Cuma günü, toplantı Dolmabahçe’de. İş dünyası ile. Perşembe günü, toplantı telekonferansla. Yabancı yatırımcılarla… “Modelin’’ yeni olmadığını anlamanın bir yolu da bu. Model, öncelikli olarak büyük sermayeyi memnun etmeyi, yabancı yatırımcıyı ikna etmeyi gerektiriyor. Meselenin özü bu.
Bilerek, isteyerek, adım adım kurdukları düzen bunu gerektiriyor zira. Bir yandan da toplumun, meselenin Ayşe Teyze’nin meselesi olmadığına da ikna edilmesi gerekiyor. ‘’Eee, onu da birileri yapar canım’’ diye düşünüyor olmalılar! Ne de olsa kendi siyasi cenahlarından olmadığı izlenimi verilebilecek şarkıcılara yandaş mecralarda ‘’esasında bir sorunumuz yok’’ dedirtmişler 24 Haziran seçimlerinden bu yana. Yine dedirtirler.
Ekonomide yaşanan krize karşı, cambaza bak, diyecek birileri nasıl olsa çıkar rahatlığıyla hareket ediyor iktidar. Birisi çıkar “aynı gemideyiz, susun” der, nasıl olsa. Birisi sosyal medyada TL’nin döviz karşısında sadece yılbaşından bu yana neredeyse 3 TL, yani yüzde 80 değer kaybettiğini yazarsa ‘’hukuki’’ işleme giden yolun taşlarını döşer. Birisi “şimdi milli birlik beraberlik zamanı, kenetlenmeliyiz, bu sorunun kaynağı olduğunu bildiğimiz iktidarın yanına hizalanmalıyız” diye demeçler verir. Denilmeyeni de tek adam der zaten… Savaş, siyasal İslam sosu ekleyiverir üzerine.
İş dünyasıyla toplantı birinci Londra çıkarması kadar etkiliydi düşünülürse. Birinci Londra çıkarması mayısta gerçekleşmiş; Cumhurbaşkanı tüm dünyaya, fiilen yürürlükte olan Başkanlık rejimi 24 Haziran seçimleriyle resmileştiği takdirde para politikasının doğrudan kendi şahsına bağlanacağını duyurmuştu. Ekonominin kurumlarla değil şahsileşmiş karar mekanizmalarıyla, kurallarla değil keyfilikle, hukukla değil dayatmayla yönetileceğinin ilanıyla onlarca kuruş kaybetti TL.
Bir de 10 Ağustos Dolmabahçe toplantısı var. Kurumsal çöküş, hukuksuzluk ve keyfiliğin üzerine, lakaytlığın da eklendiği o meşum toplantı. Kimini terleten, kiminin saçını rüzgârda uçuran bir hava, adeta toplantının içinde bulunduğu belirsiz ortamı da tarif eder gibiydi o gün. İşin ciddiyetini anlamamış, yaşanan krizin ağırlığını küçümseyen, kurduğu düzenden duyduğu memnuniyet gözünü toplumun yüzde 99’unun yaşadığı ve yaşaması muhtemel ağır koşullara kör etmiş, uyarılara kulağı sağırlaşmış bir lakaytlık bu.
Sonucu da 9 Ağustos’ta 5.55 TL olan dolar kurunun 10 Ağustos’taki Dolmabahçe buluşması sonrası 6.43 TL seviyesine çıkışı. Yaklaşık 90 kuruşluk, yüzde 16’lık bir değer kaybından bahsediyoruz. Bir tek gün içerisinde üstelik! Yaşadığımızın ismini koyalım. Kriz. Devalüasyon. Bu rakamlarla tercüme ediliyor hayatımıza.
Dolmabahçe iş dünyası toplantısının yansıttığı sadece lakaytlık ve aymazlık değildi, daha önemlisi ‘’kararlılık’’, ‘’değişim hedefi’’, ‘’katılımcılık” balonunun patlamasıydı. Nasıl patladığı da çok açık. Rejim değişti. Katılımcılıktan kastın tek kişinin katılımı olduğu herkes tarafından anlaşılmış durumda. Hedeflenen bir değişim olmadığı da açık. İşte kriz yüzde 99’u yutarken, toplantılar da uygulamalar da rantçı yandaş sermayeyi koruyup kollama, finans kapitalle helalleşme üzerine…
Bu rejim dış borca dayalı. Bu rejim rantçı sermayeyle el ele vermiş bir siyasetin sınıfsal tercihiyle şekillendirildi. Bu rejim yüzde 1 zenginleşsin diye yıllardır yüzde 99’u ekonomik ve sosyal olarak yok saydı. Şimdi müjdelenen de rejimin aynen böyle devam edeceği.
Maliyeti kime derseniz… Geçmediği köprülere zamlarla ve vergilerle ortaklaştırılan Ayşe Teyze’ye… Pazarda filesi pahalanan Fatma Teyze’ye… Tarlasını sürerken artan gübre fiyatlarından kalbi sıkışan Süleyman Amca’ya… Küçük sanayide üretimini ayakta tutmak için, zamlanmış çeliği satın almak zorunda Mehmet Amca’ya…
O zaman biz buradan bir kez daha yazalım. Bu krizin sorumlusu iktidardır. Krizin sebebi bu iktidarın bilerek, isteyerek, sınıfsal bir tercihle kurduğu ekonomik ve sosyal düzendir. Dış borçla kendini idame ettirmek iktidarın siyasi tercihidir. Bilerek, isteyerek Türkiye ekonomisini dışarıya göbekten bağlayan bir ekonomik model kurdu bu rejim. İthal girdiye bağlı, dışarıdan borçlanmaya bağlı bir üretim yapısını, aldığı siyasi kararlarla itinayla inşa etti. Yani Türkiye ekonomisini dış dünyanın iki dudağı arasına sıkıştıran bu iktidar oldu.
Aldığı borcu, üretim kapasitesine değil yandaş zenginleştirecek rantçı ve talancı beton yığınlarına gömmeyi seçti. Bunu yaparken çalışan ve hakkıyla üreten bütün güçleri yok saymayı seçti. Bilerek ve isteyerek. Ve tüm bu yaşadıklarımız baskıyla, korkuyla ve kutuplaşmayla toplumsal barışı dinamitleyen ve kurduğu düzenin yasal yapısını da rejim değişikliği ile tek adamlığa hapseden modelin sonucu. Yani sorumlusu, bu düzeni bilerek ve isteyerek kurmuş olan bu iktidar.
O zaman çarenin ilk adımı, çözümü kalıcı kılacak olan şey her şeyden önce bu iktidarın istifasıdır. Yeni bir siyasetin oluşması, ekonomik krizin çözümü için bir zorunluluk. En az para politikası kadar, en az finansal istikrar adımları kadar, en az maliye politikasının niteliği kadar önem taşıyor. Çünkü tüm bu politikaların tercihini şekillendirecek olan siyasetin ortaya koyacağı tercih. Sorunu kendi elleriyle yaratan bu iktidar, bırakın çözüm üretmeyi, doğası gereği üretilen çözümün bir parçası bile olamaz.
Bu iktidarın tercihi çok açık. Acı reçeteyi dayatmaya hazırlanıyor. Halka dolar yaktıracak, yastığının altına ve cebine el uzatacak ama Saraylarda iş dünyasıyla, sanal alemde de finans kapitalle buluşacak.
Bizim tercihimiz de açık. Bir kaynak ihtiyacı varsa milyonlarca emekçinin, KOBİ’nin, esnafın bütçesine el uzatan vergilerle zamlarla değil, rant vergisiyle toplanacak o kaynak! Merkez Bankası başkanının müjdelediği gibi yüzde 20’leri aşacağı kesinleşmiş enflasyon karşısında yüzde 5’lik gerçekdışı enflasyon hedefiyle fakirleştirilmeyecek halk. O kaynak döviz ve Hazine garantili mega projelerle beslenen rantçı sermayenin bütçesinden çıkmalı. Vakit kaybedilmeden dolar endeksli bu garantileri, geçiş ücretlerini TL’ye çevirmeli. Acilen garantilerden vazgeçilmeli, rant–iktidar işbirliği projeleri terk edilmeli. Çünkü o dolar endeksli köprüden geçen kamyoncu Ahmet Amca ödüyor maliyetini. Çünkü o köprüden geçmediği halde Hazine garantilerinin bütçeye getirdiği ve getireceği yükü karşılamak için ısınmasına, elektriğine, ekmeğine zam gelen ve vergi artışlarıyla burun buruna kalan Ayşe Teyze yükleniyor maliyetini.
Hani o dolara ne ihtiyacı var ki denen, yastığının altına el uzatılan ve on yıllardır bu düzende inancı ve kimliği nedeniyle istismar edilen Ayşe Teyze…
SELİN SAYEK BÖKE / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder