2011 senesinde iktidar gazetelerinden Yeni Şafak’ta bir haber başlığı: “Berfo Ana’nın Son Umudu Erdoğan”. O vakitler başbakan olan Erdoğan, Beşiktaş’taki ofisinde Cumartesi Anneleri’yle bir araya gelmişti. Toplantıdan aktarılanlara göre “faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların” bir insanlık suçu olduğunu söylemişti.
Yine aynı sene. İktidara yakın medyada başka bir manşet: “Erdoğan konuştu, AKP’li vekiller ağladı.” Haberde partisinin grup toplantısında Cumartesi Anneleri’yle görüşmesini anlatan Erdoğan’ı dinleyen bazı AKP milletvekilleri gözyaşlarını tutamadığı anlatılıyor.
2014 senesi. AKP’nin keskin muhalifi Süleyman Soylu artık AKP genel başkan yardımcısı. 12 Eylül referandumuna neden evet dediğini şöyle açıklıyor: “Eski Türkiye’den kastımız faili meçhul cinayetler, anlamlandıramadığımız olaylardı. Tarihin girdabına girdiğimiz bir süreçti. Referandumla ‘artık hâkim siz değilsiniz, halktır, bu millettir’ anlayışını gerçekleştirmeye çalıştık.”
Geçen hafta Cumartesi Anneleri’nin 700. defa Galatasaray Lisesi önünde toplanmasına polis saldırdı. Saldırının şiddeti ve gerçekleştiriliş şekli bir kışkırtmayı çağrıştırıyordu. Dün Habertürk’te Fatih Altaylı’nın da belirttiği gibi benim de aklıma Gezi protestosunda çadır yakan cemaatçi polisler geldi.
İçişleri Bakanı Soylu’nun saldırı hakkında yaptığı açıklama ise her şeyin planlı programlı yapıldığını gösterdi. Bakanın, dört sene önce “anlamlandıramadığımız olaylar” diye değerlendirdiği faili meçhul cinayetleri artık anlamlandırmaya başladığı görülüyor.
Bakan gözaltında işkenceyle öldürülen ve kaybedilenleri suçlu ilan etti. Ölenlerin yakınlarına “paçoz” diye hakaret etmekten de geri durmadı.
Türkiye’nin en karanlık döneminde dahi böyle bir açıklama yapılmamıştı.
Artık göstermelik de olsa zevahiri kurtarmaya çalışan bir iktidar yok. Ne anayasadaki gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkını tanıyorlar ne de yakınları öldürülenlerin haklı taleplerini.
Vaktinde işlerine geldiğinde hikâyelerini anlatıp ağlayarak oy devşirmeye çalışanlar bugün aynı insanları hedefe koymakta.
Ne AİHM kararları umurlarında, ne Meclis’in faili meçhul cinayet raporları.
En kabasından, en beceriksizinden, en beterinden otoriter bir yönetim anlayışını devlet aklı, devletin bekası diye yutturmaya gayret ediyorlar.
Hep aynı soruyu soruyoruz fakat yanıt almak mümkün olmuyor. Bu yönetim anlayışıyla düze çıkmış bir ülke var mıdır? Hukuku yok sayarak, hiçbir sorumluluğu kabul etmeyip keyfiliği rehber edinerek refaha ermiş bir toplum var mıdır?
Vatanseverliğin gerçek ölçüsü, Cumartesi Anneleri’nin haklı ve meşru taleplerini seslendirmek ve bunların gereğini yapmaktır. Zira bir vatan ancak hukuk üzerinde dik durabilir. Cumartesi Anneleri’nin toplanması anayasal bir haktır, faili meçhul cinayetlerin çözülmesi de devletin ödevidir.
Elbette biz ülkeyi artık anayasada tanımlanan haklara göre değil, kafamıza göre yönetiyoruz demek de bir seçenek.
Söyleyin de vatandaş mıyız yoksa tebaa mı bilelim artık.
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Yine aynı sene. İktidara yakın medyada başka bir manşet: “Erdoğan konuştu, AKP’li vekiller ağladı.” Haberde partisinin grup toplantısında Cumartesi Anneleri’yle görüşmesini anlatan Erdoğan’ı dinleyen bazı AKP milletvekilleri gözyaşlarını tutamadığı anlatılıyor.
2014 senesi. AKP’nin keskin muhalifi Süleyman Soylu artık AKP genel başkan yardımcısı. 12 Eylül referandumuna neden evet dediğini şöyle açıklıyor: “Eski Türkiye’den kastımız faili meçhul cinayetler, anlamlandıramadığımız olaylardı. Tarihin girdabına girdiğimiz bir süreçti. Referandumla ‘artık hâkim siz değilsiniz, halktır, bu millettir’ anlayışını gerçekleştirmeye çalıştık.”
Geçen hafta Cumartesi Anneleri’nin 700. defa Galatasaray Lisesi önünde toplanmasına polis saldırdı. Saldırının şiddeti ve gerçekleştiriliş şekli bir kışkırtmayı çağrıştırıyordu. Dün Habertürk’te Fatih Altaylı’nın da belirttiği gibi benim de aklıma Gezi protestosunda çadır yakan cemaatçi polisler geldi.
İçişleri Bakanı Soylu’nun saldırı hakkında yaptığı açıklama ise her şeyin planlı programlı yapıldığını gösterdi. Bakanın, dört sene önce “anlamlandıramadığımız olaylar” diye değerlendirdiği faili meçhul cinayetleri artık anlamlandırmaya başladığı görülüyor.
Bakan gözaltında işkenceyle öldürülen ve kaybedilenleri suçlu ilan etti. Ölenlerin yakınlarına “paçoz” diye hakaret etmekten de geri durmadı.
Türkiye’nin en karanlık döneminde dahi böyle bir açıklama yapılmamıştı.
Artık göstermelik de olsa zevahiri kurtarmaya çalışan bir iktidar yok. Ne anayasadaki gösteri ve toplantı yürüyüşü hakkını tanıyorlar ne de yakınları öldürülenlerin haklı taleplerini.
Vaktinde işlerine geldiğinde hikâyelerini anlatıp ağlayarak oy devşirmeye çalışanlar bugün aynı insanları hedefe koymakta.
Ne AİHM kararları umurlarında, ne Meclis’in faili meçhul cinayet raporları.
En kabasından, en beceriksizinden, en beterinden otoriter bir yönetim anlayışını devlet aklı, devletin bekası diye yutturmaya gayret ediyorlar.
Hep aynı soruyu soruyoruz fakat yanıt almak mümkün olmuyor. Bu yönetim anlayışıyla düze çıkmış bir ülke var mıdır? Hukuku yok sayarak, hiçbir sorumluluğu kabul etmeyip keyfiliği rehber edinerek refaha ermiş bir toplum var mıdır?
Vatanseverliğin gerçek ölçüsü, Cumartesi Anneleri’nin haklı ve meşru taleplerini seslendirmek ve bunların gereğini yapmaktır. Zira bir vatan ancak hukuk üzerinde dik durabilir. Cumartesi Anneleri’nin toplanması anayasal bir haktır, faili meçhul cinayetlerin çözülmesi de devletin ödevidir.
Elbette biz ülkeyi artık anayasada tanımlanan haklara göre değil, kafamıza göre yönetiyoruz demek de bir seçenek.
Söyleyin de vatandaş mıyız yoksa tebaa mı bilelim artık.
Özgür Mumcu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder