Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş seremonisinin Meclis ayağından itibaren kendisini gösteren koyu bulutlar, kararan gökyüzü ve boşalan yağmuru nasıl yorumlamalı?.. Bu, Türkiye’nin hangi “kutbunda” olduğunuza bağlı olarak farklılaşabilir.
Bir yandan, “1923 Cumhuriyeti”nin en merkezi simgesi olan Meclis’in, yani parlamenter sistemin “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” kisvesi altında bir tek adam rejimine intikal ettirildiği duygu ve düşüncesiyle töreni izleyen milyonların ya gözlerinden açık seçik ya da kalplerinden sessiz sessiz süzülen gözyaşlarına göklerin de iştirak etmesi olarak alımlanabilir o kara bulutlar ve sağanak yağmur...
Barış Manço şarkısının sözlerinde olduğu gibi:
“Gökler ağlıyor dostlar, ben ağlamışım çok mu?..”
Buna karşılık, kendilerini “zulmetten nura” çıkardığını düşünüp ölesiye bağlılıkla bir efsaneye dönüştürdükleri karizmatik şahsiyetin “vurgun ve de tutkun”ları için onun muazzam bir güçle donanıp toplumu da, devleti de kendinde eritmesinin nişanesi olan törende aniden bastıran yağmur, “göklerden gelen ses”in de olup bitene iştiraki sayılabilir.
Onlar için de Manço’nun aynı şarkısının şu sözü makbul olsa gerek:
“Rahmet yağarken dostlar, ben ıslanmışım çok mu?..”
Her ne olursa olsun, toplumun nasıl derin bir yarla birbirinden ayrıldığının en “doğal” göstergelerinden biri sayılabilir cumhurbaşkanlığı yemin törenine eşlik etmiş o anormal hava koşullarına bakışımız!..
Makber ve mihrap
Meclis’ten sonra Anıt Kabir’deki tablo ne kadar ıssız, sessiz, kimsesiz, sönük, sıradan ve “talî” idi...
Beştepe ise nasıl da dolu, hareketli, renkli, coşkulu ve en önemlisi “merkezî” idi.
Elbette denilebilir ki bir “Kabir”den bahsediyoruz, orada temaşa beklenecek değil. (Kaldı ki “temaşa”, feci tren kazası nedeniyle Beştepe’de de iptal edilmişti.)
Ama biz Anıt Kabir’in çok daha hareketli, coşkulu, heyecanlı ziyaretlere uğradığına da fazlasıyla aşinayız. Orası laik, demokratik, parlamenter Cumhuriyet için bir nirengi noktası olmuştur hep.
Yeni sistemin nirengi noktası ise Külliye... Karşımızda cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin cismani karşılığı olan zatın Anıttepe’deki ve Beştepe’ki belirimleri arasındaki farka baktığımızda, Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım, aklımıza gelen ve hissiyatımız şu:
Anıt Kabir artık simgesel olarak da bir “makber”; eski sistem, yani parlamento, Meclis, kuvvetler ayrılığı ve anayasallık anlamında...
Beştepe ise bir “mihrap”; kuvvetlerin tek elde, tek kişide, tek iradede toplanması demek olan yeni sistem anlamında...
‘Cülûs-i hümayûn’
Erdoğan geçtiğimiz cumartesi günü yeni kabinenin kompozisyonuna ilişkin gazetecilerin sorularını yanıtlarken meclis dışından, iş dünyasından isimlerin bakan olabileceğini belirttikten sonra, benim çok takıldığım bir söz de sarf etti. “Ama sizi ters köşe de yapabilirim, Meclis içinden de olabilir bakanlar” dedi.
Hatırı sayılır bir futbolculuk geçmişi olduğu için bu “ters köşe” tabirini siyaset pratiğinde bir mecaz olarak sık sık kullanmıştır Erdoğan...
Ama bence onun siyasi hayatını en doğru aksettirecek tabir de budur. Siyasette en uzağındaki hasımlarından, en yakınındaki dava arkadaşlarına kadar herkesi, toplumu, siyaseti hep ters köşe yapmakla geçti hayatı.
Bakın mesela ne diyor 1999 yılında; siyasette “yaş haddi” hususunda:
“Türkiye’de siyasi düşünce ve parlamento daha genç, daha dinamik nesillere inmeli. Bunu sağlayabilmek için alt limit belirlenmiş. 25 iyi bir yaş. Nasıl alt limit varsa üst limit de konulabilir. Yasalar bu işe müsait değilse, partiler kendi iç tüzüklerine, adaylık şartlarına 65 yaşı aşmama şartını koyabilir. Ve bunun birilerini üzmemesi lazım. Kaldı ki Allah ömür verirse, yarın benim için de geçerli. 30 yıllık deneyimimden edindiğim tecrübe bu” (akt. Fehmi Çalmuk, “Recep Tayyip Erdoğan-Bir Dönüşüm Öyküsü” [R. Çakır’la birlikte], 2001, s. 100).
Demek ki onun da, bizim de görecek günümüz varmış! Bugün o, 64 yaşında ve 65’inden gün almış olarak başkanlık koltuğunda. Allah ömür verirse en az 70’ine kadar da orada. Sonrası da Allah kerim!..
İşte size ters köşe!..
Daha ne “ters köşe”ler var; hemen bir diğeri (Erbakan’ı ima ile konuşuyor):
“Artık şahıs merkezli, ben merkezli siyaset dönemi bitmiştir. Lider hegemonyası istemiyoruz. İşte yenilik. Bir kadro yönetecek partiyi. Liderin gölgesi düşmeyecek. Katılımcı, çoğulcu bir demokrasi anlayışını hayata geçireceğiz” (aynı kitap, s. 110).
Bu sözleri 2001 yılında etmiş olan kişi, şimdi yola beraber koyulduğu hemen herkesi ıskartaya çıkarmış mahiyette tek başına, şahıs-merkezli, ben-merkezli, lider-hegemonyalı/gölgeli ve katılımcıçoğulcu demokrasinin beşiği Meclis’i de fiili anlamda büyük ölçüde tarihe gömmüş olarak karşımızda. Ve monarşilerde alışık olduğumuz tarzda bir tahta çıkma ya da bir dostumun cuk oturan tabiriyle “cülûs töreni” denilebilecek bir gösteri eşliğinde kendi mutlakıyetini geçirdi hayata...
Kabinede “ters köşe” yapsa n’olur; memleketi “ters köşe” yaptı esas o...
Tayfun Atay / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder