ODTÜ Sosyoloji’de Devrimci Marksistler adlı Troçkist gruptan ODTÜ-ÖTK sınıf temsilcisi oldum, ama genel olarak yıldızlı yumruğu destekliyordum. Tıpkı Eskişehir’deki gibi tüm sol siyasetlere eşit davranmaya çalışıyor, farklılıklarımızla zengin olduğumuzu, sosyalizmin böyle olduğunu düşünüyordum.
Bazı zamanlar vardır, sonsuzluğa dönüşür. Bazı anıların mevsimlere dönüşmesi gibi. Bazı nehirler vardır, sanki sizinle beraber doğmuşlardır, çocuk olmuşlardır, sonra genç, akışlı, yüksek, yatağına sığmaz, sonra yorulmuş, yavaşlamış ve durgun bir göl olmuşlardır. Bazı şehirler vardır, gencecik evlatlarını, kızlarını, oğullarını yitirmiş, dağlara denizlere sığmayan acılarını içlerine akıtmış, onlardan sessiz akan bir nehir yaratmış ve onun kıyısında oturup ağlamış, yaralarını sarmış, yepyeni şehirler olmuşlardır.
Çalıkuşu’yla benzer süreçlerden geçmişiz. Babam da TİP üyesi bir kaportacıydı. Beni o zamanlar TİP kurucularından olan şimdinin ünlü avukatı Turgut Kazan ile tanıştırdı, yine partinin önde gelenlerinden Gündüz Mutluay’ı da tanıdım. Fakat benim gönlümde bilimsel sosyalizmden çok, nehirsel, şiirsel sosyalizm vardı. Aşk gibi bir şeydi sosyalizm, doğal, yaz günü gibi, sular gibi, güneş gibi, gökyüzü gibi açık mavi bir şey yani. Okuyordum, çok okuyordum. Sonra da kendimi Troçki’nin akıcı üslubuna kapılmış buldum. Köprübaşı’nda küçükten de küçük bir mağazamız vardı, 2 yıl önce yitirdiğim canım kardeşim Halil işletti sonraları. Liseyi bitirip Eskişehir’e döndüğümde 1 yıl orayı çalıştırdım. Abut denilen pasajın içinde Can Bebe adlı bir konfeksiyon dükkanı. Hemen tüm siyasetlerin, TSİP, Halkın Kurtuluşu, İGD ve diğerleri dergilerini bizim dükkana koyar, oradan alıp bağırarak satış yaparlar, bazen de o küçücük dükkanda iki karşıt siyasetin insanları karşılaşır, ters ters bakışırlardı.
Kitapta anlatılan Yüksel Tuna, Mustafa Taylan, Fikret Dıranas, hepsini tanıdım. Yüksel’in plak dükkanı vardı, aynı mahallenin çocuğuyduk. Taylan ile kitapçısında sık buluşur konuşurduk, Fikret’se bizim pasajın yan çıkışındaki terzinin oğluydu. ODTÜ Sosyoloji’de Devrimci Marksistler adlı Troçkist gruptan ODTÜ-ÖTK sınıf temsilcisi oldum, ama genel olarak yıldızlı yumruğu destekliyordum. Tıpkı Eskişehir’deki gibi tüm sol siyasetlere eşit davranmaya çalışıyor, farklılıklarımızla zengin olduğumuzu, sosyalizmin böyle olduğunu düşünüyordum.
Canım Çalıkuşu, Eskişehir’de devrimcilerin evi, yurdu, abisi, kardeşi oldun hep, direnmenin güleryüzü oldun. Yaşamını kazanmak kadar, devrime insan kazandırmak için de fotoğrafçılık yaparken, ‘Foto Çalıkuşu’ der, gülerdin. Kardeşin Nurettin’le artık daha çok ölümlerde, cemevindeki anmalarda, yemeklerde karşılaşıyoruz. Seninle o zamanki devrimcilerin marşı haline gelen, Ruhi Su’nun “Drama Köprüsü”nü söyleyip yumruklarımızı havaya kaldırdığımız geceleri unutamıyorum.
Devrim günleri, Eskişehir, Ankara, ODTÜ, yani tarihimiz, yoldaşlığımız, unutulur mu?
Bazı zamanlar vardır, sonsuzluğa dönüşür. Bazı anıların mevsimlere dönüşmesi gibi. Bazı nehirler vardır, sanki sizinle beraber doğmuşlardır, çocuk olmuşlardır, sonra genç, akışlı, yüksek, yatağına sığmaz, sonra yorulmuş, yavaşlamış ve durgun bir göl olmuşlardır. Bazı şehirler vardır, gencecik evlatlarını, kızlarını, oğullarını yitirmiş, dağlara denizlere sığmayan acılarını içlerine akıtmış, onlardan sessiz akan bir nehir yaratmış ve onun kıyısında oturup ağlamış, yaralarını sarmış, yepyeni şehirler olmuşlardır.
Eskişehir’den söz ediyorum, şehrimden, şehrimizden. Hem eski hem yeni olabilmiş bir şehirden. Orada doğmuş, çocuk olmuş, genç olmuş, ayrılmak zorunda kalmış, sonra da bir daha dönememiş bir sakini, yerlisi değil ‘yersiz’i olmuş biri olarak, o şehrin ruhumuzu nasıl ele geçirdiğinden, nerede olursak olalım bizi terk etmediğinden, vefalı oluşundan, nereye gidersek gidelim aslında hep orada olduğumuzdan. Bizimle çocuk, bizimle genç olan bir şehirden.
Ayrıntı Yayınlarının Yakın Tarih dizisinden bir kaç tanıklık okudum. Yakın Tarih, yakıcı tarih, acılı tarih, bizim tarihimiz. Yoldaşlığımızın tarihi. İnancımızın, hiçbir zaman vazgeçmeyişimizin, vazgeçmeyeceğimizin tarihi. Birgün Mutlaka diyerek çıktığımız bu devrimci yolda hep yürüyeceğimizin tarihi.
Bu kez çok yakından bir kitap yayımladı Ayrıntı, Ersin Toker’in yazdığı Porsuk Durgun Akardı (Temmuz 2018), altbaşlığı Mustafa Çalıkuşu Anısına. İkisi de benim en kıymetli hatıralarım arasında, hem Porsuk hem Çalıkuşu. Çocukluğum ve gençliğim. Dere ve nehir halimiz. Toker, Çalıkuşu’na adadığı kitabında, Eskişehir’de 80 öncesi devrimci mücadeleyi genel çizgileriyle belirtirken, özel ve ağırlıklı olarak Dev-Genç ve Devrimci Yol örgütlenmesini anlatıyor. Tabii diğer sol siyasetlerden, önde gelen devrimcilerden, devrimci mahalle ve bölgelerden, eylemler, çatışmalar, sorgulamalar, arkadaşlıklar, ayrılıklar, izlenmelerden…
Kitapta anlatılan Mustafa Çalıkuşu’yla Alevi- Bektaşi kültüründeniz. Çocukken geçirdiği felç yüzünden yürüme ve konuşma zorluğu çeken Çalıkuşu, yoksul bir ailenin abisi olarak kendini erkenden ve iyi yetiştirmiş bir devrimciydi. 6-7 yaş büyüğümdü. O zamanlar hem içinde yetiştiğim Alevi kültürünün hem de oturduğumuz işçi ve yoksul mahallelerinin etkisiyle daha ortaokula başladığımda solcu olmuştum. 1969 ya da 1970 yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası’na (TÖS) gidip, onların öğretmen boykotunu destekleyen bir konuşma yapmıştım. 1971’de de Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamına karşı, küçük daktilomda bir kaç yazı yazıp, lise 1. sınıftaki arkadaşlarıma dağıttığım için siyasi şubede 1 hafta ağırlanıp, 1 ay kadar da askeri tutukevinde yatmıştım, tabii tanımadığım 2 lise öğrencisiyle de örgüt kurdurmuşlardı bize! Çalıkuşu o zamanlar Karapınar’da oturuyordu, biz Kurtuluş Mahallesi’nde. Komşu mahallelerdi. Onların Karapınar’daki evlerine giderdim ya da Çalıkuşu bizim Göçmenevleri’ndeki evimize gelirdi. Kardeşi Nurettin her zaman en büyük yardımcısı oldu onun.
Kitapta ‘feodal sevgi’den söz ediliyor ve onun azalmaması gerektiği yolunda bir diyaloğa yer veriliyor. Büyük şairimiz Ahmed Arif’in söyleşilerinde de geçer bu, sevgide feodal olmaktan yanadır. Yani, yakınlık, sıcaklık, çıkarsızlık anlamında. Hiç unutmam, akrabamız, Çifteler’e bağlı Sadıroğlu köyünden, Çakal lakabıyla maruf, şimdi İzmir’de, Hasan’la klasik kitaplarımız olan Sosyalizmin Alfabesi, Felsefenin Temel İlkeleri’ni okur, Porsuk kıyısında, şimdi öğrenci kafeleri ve barların doldurduğu, 40 yıl önce çay bahçeleri, lunapark, yazlık açıkhava sinemaları ve konser mekanları olan Adalar’da gezerken, muhtemelen bir Yılmaz Güney filmi de izledikten sonra, bu kitaplardaki kavramlar üzerine konuşur, tartışırdık. Hasan, toplumların gelişim çizelgesinde sırasıyla kapitalizm, sosyalizm sonra da feodalizm aşamalarının geldiğini iddia eder, ben de buna karşı çıkardım! O zamanlarda bilgiden çok kalple, vicdanla, merhametle ve hiç kuşkusuz yetiştiğimiz kültürün değerleriyle solcu ya da devrimci olduğumuz için böyle komik yanlışlıklar da yapardık!
Ayrıntı Yayınlarının Yakın Tarih dizisinden bir kaç tanıklık okudum. Yakın Tarih, yakıcı tarih, acılı tarih, bizim tarihimiz. Yoldaşlığımızın tarihi. İnancımızın, hiçbir zaman vazgeçmeyişimizin, vazgeçmeyeceğimizin tarihi. Birgün Mutlaka diyerek çıktığımız bu devrimci yolda hep yürüyeceğimizin tarihi.
Bu kez çok yakından bir kitap yayımladı Ayrıntı, Ersin Toker’in yazdığı Porsuk Durgun Akardı (Temmuz 2018), altbaşlığı Mustafa Çalıkuşu Anısına. İkisi de benim en kıymetli hatıralarım arasında, hem Porsuk hem Çalıkuşu. Çocukluğum ve gençliğim. Dere ve nehir halimiz. Toker, Çalıkuşu’na adadığı kitabında, Eskişehir’de 80 öncesi devrimci mücadeleyi genel çizgileriyle belirtirken, özel ve ağırlıklı olarak Dev-Genç ve Devrimci Yol örgütlenmesini anlatıyor. Tabii diğer sol siyasetlerden, önde gelen devrimcilerden, devrimci mahalle ve bölgelerden, eylemler, çatışmalar, sorgulamalar, arkadaşlıklar, ayrılıklar, izlenmelerden…
Kitapta anlatılan Mustafa Çalıkuşu’yla Alevi- Bektaşi kültüründeniz. Çocukken geçirdiği felç yüzünden yürüme ve konuşma zorluğu çeken Çalıkuşu, yoksul bir ailenin abisi olarak kendini erkenden ve iyi yetiştirmiş bir devrimciydi. 6-7 yaş büyüğümdü. O zamanlar hem içinde yetiştiğim Alevi kültürünün hem de oturduğumuz işçi ve yoksul mahallelerinin etkisiyle daha ortaokula başladığımda solcu olmuştum. 1969 ya da 1970 yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası’na (TÖS) gidip, onların öğretmen boykotunu destekleyen bir konuşma yapmıştım. 1971’de de Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamına karşı, küçük daktilomda bir kaç yazı yazıp, lise 1. sınıftaki arkadaşlarıma dağıttığım için siyasi şubede 1 hafta ağırlanıp, 1 ay kadar da askeri tutukevinde yatmıştım, tabii tanımadığım 2 lise öğrencisiyle de örgüt kurdurmuşlardı bize! Çalıkuşu o zamanlar Karapınar’da oturuyordu, biz Kurtuluş Mahallesi’nde. Komşu mahallelerdi. Onların Karapınar’daki evlerine giderdim ya da Çalıkuşu bizim Göçmenevleri’ndeki evimize gelirdi. Kardeşi Nurettin her zaman en büyük yardımcısı oldu onun.
Kitapta ‘feodal sevgi’den söz ediliyor ve onun azalmaması gerektiği yolunda bir diyaloğa yer veriliyor. Büyük şairimiz Ahmed Arif’in söyleşilerinde de geçer bu, sevgide feodal olmaktan yanadır. Yani, yakınlık, sıcaklık, çıkarsızlık anlamında. Hiç unutmam, akrabamız, Çifteler’e bağlı Sadıroğlu köyünden, Çakal lakabıyla maruf, şimdi İzmir’de, Hasan’la klasik kitaplarımız olan Sosyalizmin Alfabesi, Felsefenin Temel İlkeleri’ni okur, Porsuk kıyısında, şimdi öğrenci kafeleri ve barların doldurduğu, 40 yıl önce çay bahçeleri, lunapark, yazlık açıkhava sinemaları ve konser mekanları olan Adalar’da gezerken, muhtemelen bir Yılmaz Güney filmi de izledikten sonra, bu kitaplardaki kavramlar üzerine konuşur, tartışırdık. Hasan, toplumların gelişim çizelgesinde sırasıyla kapitalizm, sosyalizm sonra da feodalizm aşamalarının geldiğini iddia eder, ben de buna karşı çıkardım! O zamanlarda bilgiden çok kalple, vicdanla, merhametle ve hiç kuşkusuz yetiştiğimiz kültürün değerleriyle solcu ya da devrimci olduğumuz için böyle komik yanlışlıklar da yapardık!
Çalıkuşu’yla benzer süreçlerden geçmişiz. Babam da TİP üyesi bir kaportacıydı. Beni o zamanlar TİP kurucularından olan şimdinin ünlü avukatı Turgut Kazan ile tanıştırdı, yine partinin önde gelenlerinden Gündüz Mutluay’ı da tanıdım. Fakat benim gönlümde bilimsel sosyalizmden çok, nehirsel, şiirsel sosyalizm vardı. Aşk gibi bir şeydi sosyalizm, doğal, yaz günü gibi, sular gibi, güneş gibi, gökyüzü gibi açık mavi bir şey yani. Okuyordum, çok okuyordum. Sonra da kendimi Troçki’nin akıcı üslubuna kapılmış buldum. Köprübaşı’nda küçükten de küçük bir mağazamız vardı, 2 yıl önce yitirdiğim canım kardeşim Halil işletti sonraları. Liseyi bitirip Eskişehir’e döndüğümde 1 yıl orayı çalıştırdım. Abut denilen pasajın içinde Can Bebe adlı bir konfeksiyon dükkanı. Hemen tüm siyasetlerin, TSİP, Halkın Kurtuluşu, İGD ve diğerleri dergilerini bizim dükkana koyar, oradan alıp bağırarak satış yaparlar, bazen de o küçücük dükkanda iki karşıt siyasetin insanları karşılaşır, ters ters bakışırlardı.
Kitapta anlatılan Yüksel Tuna, Mustafa Taylan, Fikret Dıranas, hepsini tanıdım. Yüksel’in plak dükkanı vardı, aynı mahallenin çocuğuyduk. Taylan ile kitapçısında sık buluşur konuşurduk, Fikret’se bizim pasajın yan çıkışındaki terzinin oğluydu. ODTÜ Sosyoloji’de Devrimci Marksistler adlı Troçkist gruptan ODTÜ-ÖTK sınıf temsilcisi oldum, ama genel olarak yıldızlı yumruğu destekliyordum. Tıpkı Eskişehir’deki gibi tüm sol siyasetlere eşit davranmaya çalışıyor, farklılıklarımızla zengin olduğumuzu, sosyalizmin böyle olduğunu düşünüyordum.
Canım Çalıkuşu, Eskişehir’de devrimcilerin evi, yurdu, abisi, kardeşi oldun hep, direnmenin güleryüzü oldun. Yaşamını kazanmak kadar, devrime insan kazandırmak için de fotoğrafçılık yaparken, ‘Foto Çalıkuşu’ der, gülerdin. Kardeşin Nurettin’le artık daha çok ölümlerde, cemevindeki anmalarda, yemeklerde karşılaşıyoruz. Seninle o zamanki devrimcilerin marşı haline gelen, Ruhi Su’nun “Drama Köprüsü”nü söyleyip yumruklarımızı havaya kaldırdığımız geceleri unutamıyorum.
Devrim günleri, Eskişehir, Ankara, ODTÜ, yani tarihimiz, yoldaşlığımız, unutulur mu?
HAYDAR ERGÜLEN / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder