinin iç çelişkileri derinleşir, kadrolarının özgüveni, mücadele azmi zayıflamaya başlar. Bu koşullarda, siyasi olayları, örneğin, seçimlerin sonuçlarını sıra dışı yöntemlerle ve araçlarla müdahale ederek belirlemek zorlaşır, müdahale çabaları verimliliklerini kaybeder, göğüslenemeyecek tepkiler üretmeye başlar.
Geçen ay Foreign Policy de yayımlanan “Seçimler nasıl çalınır” başlıklı bir araştırma, “Otokratların seçimleri, seçmen daha sandık başına gitmeden çalmaları gerekir; seçimleri sandık başında, sandıklar açılırken çalmaya kalkanlar çoktan kaybetmiş demektir” diyordu. Bu saptamanın ışığında Türkiye’deki durumun tam olarak nasıl şekilleneceğini öngörmek kolay değil. Ancak, seçimleri sandığa gitmeden çalma olasılığının giderek zayıfladığını, ikinci olasılığın daha ağır basmaya başladığını söylemek olanaklı. Bu nedenle sandıkların güvenliği, her zamankinden daha önemli.
İki konu daha var
Göz önüne alınması gereken iki konu daha var. Birincisi, “iktidarı” Erdoğan’a indirgemenin, çok vahim bir yanılgı olacağını sık sık vurguluyorum. Karşımızda bir rejim sorunu var. Rejimin, siyasal İslamı temsil eden AKP ve liderliğinin, bu seçimlerden istedikleri sonuçları alamadıkları takdirde, 16 yıldır elde ettikleri kazanımları korumak için, ciddi bir direniş sergileme olasılıkları çok yüksektir. Bu direniş, güvenlik örgütlerinden devlet bürokrasisine, eğitimden sağlığa, camiler-vakıflar gibi dini kurumlardaki, kadrolara kadar, hemen her düzeyde, kendini gösterebilecektir. Eğer seçimlerden istedikleri sonuçları alabilirlerse, aynı kesimlerin, bu kez seçim öncesinde yaşadıkları korkunun etkisiyle muhalefete yönelik, çok sert bir saldırı başlatma olasılığı çok yüksektir.
İkincisi, dış kaynak bağımlısı Türkiye kapitalizmi, çok ciddi bir borç krizinin eşiğindedir. Hatta, kimi analistlere, örneğin, “Türkiye, Brezilya finansal madenin içindeki kanaryalar mı” diye soran Kenneth Rogoff’un, Project Syndicat sitesindeki son yorumuna bakılırsa, bu kriz çoktan başlamıştır.
Seçimlerden sonraki yönetim bu krizle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Bu kriz ne siyasal İslamın ahbap çavuş kapitalizmi, ne de neoliberal ekonomi yönetim anlayışı ile, toplumda, özellikle emekçi sınıfların yaşamında büyük bir yıkım yaratmayı göze almadan yönetilemez. Dolayısıyla ekonomik krizin yönetimine ilişkin sorunlar, siyasal İslam’ın sergileyeceği tepkinin yaratacağı sorunları daha da ağırlaşmaya adaydır.
Besbelli ki, ülke çok kritik bir kavşaktadır.
Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET
‘Yorulma’ ve ‘paslanma’...
İktidardaki siyasal İslam cephesinde bir şaşkınlık, dağınıklık söz konusu. Liderliği, “yorgunluktan”, “paslanmadan” yakınıyor; hem korktukları hem de öfkelendikleri söylenebilir; topluma anlattıkları hikâye de iç tutarlılığını kaybetti, absürt sonuçlar yaratmaya başladı. AKP’nin liderinin Bingöl ve Bursa, Niğde mitinglerinde sergilediği görüntüler gerçekten çok anlamlıydı.
Muhalefet cephesindeyse umut, heyecan, özgüven, hareketlilik giderek artıyor. Böylece, AKP ve siyasal İslam açısından seçimlerde alınması gereken risklere ilişkin çıta hızla yükseliyor. Muharrem İnce’nin yürüttüğü kampanyanın, kişisel olarak sergilediği tarzın, Demirtaş’ın duruşunun çıtanın yükselmesinde önemli bir rol oynadığını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Tüm bunlardan ben, kendi hesabıma, eğer başkanlık seçimleri birinci ya da ikinci turda iktidarın zaferiyle sonuçlanırsa, HDP barajı geçemezse, seçimlerde sıra dışı müdahalelerin rol oynadığı, bir meşruiyet sorunu doğduğu sonucuna varacağım.
Diğer taraftan, “yorulma”, “paslanma” aşamalarında, siyasi hareketlerin liderliklerinin iç çelişkileri derinleşir, kadrolarının özgüveni, mücadele azmi zayıflamaya başlar. Bu koşullarda, siyasi olayları, örneğin, seçimlerin sonuçlarını sıra dışı yöntemlerle ve araçlarla müdahale ederek belirlemek zorlaşır, müdahale çabaları verimliliklerini kaybeder, göğüslenemeyecek tepkiler üretmeye başlar.
Geçen ay Foreign Policy de yayımlanan “Seçimler nasıl çalınır” başlıklı bir araştırma, “Otokratların seçimleri, seçmen daha sandık başına gitmeden çalmaları gerekir; seçimleri sandık başında, sandıklar açılırken çalmaya kalkanlar çoktan kaybetmiş demektir” diyordu. Bu saptamanın ışığında Türkiye’deki durumun tam olarak nasıl şekilleneceğini öngörmek kolay değil. Ancak, seçimleri sandığa gitmeden çalma olasılığının giderek zayıfladığını, ikinci olasılığın daha ağır basmaya başladığını söylemek olanaklı. Bu nedenle sandıkların güvenliği, her zamankinden daha önemli.
İki konu daha var
Göz önüne alınması gereken iki konu daha var. Birincisi, “iktidarı” Erdoğan’a indirgemenin, çok vahim bir yanılgı olacağını sık sık vurguluyorum. Karşımızda bir rejim sorunu var. Rejimin, siyasal İslamı temsil eden AKP ve liderliğinin, bu seçimlerden istedikleri sonuçları alamadıkları takdirde, 16 yıldır elde ettikleri kazanımları korumak için, ciddi bir direniş sergileme olasılıkları çok yüksektir. Bu direniş, güvenlik örgütlerinden devlet bürokrasisine, eğitimden sağlığa, camiler-vakıflar gibi dini kurumlardaki, kadrolara kadar, hemen her düzeyde, kendini gösterebilecektir. Eğer seçimlerden istedikleri sonuçları alabilirlerse, aynı kesimlerin, bu kez seçim öncesinde yaşadıkları korkunun etkisiyle muhalefete yönelik, çok sert bir saldırı başlatma olasılığı çok yüksektir.
İkincisi, dış kaynak bağımlısı Türkiye kapitalizmi, çok ciddi bir borç krizinin eşiğindedir. Hatta, kimi analistlere, örneğin, “Türkiye, Brezilya finansal madenin içindeki kanaryalar mı” diye soran Kenneth Rogoff’un, Project Syndicat sitesindeki son yorumuna bakılırsa, bu kriz çoktan başlamıştır.
Seçimlerden sonraki yönetim bu krizle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Bu kriz ne siyasal İslamın ahbap çavuş kapitalizmi, ne de neoliberal ekonomi yönetim anlayışı ile, toplumda, özellikle emekçi sınıfların yaşamında büyük bir yıkım yaratmayı göze almadan yönetilemez. Dolayısıyla ekonomik krizin yönetimine ilişkin sorunlar, siyasal İslam’ın sergileyeceği tepkinin yaratacağı sorunları daha da ağırlaşmaya adaydır.
Besbelli ki, ülke çok kritik bir kavşaktadır.
Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder