Bir ülkenin Rusya’yla kanlı bıçaklı olmasından birkaç sene sonra ABD’yle büyük kriz yaşaması pek de normal karşılanmasa gerek. Dünyanın bir türbülanstan geçtiği açık. Haliyle, güç dengelerinin yeniden değiştiği bu dönemde Türkiye de kendini konumlandırmaya çalışıyor.
Bir yanda NATO üyesi ve kâğıt üzerinde kalsa da AB adayı bir ülke. Diğer yandan ara ara Şangay İşbirliği Örgütü’ne girmekten bahseden, Rusya’yla ilişkilerini geliştiren bir ülke.
Batı bloku ve Rusya arasındaki ilişkiler de kesin çizgilerle tespit edilecek gibi değil. ABD başkanı Donald Trump’ın Putin’e hayranlık derecesinde yakınlığı ortada. Rusya’nın ABD seçimlerini manipüle ettiği iddiaları ABD’de hâlâ soruşturma konusu. Avrupa’nın aşırı sağ ve popülist hareketlerinin de Rusya tarafından desteklendiği görülüyor.
Ekonomik gelişmeyle beraber orta sınıfın demokrasi talebinin artacağı ve Çin’in demokratikleşeceği öngörüsü de suya düşmüş halde. Henüz hâlâ büyük oranda bölgesel bir güç olan Çin’in uluslararası büyük bir aktöre dönüşme yolunda hızlı adımlar attığı da.
Velhasıl, eski dünyanın yıkıldığı, ancak ne şekilde ve nereden yıkılacağının hâlâ belirsiz olduğu bir zaman diliminden geçiyoruz. Haliyle, kurulacak yeni dünyanın neye benzeyeceği de bir o kadar belirsiz. Bu durumda ortalığın toza dumana boğulması da anlaşılır.
Türkiye bu kritik döneme bir rejim değişikliğiyle giriyor. İktidar yanlıları, güçlü tek adam idaresinin tarihin böyle bir anında iyi bir çözüm getireceği fikrinde. Oysa bu rejim değişikliği, devletin Osmanlı’nın son dönemlerinden beri gelen kurumlarını ortadan kaldırmakta ve böylelikle güçsüzleştirmekte.
Kurumların nasıl çökertildiği dışarıdan da gözlemlenebiliyor. Hukuk devleti ve dolayısıyla yargı bağımsızlığının rafa kaldırıldığının bilincinde olan ABD, vatandaşı din adamı Andrew Brunson’ın serbest bırakılması için doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’la pazarlığa oturuyor. Pazarlık koşullarına uyulmadıklarını düşündüklerindeyse yaptırıma kadar gidebilecek sert tedbirlerden bahsediyorlar. Bunda elbette kendini dünyanın en iyi müzakerecisi zanneden, bu konuda kitaplar yazmış Donald Trump’ın üslubu da rol oynamakta.
Gelgelelim, Türkiye’nin Brunson’ın akıbetine bağımsız yargının karar vereceğine ve Türkiye’de hukuk devleti bulunduğuna yönelik açıklamalarının hiçbir etkisi yok. Ülkemizde yargının bağımsız olduğunu ileri süren kimsenin ciddiye alınmayacağı bir hukuki cehennem yaşanıyor.
Bunun haricinde bizzat Erdoğan, Brunson-Gülen takasını ima ederek “ver papazı, al papazı” açıklamasıyla yargı bağımsızlığının bulunmadığını ikrar etmiştir. O meşhur konuşmasında verin bize papazı dedikten sonra “yapalım yargıda şeyini, size verelim” de demektedir.
Siz, “yargıda şeyini” yapacağınızı söyledikten sonra, yargı bağımsızlığını ileri sürerek, ABD’nin tehditlerine güçlü bir itirazda bulunamazsınız.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya, Osmanlı’yı Osmanlı değil Enverland olarak değerlendiriyordu. Bugün de Türkiye, Türkiye diye değil Erdoğanistan olarak değerlendirilmekte.
Tek adam rejimiyle devletin güçlenmeyeceğini aksine zayıflayacağını görmekteyiz.
Kurtuluş Savaşı’nı bile Meclis’le yürüten bir siyasi geleneğin vardığı yer acıklı.
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Bir yanda NATO üyesi ve kâğıt üzerinde kalsa da AB adayı bir ülke. Diğer yandan ara ara Şangay İşbirliği Örgütü’ne girmekten bahseden, Rusya’yla ilişkilerini geliştiren bir ülke.
Batı bloku ve Rusya arasındaki ilişkiler de kesin çizgilerle tespit edilecek gibi değil. ABD başkanı Donald Trump’ın Putin’e hayranlık derecesinde yakınlığı ortada. Rusya’nın ABD seçimlerini manipüle ettiği iddiaları ABD’de hâlâ soruşturma konusu. Avrupa’nın aşırı sağ ve popülist hareketlerinin de Rusya tarafından desteklendiği görülüyor.
Ekonomik gelişmeyle beraber orta sınıfın demokrasi talebinin artacağı ve Çin’in demokratikleşeceği öngörüsü de suya düşmüş halde. Henüz hâlâ büyük oranda bölgesel bir güç olan Çin’in uluslararası büyük bir aktöre dönüşme yolunda hızlı adımlar attığı da.
Velhasıl, eski dünyanın yıkıldığı, ancak ne şekilde ve nereden yıkılacağının hâlâ belirsiz olduğu bir zaman diliminden geçiyoruz. Haliyle, kurulacak yeni dünyanın neye benzeyeceği de bir o kadar belirsiz. Bu durumda ortalığın toza dumana boğulması da anlaşılır.
Türkiye bu kritik döneme bir rejim değişikliğiyle giriyor. İktidar yanlıları, güçlü tek adam idaresinin tarihin böyle bir anında iyi bir çözüm getireceği fikrinde. Oysa bu rejim değişikliği, devletin Osmanlı’nın son dönemlerinden beri gelen kurumlarını ortadan kaldırmakta ve böylelikle güçsüzleştirmekte.
Kurumların nasıl çökertildiği dışarıdan da gözlemlenebiliyor. Hukuk devleti ve dolayısıyla yargı bağımsızlığının rafa kaldırıldığının bilincinde olan ABD, vatandaşı din adamı Andrew Brunson’ın serbest bırakılması için doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’la pazarlığa oturuyor. Pazarlık koşullarına uyulmadıklarını düşündüklerindeyse yaptırıma kadar gidebilecek sert tedbirlerden bahsediyorlar. Bunda elbette kendini dünyanın en iyi müzakerecisi zanneden, bu konuda kitaplar yazmış Donald Trump’ın üslubu da rol oynamakta.
Gelgelelim, Türkiye’nin Brunson’ın akıbetine bağımsız yargının karar vereceğine ve Türkiye’de hukuk devleti bulunduğuna yönelik açıklamalarının hiçbir etkisi yok. Ülkemizde yargının bağımsız olduğunu ileri süren kimsenin ciddiye alınmayacağı bir hukuki cehennem yaşanıyor.
Bunun haricinde bizzat Erdoğan, Brunson-Gülen takasını ima ederek “ver papazı, al papazı” açıklamasıyla yargı bağımsızlığının bulunmadığını ikrar etmiştir. O meşhur konuşmasında verin bize papazı dedikten sonra “yapalım yargıda şeyini, size verelim” de demektedir.
Siz, “yargıda şeyini” yapacağınızı söyledikten sonra, yargı bağımsızlığını ileri sürerek, ABD’nin tehditlerine güçlü bir itirazda bulunamazsınız.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya, Osmanlı’yı Osmanlı değil Enverland olarak değerlendiriyordu. Bugün de Türkiye, Türkiye diye değil Erdoğanistan olarak değerlendirilmekte.
Tek adam rejimiyle devletin güçlenmeyeceğini aksine zayıflayacağını görmekteyiz.
Kurtuluş Savaşı’nı bile Meclis’le yürüten bir siyasi geleneğin vardığı yer acıklı.
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder