Geride bıraktığımız “27 Mayıs” günü; TC Devleti’nin başındaki Erdoğan, partisi ve başkanı olduğu, iktidardaki partisi “AKP”nin, Balıkesir’de yaptığı seçim propagandası mitinginde şöyle haykırdı: “Hiçbir gücün karşısında eğilmedik!”
Bu vurgulamayı duyunca, yine gerilere doğru kayıverdim.
Bu vurgulamayı duyunca, yine gerilere doğru kayıverdim.
Eğilmek bir yana, Afganistan’ın, dahası bölgenin etkin güçlerinden biri olan “Hizbi İslam” örgütünün lideri ‘Gulbeddin Hikmetyar’ın ayak dibine oturup, ondan “feyz (!)” aldığının belgesi olan o ünlü resmi (1985) anımsamamak elde değil.
Demek “33 yıl” geçmiş, Hikmetyar’dan “feyz (!)” aldığından bu yana...
Ve değerli dostlar, Erdoğan’ın gençliğinde yaşadığı bu “Hikmetyar” konusu önemli şu sıralarda; neden derseniz, Erdoğan seçim konuşmalarında yoğun olarak gençlere sesleniyor; öğütler veriyor, onların yapmaları gerekenleri bir bir sayıp döküyor, anlatıyor, “Eyy geçler!” diye haykıra, haykıra...
Bu durumda, gençlerin kendilerine böyle seslenenin, bu çağrıyı yapanın, onca merdiveni çıkıp tepeye nasıl ulaştığını haklı olarak bilmek, öğrenmek istiyor. Ayrıca kendilerine önemli bilgiler veren, uyarılar yapanı da örnek olmaları da her zaman olası.
Eh, o zaman sürdürelim bu konuda basında yer alan birkaç olayı.
İlkin yandaş basında pek yer verilmeyip, değinilmeyenlere olabildiğince dokunarak.
Yine de uzunca bir süre gündemde kalmıştı, “Zapsu” olayı; Erdoğan’nın “özel danışmanı” olarak görevlendirilen (2006) Cüneyt Zapsu, o yılın nisan ayında ABD’de en üst yetkililerin önünde yaptığı bir konuşmada, Başbakan Erdoğan’ı bol bol övdükten sonra, “Onu delikten aşağı yuvarlamayın -kimilerine göre süpürmeyin- ‘kullanın’ (...) “kullanın’” diye seslenmekten çekinmez...
Bu “aşağılama”, Türkiye’de duyulunca, tüm yürekler kabardı. Tepki yağdı...
Ne var ki Başbakan Erdoğan’dan “tık” çıkmayacaktı... Bilmem anımsadınız mı değerli dostlar? Evet ne ses, ne seda...
Bir atasözümüz, “Sükût ikrardan gelir!” demiş; buna göre “susmak”, “kullanılmayı kabullenmek” olmuyor mu diye sormuşum bir yazımda (2.7.2010). Aslında Erdoğan’ın bu tutuma varması adım adım olmuştu.
“2003” yılında, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış; Devlet Bakanı Ali Babacan, ABD’de, Başkan Bush ile görüşürlerken, verilenden daha çok “parasal” yardım istemelerini, Bush “at pazarlığına” benzetip, bütün dünyaya da duyurmuştu... Yine, ne bu iki bakandan, ne de Başbakan Erdoğan’dan hiçbir “ses” çıkmamıştı...
Hele, Türkiye’nin “AB”ye girebilmesi konusuyla ilgili olarak, dönem dönem yayınlanan, “Avrupa Birliği İlerleme Raporu”nda, “Yolsuzluklar” diye yeni bir başlık açılması unutulmamalı...
Bunu öneren Almanya, ülkesinde görülen ünlü “Deniz Feneri Yolsuzluğu” davasında, Türk Başbakanı’nın adının bol bol anıldığının da altını çizmiştir...
Ne yazık ki, geçen yıl “ABD”de görülen “Rıza Sarraf Davası”nda da...
Değerli dostlar, yazıyı burda noktalayalım; gerisi gelecek haftaya.
Yeni de şuna değinelim; Erdoğan’ın bugün “AB”ye, “ABD”ye yaptığı “salvo”ları (yaylım atışları), onlar yıllarca önce bize yaptılar, üstelik rahatça, karşılık almadan...
Bugün, Erdoğan’ın -üstüne üstlük- Müslüman dünyanın “lideri” olarak yaptığı çıkışlara, yeri geldikçe, diplomatik bir dille eleştiriler içeren yanıtlar vermeyi sürdürüyorlar. Kuşkusuz uygulamalarını da...
“24 Haziran”ın anlamının, dış ilişkilere de, ciddi yer vererek ortaya konulması gerekir sanıyorum.
Ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder