13 Ağustos 2018 Pazartesi

Kara Ağustos? - OSMAN ÇUTSAY

Serbest düşüşteki Türkiye’nin yönetim kadroları, tamam, yönetmede ortaklar, ama hiç de birlik ve beraberlik içinde değiller.


Washington’un geçen hafta biterken verdiği start, sonuçsuz kalmayacak. 
Bugünkü dolar fiyatı bir “Kara Ağustos”a  girildiğini de ilan edebilir. 

Ne mi oluyor?

1.
Cuma gecesi Frankfurter Allgemeine Zeitung gibi bir gazetenin internet sitesine giren haber, skandal bir itiraf da içeriyordu: Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, Angela Merkel politikalarını destekleyen bu etkili yayın organına göre, “Buna rağmen, Başkan Trump’a müzakere masasına geri dönmesi için yalvarıyoruz” diye konuşmuştu. Ankara’nın İslamcıları Washington ile masaya oturmak için her türlü aşağılanmayı kabul edecekler; öyle anlaşılıyor. (*)

Böyle bir ifadeyi Türk medyasında görmedik. Hadi iktidar çevrelerini anladık, böyle bir “istiskali” veremezler, iyi de, muhalif geçinenler nerede? Hiç mi görmediler? Cumhuriyet mesela? Sonuçta “muhalif” medyanın da görmediği, göremediği, en azından büyütme gereği duymadığı skandal bir “çağrı” bu. Frankfurter Allgemeine Zeitung gibi ciddi bir gazetenin, ki resmen sağda konuşlanmıştır, bu ifadeyi yayımlaması anlamlı. Demek ki, Erdoğan’ın yakın çevresinde dağılmaya hazır ve büyük patronla masaya oturabilmek için “yalvarıp yakaran” bir memur kalabalığı da var; mesaj böylece iletilmiş oluyor. 

Mesele, Ankara’daki İslamcıların “yalaka” veya “aşağılanmalara rağmen efendiye siftinme zihniyetine sahip” olduğu falan değil. Mesele, Erdoğan sonrası için arayışlar. Böyle bir ifadeyi yabancılara karşı kullanmışsa bir bakan, bir başka mesaj daha gizlemiş demektir: Erdoğan’dan sonraki döneme hazırlanan kadrolar, reisin en yakınında bile olsalar, gerekirse onu çiğneyerek sorumluluk alabilirler. (“Bonn Cumhuriyeti”, bir örnek sayılabilir.) 

Türkiye kapitalizmini kurtarmak bunların esas görevidir. 
Bu görev, Türkiye’de birbirine gerektiğinde küfretmekten, hatta silah çekmekten çekinmeyen bir büyük koalisyona işaret ediyor. Birbirini bıçaklayarak bile olsa ortak bir iktidarları var. Kimisi dinci, kimisi laik, kimisi liberal, kimi Türk milliyetçisi kimi Kürt milliyetçisi, kimi hatta pek bir “sosyalist”... Bunların hepsi aynı... İlaç...
Türkiye kapitalizmi gömlek değiştiriyor, görünen o, ama yılanın en korunaksız anı bu gömlek değiştirdiği anlardır. Kriz, derinleşiyor. Bu konuda artık en azgın gericiler bile kuşku taşımıyor. 

Kimilerine tuhaf gelen, iktidardaki büyük koalisyonun, İslamcısı, Türk’ü, Kürt’ü, liberali, sosyal demokratı, “en bi demokratı” vs. ile birlikte, yönetime katılırken, birbirinin gözünü de oymaktan çekinmiyor olması. Oysa oyunun kuralı bu: Serbest piyasa, meta üretimi, tam da bu. 

İçinde çırpındığımız kriz, sağda solda demokrat keşfetmek, onlarla demokrasicilik oynamakla geçiştirilebilecek bir kriz değil. Daha uyanamadıkları anlaşılıyor. Oyunun kurallarının (sermaye rejimi) değişmeyeceğine hep birlikte iman etmiş bulunuyorlar.
Elbette bu kriz sosyalizm için büyük olanaklar da yaratıyor. Yeni kapılar açıyor. Fakat ağzına sosyalizm sözcüğünü bile almaktan korkan ve bunun için yemlenen “solcuların” sahnede bu çöküşün alternatifini halka anlatması beklenemez. 
Oysa, böylesine sıkıştırılmış bir zamanda, tek bir günün bile daha bitmeden tüm ülkeyi ve sahneyi değiştirebileceğini yeniden görmedik mi? Hadi Haziran İsyanı günlerini unutmuştuk. Geçen Cuma günü sahne yeniden altüst oluvermedi mi? Bugün neler olabileceğini öngörebiliyor muyuz?

Frankfurter Allgemeine Zeitung demiştik, onda kalalım: Bu sağcı ve çok etkili gazetenin hafta sonu baskılarında Eugen von Böhm-Bawerk’in“ekonominin yasalarına uzun vadede hiçbir despotun direnemeyeceği” uyarısını içeren bir geniş değerlendirme de yer aldı. “Bir reformcunun düşüşü” başlıklı bir analizde, asıl önemlisi,Erdoğan’ın ya sokak ya da sandıkla alaşağı edilebileceği ifadesi dikkat çekti. Hatta ülkenin en önde gelen bir ekonomisti, DIW (Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü) Başkanı Marcel Fratzscher, Türkiye’deki ekonomik krizin derinleşmesini beklediğini, bu krizin Erdoğan’ın düşmesine de yol açabileceğini vurguladı.  

Bir tek bizim “demokratlar” ve “yemlenmiş sosyalistler”, Türkiye’nin kapitalist haritalardan silinmesine karşı çıkıyor. Türkler ve Kürtler, dinciler ve laikler, ayrı ayrı da kapitalizmlerini deneyebilirler... Öyle sanıyorlar. Bu toprakları Yugoslavya-Irak-Suriye kaderine yapıştıracaklarını görmeksizin...

2. 
Araya şunu sıkıştıralım: Ülkelerin hurdası, canlı hallerinden çok daha kârlıdır. Yoksul insanın hurdası (organları) yaşarkenki halinden nasıl katbekat daha kârlıysa serbest piyasada, ülkeler ve coğrafyalar için de aynı şey geçerlidir. Yoksul insanların, yaşarken bir değerleri yoktur. Ama bazı organları yaşam fonksiyonlarını yitirmeden ölürlerse/öldürülürlerse veya o organları çalınırsa, serbest piyasa denilen mezbahada aynı organları milyonlar edebilir. Organ tacirlerine yaşam fonksiyonlarını tümüyle yitirmemiş insan parçaları gerekiyor. 

Türkiye’yi parça parça edenler (“parçacıklar siyaseti”), serbest piyasa denilen emperyalist-kapitalist dünya sisteminde kimlerin kazançlı çıkacağını iyi biliyorlar. Türkiye’nin bütünselliği değil, tıpkı yoksul insanların organlarının pazarlanması gibi, parçalara ayrılmış hali sistem için daha kârlı hale geliyor. Buna ileride yeniden dönmek zorunda kalacağız galiba. Döneriz. 

3. 
Sonuçta, beklenen bir finaldeyiz. Burada, soL’da, yıllardır yazıyorduk: Ankara’nın badem bıyıklı cahil tüccarları, liberal destekli İslamofaşist güruh, cumhuriyeti katledip ondan arta kalanları emperyalizme haraç mezat satınca, kârlı bir iş yaptıklarını düşünüyorlardı. Hem ceplerini dolduruyorlar, hem aldatıcı bir büyüme hızı sahneliyorlar, hem de “Batı bizi batırmaz, batırırsa, bizden ucuza kapattığı varlıklar da batar, onun için bizim iflasımız için çalışmaz” cahilliğini iktisat politikası haline getiriyorlardı. Parçalanıp parçaları organ tacirlerince paylaşılınca anlayacak bizim “sol demokratlar” bu ülkenin başına ne geldiğini... 

4.
Bir felaketin içindeyiz. Sosyalizm dışında ve sosyalizme karşı her öneriyi kabullenenlere ve tabii utanmadan solcu geçinenlere hatırlatalım: Bu masayı ancak “Ya sosyalizm ya mezbaha!” diyenler devirebilir ve halkımıza yeni bir yaşam fırsatı sunabilir. Sosyalizm tehdidi ve şansı sahnede kendini göstermezse, bu ülkenin kaderi, organ tacirlerinin elinde parça parça “değerlendirilmek” olur. Demokrat sürü, kapitalizm hayranı “solcu döküntüleri”, bu sahnedeki en pervasız aktörlerdir. CHP-HDP elitlerinden söz ediyoruz... Bunların etkisizleştirilmesi ve sosyalizmin ne olduğunu halkımıza her yerde anlatmamız gerek. Eğer Yugoslavya, Irak, Suriye, Libya vs. olarak bu âlemden ayrılmak istemiyorsak.
Tersi, felaket çünkü. Yıllardır bağırıyoruz: Felaketin ta içindeyiz. 
Kara Ağustos başımıza çökerse, ya yeni bir iktidar denememiz gerekecek ya da enkazın altında ölümü bekleyeceğiz.

Çok mu karamsar oldu?  Daha bu bir şey değil, belki de bir başlangıç... Hem olumsuz hem de olumlu anlamıyla bir başlangıç... Bakacağız...  

Osman Çutsay / SOL
_____________________

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder