Formalarında büyük harflerle CIS yazan, Türkçesi Bağımsız Devletler Topluluğu olan, sonrasında ise kapitalist bir bataklığa dönen ve günümüz Rusyasına bağlanan süreç 2018 Rusya Dünya Kupası’na kadar gelmiş bulunuyor. Bir zamanlar Sovyet gençlerinin, sayısız emekçinin top koşturduğu bu alanlarda ‘Anayurt çağırıyor’ heykelinin altında, Şostakoviç’in en güzel bestelerini yaptığı direnişin kenti Leningrad’da, Hitler faşizminin iyiden iyiye dövüldüğü Stalingrad’ın yorgun sokaklarında piyasanın o ağır tahribatı var şimdilerde.
Futbol, ilk oynandığı günden beri yayılımını sürdürüyor. Buna ister Türklerden tepük, ister İtalyanlardan Calcio, Japonlardan Kemari ya da Fransız halkı için La Choule deyin isimler değişse de içerik değişmiyor. Bu içeriğin en önemli beynelmilel organizasyonlarından biri ise bugün yarın başlayacak olan futbolun en büyük organizasyonlarının hiç kuşkusuz başında gelen Dünya Kupası. Futbolun, popülerleşmesine eşlik eden kapitalist gelişme ve genişleme ile sonradan futbolun başına çöreklenen ve dünya çapındaki örgütlü futbolun temsilcisi olduğu iddiasını taşıyan FIFA, şimdilerde küresel futbol kapitalizminin en önemli cazibe merkezi konumunda. FIFA bu organizasyonların hâlâ en büyük örgütçüsü.
1904 yılında düzenlenen ilk FIFA Kongresi’nden sonra tam adı Uluslararası Futbol Federasyonu olan FIFA futbolun o döneme ait temel sorunlarını incelemeye alıyor. Bunlar arasında tam bir futbol birliğinin sağlanamaması ve kuralların da tam bir düzen içerisinde uygulanmasında ortaya çıkan sorunlar başa yerleşmiş durumdaydı. Bu anlamda sorunun oluşmasında "futbol mağruru" Britanya ekolünün de yeri olduğunu not etmek gerekiyor. Ancak FIFA’nın bu konudaki çabalarının işe yaradığını biliyoruz. Çünkü FIFA, dünya çapında bir turnuva, bir şampiyona düzenleme hakkının yalnızca FIFA’ya ait olduğu tezini öne çıkarıyor ve bu, futbolun şimdilerde adına "dünya çapında bir suç örgütü" yakıştırmaları yapılan FIFA’ya "ait" gösterilmesinin de bir anlamda sebebi haline dönüşüyor. Britanya ile FIFA tekelinde bir oraya bir buraya sündürülen futbolun bağımlılık süreci de aslında böyle başlıyor demek mümkün.
1919 yılında Fransız Futbol Federasyonu’nun başına getirilen Jules Rimet ve genel sekreter Henri Delaunay dünya kupası fikrinin somut hale gelmesine ön ayak olan iki kişi olarak söylenebilir. Özellikle de 1920’li yıllar dünya kupası fikrinin son halinin planlanmasını önceleyen dönem oldu. Çünkü Rimet Artık FIFA Başkanı olmuştu. Zaten FIFA’nın 1904 yılındaki kuruluşunda yer alan Rimet, 1954 senesine kadar aktif başkanlık yürüttü. Geleneksel burjuva diyebileceğimiz bir isim olan Rimet düzenlenmesine aracılık ettiği ilk dünya kupası olan Uruguay adresli kupada bizzat bulundu ve kupa onun adı ile kazanan takıma takdim edildi. 1946’da Jules Rimet’nin adı verilse de kupaya, 1930-1970 yılları arasında ellerde yükselen heykelciğin isminin de pekâlâ Rimet ismine angaje olduğunu söylemek zorlama olmayacaktır. Kupa o dönemde Fransız bir heykeltıraş olan A. Lafleur’un eseridir. Eser ise zafer tanrıçası Nike’ı tasvir etmektedir.
İLK İZLER: KUPANIN SEYİR DEFTERİ
1920 yılında Belçika’nın Antwerp şehrinde prensipte kabul edilen Dünya Kupası fikri, profesyonelleşmenin de kabul edilmesi ile olimpiyatların başka bir mecraya kaymasına aracılık etti. Olimpiyatların dayandığı konsept amatörlüğe zemin hazırlıyordu. Ancak öte yandan profesyonellik de ‘zımni’ yollarla artmaya devam ediyordu. Tüm bu zeminden hareketle Rimet ile Deleunay’ın FIFA kongresindeki ikna konuşmaları “Birçok ülkede profesyonellik kabul ediliyor ve olimpiyatlarda artık en iyi futbolcular yer alamayacak” çıkışı ile destek aldı. 1930’da ilk kupa Uruguay’da gerçekleşti. Son iki olimpiyat şampiyonu Uruguay’a verilen bu unvan yıllarca sürecek bir geleneğe dönüştü. Uruguay bu şansı ‘parasal’ yollar ile çözmüş; FIFA’da sanki olimpiyat şampiyonu takımı bu şekilde ödüllendirmişti. İlk Dünya Kupası’na katılan tüm ülkelerin ulaşım, barınma vb. masrafları ev sahibi ülke tarafından karşılandı. 1930 Dünya Kupası 1929 Büyük Ekonomik Krizi’nin gölgesinde gerçekleşiyordu. Uruguaylılar mutluydu, ancak aynı mutluluğu Avrupa kıtası için söylemek zordu.
1934 Dünya Kupası 2. Dünya savaşını önceleyen bir turnuva olmuştu. Tarihin bu evresine baktığınızda, 1936 Münih Olimpiyatları ile oldukça benzer bir doğrultu ve zeminde gerçekleştiğinden kimse kuşku duymadı 1934 İtalya’nın. Dünya kupaları tarihinin ikinci ve en kötü örneklerinden birisi oldu bu turnuva. Mussolini'nin faşist rejiminin açıktan bir propagandası halini alan Dünya Kupası'nda İtalyanlar'ı fazlasıyla memnun eden hakem kararları da sonuçta etkili oldu ve bu kahrolasıca rejim futbolun tüm olanaklarından ziyadesiyle faydalandı. Finalden önce İtalya Milli Takımı'nı Roma'da askeri geçit törenine çıkarmak isteyen faşist bir adam vardı bu turnuvada… Özetle İtalyan faşizmi ile can çekişen 1934 Dünya Kupası ile ırkçı Nazi nasyonalizmi ile iğdiş edilen 1936 Berlin Olimpiyatları çok büyük ve birbirine yakın tarihli analojiler olarak tarihte yerini almıştı. 1938’de ise işgalin başladığı ve Avusturya’nın ilhak edildiği yılların futbola gölge düşürdüğü yıllardan oldu. Avusturya’nın devreden çıkmasıyla birlikte kupaya katılan takım sayısı 15’e düştü. 6 Alman ve 5 işbirlikçi Avusturyalı oyuncunun oynadığı Nazi Almanyası İsviçre’ye yenilerek elenmekten ise kurtulamadı. Bu yıllardan akıllarda kalan Nazi çalımcısı Avusturyalı, namı diğer kâğıttan adam Mathias Sindelar oldu. Nazi milli takımı kendi ülkeleri ve liderliği ile tarihin çöplüğüne giderken, Sindelar ise Nazilere direnişi ve ısrarla Nazi milli takımını reddedişi ile akıllarda kaldı.
SOSYALİZM KUPADA: SOVYETLERİN KUPA DENEYİ
1958 yılı önemli bir yıl oldu. Kupaları kimin aldığından ya da gol kralı kimin olduğundan bağımsız, bu yılın en büyük gelişmesi Sovyet futbol takımının Dünya kupasına dâhil olmasıydı. Kolektif oyun anlayışı, antrenman yöntemleri, fizik yapısı ve henüz bilinmedik yönleriyle dâhil oldu turnuvaya Sovyetler… Çeyrek finale kadar uzandı Sovyetler, ancak ötesine geçemedi. Ve fakat o yıl İsveç ve Brezilya’nın yılı oldu. 1966 yılında ise kupanın adresi İngiltere idi. Turnuva oynanan maçlardan çok şampiyonanın başlamasına 3 gün kala Londra’da sergilenen kupa ortadan kayboldu. Fakat ne şanstır ki aynı kupa Londra’nın güneyindeki kenar mahallerinden birinde ve Pickles adlı bir köpek tarafından çalılıklar arasında bulundu. Zaten ilginç zamanlar yaşamıştı kupa. 1966 yılından önce J. Rimet adını taşıyan kupa 2. Dünya Savaşı esnasında dönemin FIFA yöneticilerinden Ottorino Barassi tarafından bir ‘ayakkabı kutusu’ içerisinde ve yatağının altında saklandı.
Açıkçası, ayakkabı kutusunda değerli eşya ya da şimdilerdeki gibi para saklama egzersizlerinin yeni bir şey olmadığını buradan anlamak oldukça mümkün.
1962 Dünya Kupası önemlidir. 1960 yılında ilk Avrupa Şampiyonası’nda ilk şampiyonluğunu kazanan Sovyetler Birliği, büyük kalecisi Lev Yaşin önderliğine turnuvadadır. İlk maçta Yugoslavya‘ya karşı kalesini kapatan Sovyet kaleci, ikinci grup maçında Kolombiyalı futbolcu Coll‘un kornerden attığı golü engelleyememiştir. Hepsini çıkaracak değildir ama öyle iyi bir kalecidir ki beklentiler bir çığ gibi büyür onu izledikçe. Buna karşın Sovyetler Birliği gruptan lider olarak çeyrek finale yükselir ancak çeyrek finaller hiç de iyi gitmemiştir. Şili karşısında da, kalesinde iki gol görür Yaşin. Golü attıktan sonra sevinmek yerine Sovyet kalesine gider, Yaşin‘e sarılır ve golü kutlamaz Rojas… Anlaşılan o ki ona gol atmış olduğuna gözlerini inandıramaz. Turnuva yine çeyrek final bileti ile sona erer Sovyetler için.
“Ona istediği parayı ödemeye hazırım. Ailemin tüm mücevherlerini satıp borca girmem gerekse bile onu almak isterdim. Ancak Bay Yaşin için biçilebilecek bir değer yok, tıpkı Prado Müzesi’nde duran ünlü ressamların tabloları gibi…” derler onun için, onun derdi ise ülkesi Sovyetler Birliği’dir. 1966 Dünya Kupası’nda da Sovyetler Birliği’ni yarı finale kadar taşır Yaşin. Bu onun son Dünya kupası olur ancak bıraktığı iz hiç silinmez, hatırlarda kalır. Bir konuşmasında ona sorulan ve tipik olduğunu rahatlıkla ifade edeceğimiz “Başarının sırrını neye borçlusun” türden sorulara karşılık şöyle söyler, biraz da alaycı bir ifade takınarak sanki:
“Maçtan hemen önce sakin kalabilmek için bir sigara içer ve kaslarımı yumuşatmak için de sert bir likör yuvarlarım…”
Lev Yaşin bir futbol ve futbol efsanesi değildir sadece, o bir Sovyet’tir. Sovyet insanının yeşil sahalardaki izdüşümüdür. “Yuri Gagarin’i uzayda uçarken izlemekten daha iyi bir his varsa o da iyi bir penaltı kurtarmaktır” diyecek kadar da bağlıdır ülkesine ve sevdiği oyuna…
Her ne kadar 2018 Rusya Dünya Kupası Yaşin’li bir afişe konu olsa da ‘konunun geçtiği yer’ Sovyetler Birliği olmaktan artık uzaktır. Yaşin ise ‘dünyanın en büyük suç örgütlerinden biri olan’ FIFA tarafından reklam amaçlı anti-sovyetizm kokan bir afişe sığmayacak kadar büyük bir işçi evladıdır. Ve onun yetiştiği ülke piyasacı Rusya değildir.
1966 yılında İngiltere’nin kazandığı Dünya Kupası’nda Sovyetler Birliği futbol takımı tarihinin en büyük başarını elde etmişti. 23 Temmuz 1966 yılında çeyrek finalde Macaristan’ı 2-1’lik skorla eleyen SSCB, 2 gün sonra Batı Almanya’ya hemen sonrasındaki üçüncülük maçında da Portekiz’e kaybediyordu. Nikolay Morozov’un öğrencileri 4.lük ile yetinmişti. 1970’te ise yine bir yarı final kapısından dönülmüştür. Tıpkı 1958 ve 1962’de olduğu gibi…
1974 yılı Sovyetler Birliği’nin dünya kupasında boy göstermediği bir yıl olur. Diskalifiye edilmiş olduğu söylenir SSCB’nin. Oysaki o yıl futbolun onurlandırıldığı ancak emekçilerin katledildiği yıllardan biridir. CIA destekli bir darbe planı ile Salvador Allende’nin Şili’sini emperyalist ABD’nin kucağına bırakan faşist işbirlikçi Pinochet’in yönlendirdiği bir takım ile ve kanlı katliamların yaşandığı bir stadyumda oynamak gibi bir ilkesizliğe asla ortak olmaz Sovyetler Birliği.
Sovyet Futbol Federasyonu mesajını iletmiştir:
“Şili’de faşist bir ayaklanma sonucunda yasal hükümetin devrilmiş olduğu ve ülkede kanlı bir terör ve baskı rejiminin hüküm sürdüğü herkesçe bilinmektedir. Santiago Stadyumu futbol stadyumu oynanabilecek bir mekân olmaktan çıkartılmış, Şilili yurtseverlerin işkence gördüğü bir toplama kampına dönüştürülmüştür. Sovyet sporcuları Şilili yurtseverlerin kanıyla bezenen bir stadyumda spor karşılaşmasına çıkmayı reddeder”.
KUPANIN TURNUSOL KAĞIDI: SOSYALİZM
Sovyetler yoktu 1974’teki turnuvada ancak Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) başarılı bir turnuva geçirdi. Aynı gruba düşen DAC ile kapitalist Batı Almanya karşı karşıya geliyor, Magdeburg’lu Demokratik Alman golcü ve kimsenin bilmediği bir isim Jürgen Sparwasser 77. dakikada ünlü Batı Alman savunma oyuncuları Vogts ve Schwarzenbeck’i geçiyor, büyük kaleci Sepp Maier topu fileden alıyordu. Sparwasser’in attığı gol Batı Almanya’yı ikinciliğe itmişti. 2 bin taraftarıyla Hamburg’ta gülen taraf sosyalizmin ülkesi oldu. Son tahlilde ise DAC, gruptan çıkma ile yetiniyor ve Batı Almanya ise şampiyon oluyordu. Batı Almanların tek mağlubiyeti Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne karşı alınmıştı. 1974 yılındaki Dünya Kupası özel bir kurala da tanıklık etmişti. İlk kez kırmızı kartın uygulandığı ve turnuva tarihinde ilk kez bir kırmızı kart gösterilen moment yaşandı orada. Buradaki ilginç an, kırmızı kartı ikinci sarı karttan gösteren kupa tarihindeki ilk Türkiyeli hakemin Doğan Babacan, kartı gören ismin ise Şili'li solcu futbolcu kaptan Carlos Caszely olmasıydı.
1978 Dünya Kupası ise başlamadan bitiyordu Sovyet takımı için. Macaristan ve Yunanistan ile girişilen grup mücadelesi sonucunda o dönemki uygulama ile UEFA / CONMEBOL Kıtalararası play-off oynama hakkı kazanan Macaristan diğer katılımcı ülke Bolivya’yı her iki maçta da yenerek turnuvaya katılmayı başarıyordu.
1982 ve 1986 Dünya Kupalarına da katıldı Sovyet takımı. Bu defa kalede ‘Dünyanın en güzel gollerini yiyen adam’ vardır. Ya da o golleri o yediği için dünyanın en güzel golleri diye adlandırılır onlar. Çoğu kez söylendiği ve yazıldığı gibi. Rinat Dasaev öyle bir kaleciydi. Sovyetler Birliği dağılana dek, 1990 Dünya kupası başarısız geçse de, katılmayı başarmıştı turnuvaya. Büyük antrenör Valeriy Lobanovski, topuk pasının mucitlerinden sayılan Sovyet futbolcu Eduard Streltsov, Simonyan, Ivanov, Banishevsky, Malofeyev, libero ekolünündeki en büyük isimlerden Albert Shesternyov, Sovyetlerin büyük forvetlerinden Byshovets, gelmiş geçmiş en büyük isimlerden Oleg Blokhin, Bobrov, Zavarov, Demyanenko, Alennikov ya da Belanov… Tüm bu isimler Sovyet futbol geleneğinin en önemli dişlilerini oluşturdular. Taa ki, Sovyet sosyalizmi ‘geçici’ bir paralizasyona maruz kalana dek.
Formalarında büyük harflerle CIS yazan, Türkçesi Bağımsız Devletler Topluluğu olan, sonrasında ise kapitalist bir bataklığa dönen ve günümüz Rusyasına bağlanan süreç 2018 Rusya Dünya Kupası’na kadar gelmiş bulunuyor. Bir zamanlar Sovyet gençlerinin, adını saydığımız sayısız emekçinin top koşturduğu bu alanlarda ‘Anayurt çağırıyor’ heykelinin altında, Şostakoviç’in en güzel bestelerini yaptığı direnişin kenti Leningrad’da, Hitler faşizminin iyiden iyiye dövüldüğü Stalingrad’ın yorgun sokaklarında piyasanın o ağır tahribatı var şimdilerde.
Ve de bir Dünya Kupası yeniden, Sovyetsiz, sosyalizmsiz ve olabildiğine aynılaşmış…
Şimdi söylesenize herkes o kadar ‘aynıyken’ bir turnuva ne kadar heyecan verebilir ki insana?
Hele ki, yoksa sosyalizm.
İsmail Sarp Aykurt / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder