Dalkavukluk, dalkavukluk yapılana düzenlenen komplodur her şeyden önce. Dalkavuk da dalkavukluk yaptığı kişi de bunu fark etmeyebilir, ama öyledir.
Aradan yıllar geçti, uzun yıllar. Kendisinden mi duymuştum yoksa bir yazısında mı okumuştum, kalmamış aklımda. Demirtaş Ceyhun ağabey çok ama çok sevdiği Aziz Nesin için yazdığı bir yazıda “o bir dâhidir” deyince, Nesin, “Bir daha yazma böyle şeyler. Ben de senin dâhi olduğunu biliyorum, ama kimseye söylemiyorum” demiş. Böyle kalmış aklımda.
Demirtaş ağabeyin, Aziz Bey’e “dâhi” derken amacının “dalkavukluk” yapmak olmadığını herkes anlayabilir. Demirtaş Ceyhun da edebiyatımızın en iyilerindendi, onun Aziz Nesin’e ilişkin yargısı sevdiklerine övgüsünde ölçüsüz derecede cömert olmasındandır, yakından tanıyanlar bilirler. Kaldı ki, karanlık bir paçavrada şu sıralar hakkında ileri geri konuşulan Aziz Bey bence de dâhiydi. En önemli özelliği kendisine yönelik övgülerde son derece “serinkanlı” oluşuydu. “Büyük insan” olmanın birkaç önemli şartından biridir bu.
“Adam” yeni milletvekili olmuş, söylediği ilk sözü “2002’deki Dünya Kupası’nda ülkemizin Başında Erdoğan olsaydı, biz final oynardık” oluyor. “Adam”ın Erdoğan’ın yıllardır “ülkenin başında” olmasına rağmen finali oynayamadığımızı akıl edemeyişi, Batı dillerinde “Flattery” olarak geçen, “yağcılık”, “dalkavukluk” gibi son derece utandırıcı bir davranış kalıbına bürünmüş olmasından, dolayısıyla bu durumun aklını başından almasından kaynaklanıyor muhtemelen. Bu Flattery’nin Fransızcadaki karşılığının “masaj yapmak” ya da “okşamak” anlamlarına geldiğini de söylerler ki herhalde doğrudur.
“Yanlış övgü” olarak tanımlanan Dalkavukluk’tan eski Yunanlardan bu yana nefret edildiğini söylerler. Ben de onlar gibi “Flattery”e iyi gözle bakmayanlardanım. İki gerekçem var. Övgüde sınırı aşmış olanın niyetinin aslında övgü olmadığını bilirim. İkincisi de dalkavuğun, dalkavukluk yapayım derken kendi varoluşuna da zarar verdiğini düşünürüm. Ondan daha fazla düşünürüm hatta. İnsan kendini o hale neden düşürür ki?
Dalkavukluk, dalkavukluk yapılana düzenlenen komplodur herşeyden önce. Dalkavuk da dalkavukluk yaptığı kişi de bunu fark etmeyebilir, ama öyledir. Dalkavuğun övgülere boğduğu kişi gerçekten o övgüleri hak eden biriyse, kendisine yapılan dalkavukluk ona bir şey kazandırmaz. Ama dalkavuğa çok şey kazandırabilir. Milletvekili olabilir, Bakan yapılır vs.
Yani, üzülerek vurguluyor, özendirici olmaktan da çok korkuyorum ama belirtmeliyim ki dalkavukluk, dalkavuğu istediği hedefe ulaştırabilir. Edmund Spenser, Faerie Queene adlı kitabında Kraliçe I. Elizabeth’i onurlandıran dalkavukluklar yapmıştır. Faydasını da görmüştür derler. William Shakespeare öyle değildi bildiğim kadarıyla, Macbeth oyununun zamanın İngiltere Kralı James’i son derece sinirlendirdiği bilinir. Hiç hak etmediği halde “ikiyüzlülükle/faydacılıkla” suçlanan büyük Niccolò Machiavelli o muhteşem kitabı Prens yüzünden dönemin egemeni Lorenzo II. Medici’yi delirtmiştir öfkeden.
En masum açıklaması “övgüdeki abartı” olan dalkavukluğun bir sosyal davranış bozukluğu olduğunu belirtmeye gerek var mı? Şu sözünü ettiğim “adam”ın bu bozukluğu Meclis’te Ahmet’e (Şık) saldıran güruhun içinde yer almasından da belli değil mi? Dalkavukluk sözde kalmaz, eyleme de dökülmelidir. En çok dalkavuk bağırmalı, en çok dalkavuk saldırgan olmalıdır. Sürekli “suç” üreten bir mağdur olma halidir bu. Tüm dalkavuklar, tüm o hin oğlu hinliklerine ragmen, ciddi bir yaşam mağdurudurlar çünkü. Mağduriyetlerini gidermek için saldırganlaşmaları gerek.
Dalkavukluk, toplumsal değerler sistemi içerisinde aslında bir “suç”tur da. Toplumda iyi gözle bakılmaz bunlara. Umarım aklımda yanlış kalmamıştır ama İlahi Komedi’de Dante, dalkavukların sözlerinin dışkıya eşdeğer olduğunu belirtir. Ama çoğunlukla, tekrarlıyorum bir kez daha, dalkavukluk ciddi bir mağduriyet demektir. Oluşmamış/olgunlaşmamış bir kişiliğin güçlüye övgü yoluyla kendini var etme çapsızlığı, mağduriyettir. Öne hiçbir biçimde fırlayamamış olanın “ben de varım” çığlığı bir anlamda.
Başka ne olabilir?
Dalkavuk kimdir peki?
Kendisine sorsanız en azından “Manav Mehmet Efendi” olmadığını söyler. Dalkavuğun kendine dalkavukluğu ayrıca faciadır, bu arada. Kendini avamdan ayırmak için böyle bir laf ettiğinde o kadar seversiniz ki “Manav Mehmet Efendi”yi, o kadar olur. Manav değilse de aynı toplumsal kategoride yer alan herhangi bir Mehmet efendiden söz edeyim size. Hayli zaman önce bir köye giden bir Bakan köylülerle konuşurken muhabbet köylülerin şehre gitmek için hangi yolu kullandıklarına gelir. Anlatır köylüler. Sorunlarının farkında olduğunu bilmelerini istercesine köylülere “iyi de dağlar arasında kısa patika bir yol varmış. Oradan gidin. Ben olsam oradan giderim” diyen Bakan’a Mehmet efendilerden biri atılıp “olmaz, oradan giderseniz ölürsünüz beyim” der. Bakan sorar. “Neden?” Mehmet efendi Mehmet efendi olduğu için aklına Bakan’a dalkavukluk yapmak, “siz ne derseniz doğrudur” demek gelmediğinden, “ölürsünüz, çünkü o yolda çoook eşşek telef oldu” olur yanıtı. Dalkavuk o nedenle Manav Mehmet Efendi değildir. Dalkavuk “Ben Manav Mehmet Efendi değilim” diyorsa, “doğrudur” deyin.
Dalkavuğu idare “sanatı”
Herkes ustası olamaz bu “sanat”ın. Ciddi bir yetenek, hayranlık uyandıran bir beceri, dalkavuğun ruh halini bilme bilgeliği ister. Süleyman Demirel dalkavuğu gözünden tanırdı. Yıllarca, içinde bulunduğu partinin büyüklerine yaranmak için Demirel’e hakaretler, küfürler eden bir milletvekili bir süre sonra Demirel’in partisine girdiğinde yakınındakiler sordular, “Beyefendi, bu adam yıllarca size, bize küfür etti, partimizde ne işi var?” diye. “O bir köpektir, karşı taraftan bize havlayacağına, bizden karşı tarafa havlasın” oldu Demirel’in yanıtı. Dalkavuğa havlayacağı yeri tayin etmek büyük sanattır. Ben, nacizane, muhterem AKP Genel Başkanı’nı da takdir edenlerdenim, o da kendisine hakaret, küfür yağdıranları partisinde iyi yerlere getirdi. Haklıdır, ne yapabilirdi ki başka?
Genel Başkan da mağdur
Karşınızdaki bırakın övgüde cömert olsun, övgünün muhatabıysanız, sonuna kadar hak etmiş de olsanız, kendiniz için söylenenleri kabul eder duruma düştüğünüz an, mutevazılık durağından hızla uzaklaşırsınız. Abartılı ya da yanlış biçimde övülen için çok zor bir durumdur bu. İnsan yaşamı kısa sayılmaz, uzun bir yolculuktur. Ara sıra mütevazılık duraklarında soluklanmak gerekir. Hiç değilse ara sıra. Yalan değil, hiçbir muhabbet beslemediğim, ancak bu dalkavukluklar yüzünden haline bir hayli üzüldüğüm AKP Genel Başkanı’nın da bundan memnun olmadığını düşünüyorum. Memnun olmamalı. Hayatımda yönlendirici hiçbir etkisi olmayan İslam Peygamberi’nin “sizi övenin yüzüne toprak atın” dediğini ben biliyorsam o da biliyordur kuşkusuz. Bütün bu dalkavukluklar Genel Başkan’ı “kendi gerçeğinden” uzaklaştırabilir de. Çok dikkat etmeli buna.
Bayılırım Cenap Şahabettin’e. “Dalkavuklar ne kadar yükselseler, kendilerini yükselten tekme izlerini arkalarından silemezler” der. Dalkavuk kıçındaki tekme izinden tanınır. Eninde sonunda, Şahabettin’in yükselmek için yenen tekme diye tanımladığının dışında, bir kenara atılmak için mutlaka yiyeceği diğer tekme izinden yani. Futbolcu eskisi de, “türkücü” de gün gelecek unuttuğumuz yüzlerinden değil, kıçlarındaki o tekme izinden tanınacaklar.
Tamam, berbat da olsa “insanlık durumları” bunlar. Ne demişti usta; “insana ait hiçbir şey bana yabancı değildir. Yani olacak bunlar tabii.
Yine de kabullenmek kolay değil doğrusu. Yani insanlığın oldugu her yerde dalkavukluk vardır tabii de, dalkavuklugun oldugu yerde insanlık yoktur.
Şunu öğrendik dalkavuğun sözünden; ne kadar çok “Manav Mehmet varsa”, o kadar az dalkavuk vardır toplumda.
Kendisi söyledi adam.
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder