1 Ağustos 2018 Çarşamba

Kanlı Ankara Garı davası - MİNE SÖĞÜT

Bundan yaklaşık üç yıl önce... Sadece üç yıl önce... Bir sonbahar gününde.... 
“13 yıllık AKP politikalarından mağdur olan” kalabalıklar Ankara Tren Garı’nda toplandılar. 


Dernekler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar... 
En önde taşıdıkları pankartlara “Savaşa inat, barış hemen şimdi, emek, barış ve demokrasi” yazdılar. 
Beş dakika sonra iki canlı bomba, peş peşe kalabalığın içine daldı. 
103 kişi öldü, dört yüze yakın kişi yaralandı. 
Ve ülke o an karardı daha da aydınlanmadı. 
Üç gün yas tutuldu, sonraki üç günde de her şey unutuldu. 
Her şeyi unutmak kolaydır. 
Barış sürecinin ne anlama geldiğini, o sürece kurulan tuzakları, o süreçte düşülen tuzakları, hangi Kürtlerle hangi Türklerin savaşı bitirmek için canla başla uğraştığını, hangi Kürtlerle hangi Türklerin savaş çığırtkanlığına taptığını... 
Politik hesapların ne korkunç kapıları açıp, ne güzel kapıları sonsuza kadar kapattığını... 
Dünyanın ne rezil bir yer, insanın ne rezil bir varlık olduğunu... 
Hepsini... 
Ama hepsini unutun... 
Ama Ankara Gar’ında öldürülen çocukların çektirdikleri o son fotoğraflarda ışıldayan o bakışları unutmamalısınız. 
O katliamın ardından bu ülkede neler yaşandığını unutmamalısınız.
O bombayı patlatanların kim olduğunu, ama gerçekten kim olduğunu unutmamalısınız. 
Barış adına yollara düşmüş bir kalabalığın ortasında değil, bu ülkenin tam kalbinde güdümlü bir iradeyle, bilinçli bir şekilde patlatılan o bombaların insanlarla beraber insanlığı da öldürdüğünü unutmamalısınız. 
O korkunç facianın davası artık karar aşamasında. 
Ortadoğu’da ve bu ülkede nicedir kör parmağım gözüne fink atan koca bir terör örgütünün militanı sanıklar o davada yargılanmaktalar. 
Dava sonucunda o sanıklara ne ceza verilirse verilsin... 
Hak yerini asla bulmayacak. 
Devletler kirli işlerden ellerini hep birlikte çekmedikçe... 
Daha nice kana bulanmış güzel gülüş öyle fotoğraflarda kalacak. 
Duruşma salonlarında sarf edilen, dava dosyalarının içine sıkıştırılmış üç beş cümle, herkes biliyor, sanıklar, tanıklar ve ölüler üçgeninde kurulmuş yalan bir hikâye. 
Sanki tehlikeli devlet politikaları, sinsi hükümet hesapları, uluslararası kirli anlaşmalar hiç yokmuş gibi... 
Terör örgütleri bağımsız çalışan ve legal sisteme sinsice hizmet eden organize yapılar değilmiş gibi görülen bu davalar ve varılan kararlar...
Aslında hiçbir değer taşımazlar. 
Başımıza ne geldiğinin, o insanların neden öldürüldüğünün, terörle güdülen duygulara ne bedeller ödendiğinin, kendinden öncekiler ve sonrakiler arasındaki büyük bir patlamanın aslında neyi patlattığının adını koymaya niyet ve cesaret etmeyen adalet...
Adalet değildir. 
Suçları ve suçluları ve kurbanları aynı kefede kaynatan bir sistem, terörün çeşitli halleriyle iğdiş edilen umutların iyice kaybolmasından başka bir işe yaramaz. 
Terörle gerçekten mücadele etmenin yolu ilk önce sistemi yargılamaktan geçer. 
IŞİD bir nedir, PKK bir nedir, devlet bir nedir, terör bir nedir... 
Bunları aslında herkes kadar o hâkimler ve savcılar da bal gibi bilir. 

Bu yüzden, Kanlı Ankara Garı davası yalandan görülen davaların ne sonuncusudur ne de ilkidir.

Mine Söğüt / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder