1 Eylül 2018 Cumartesi

‘Hasta adamın’ sarayları - ERK ACARER

Osmanlı, Pasarofça Antlaşması’yla defansa çekilir. Büyük bölümü savaş ganimetleri üzerine kurulu ekonomi iflas halindedir. Çöküş, halka yüklenen ağır vergilerle ertelenirken, saltanat ise artarak devam eder. Gün; saray çevresindeki mutlu azınlığının günü, dönem; Sadabat bahçeleri, çıra eğlenceleri ve çiçek çılgınlığının yaşadığı Lale Devri’dir.

Her döneme bir damat
1718’den, 1730’daki Patrona Halil isyanına dek süren devrin başrol oyuncularından biri Damat İbrahim’dir. Muşkura’dan İstanbul’a gelen İbrahim’in şansı yaver gider, yükselir. Şehit Ali Paşa’nın ölümü sonrası III. Ahmet’in dul kalan kızı Fatma Sultan ile evlendiğinde devlet kapısı sonuna kadar açılır. Sadrazam olunca doğup büyüdüğü yeri ihmal etmez, ihya olan Muşkura’nın da adı değip, Nevşehir olur.

Halk yoksulluktan kırılırken…
İbrahim Paşa ile zevcesi Sultan’ın hediye ettiği boğazdaki yalıya yerleşir. Burası; yazları görkemli eğlenceler düzenlenen, kışları helva sohbetleri yapılan, Beşiktaş’taki Çırağan Sarayı’dır. Davetlere, padişahın yanı sıra devletin önde gelenleri katılır. Konuklardan biri Nedim’dir. İstanbul’un şatafatı şiirine yansır:
“Bu şehr-i Sitambul ki bi mis ü behâdır
Bi rengine yekpâre acem mülkü fedâdır…”

Saraydaki çıralar, kaplumbağaların sırtındaki mumlar.
Yazdıklarının fazlası değil eksiği vardır! Saray, ismini düzenlenen “çıra eğlencelerinden” alır. Boğaz’ın büyüleyici akşamlarında saray bahçesinde çıralar yakılır, nadide lalelerin altına mumlar yerleştirilir. İstanbul’da 2000 çeşit lale yetiştirilir. “Tabak Ata” isimli kişi, çulsuz biriyken, lale sayesinde büyük bir mal varlığına kavuşur. Saraya her gün servete bedel yeni bir lale taşır. Bahçede gezinen kaplumbağaların sırtlarına yerleştirilen mumlar ise ışık etrafa saçar.

Hamam peştamaliyle darbe oldu!
Fakat laleydi, helvaydı, çıraydı, kaplumbağaydı derken işin tadı kaçar. Halk korkudan konuşamasa da çok rahatsızdır. Sonunda Patrona Halil denen hamam tellağı ortaya çıkar. Bir halk kahramanı değil kendi çarkını döndürmek isteyen bir baldırı çıplaktır. Yeniçeri peşine takılınca, bir gecede ihtilal lideri olur. Hamamdan sokağa taşan ayak takımının flaması bile yoktur. Çözüm bulunur; tarihte bir hamam peştemalinin bayrak niyetine kullanıldığı ilk ve tek darbedir! İstanbul’un altı üstüne gelir, saraylar, hanlar, hamamlar yıkılır; laleler kökünden sökülür. İbrahim’in gözünün yaşına bakmazlar, Padişah III. Ahmet, tahtı tacı şehzade Mahmut’a devreder. Şiir kağıt üzerinde kalır, Nedim damdan dama atlarken düşüp ölür; bir dönem kapanır.

Sarayda oda çok olur
Aslında Boğaz’daki yere ilk sarayı IV. Murat, kızı Kaya Sultan için yaptırmıştır. İbrahim Paşa’nın ikâmetgâhı, eski yıkıntıların üzerinde yükselir. Çırağan Sarayı’nı anlamak için İngiliz Elçisi Edward Wortley Montague’nin eşi Leydi Marilyn’in bir arkadaşına yazdığı mektubun özetini referans alabiliriz: “…Kapıcı ‘sekiz yüz odadan fazla’ dedi. Hamamlar kadar zevkimi hiçbir şey okşamadı. Kurnalar, çeşmeler, tabanlar hep beyaz mermerden. Tavanlar yaldızlı, duvarlar çini kaplı. Bahçeler de ihtişamca saraydan geri değil…”

İtibardan tasarruf olmaz, borçlanma olur!
Çırağan, Lale Devri’nden sonra tahta oturan tüm padişahlar tarafından her nedense yıkılıp yeniden yaptırılır. Son kez Sultan Abdülaziz tarafından inşa edilir. Ne var ki Sultan, onca masrafını ardından buranın çok rutubetli olduğunu ve romatizmalarına iyi gelmediğini ileri sürüp, kısa süre içersinde saraydan taşınır. Rus Çarı I. Nikolay, hızla toprak kaybeden ve yüksek faizle aldığı borçları ödeyememesi nedeniyle Avrupa’nın ekonomik denetimine giren Osmanlı İmparatorluğu için 9 Ocak 1853’te, Rusya, St. Petersburg’da ilk kez “hasta adam” tanımını kullanacaktır: “Kollarımız arasında, hasta, ağır hasta bir adam var.” İfade, 12 Mayıs 1860’ta The New York Times’ta yer bulur. Yani henüz Abdülaziz tahta çıkmadan bir yıl önce. İşte böyle bir ortamda, yeni bir saray yaptırmak için Avrupa’dan borç alınmış ve 5 milyon altın, birkaç aylık saltanat için harcanmıştır.

Saraydaki son sultan V. Murat olur. Ancak onunki keyiften çok ızdıraptır. Bir askeri darbeyle tahtan indirilen sultan, 1904 yılındaki ölümüne dek ailesiyle burada oturur. 2. Meşrutiyetin ilanıyla Çırağan, Meclis olur. Fakat sadece iki ay kullanılabilecektir. Kazan dairesinde çıkan yangın, sarayı sarar. Yangında sayısız tarihi belge paha biçilmez antika eser, yağlı boya tablo ve kitap yok olur.

Şarapçının mekanı ve top sahası oldu
Artık deniz kenarında sütunları çıplak, yıkılmaya yüz tutmuş, duvarları boş bir saray vardır. Tıpkı imparatorluk gibi. Dikiş tutmayan Çırağan, Cumhuriyet döneminde, 1946 yılındaki Meclis kararıyla İstanbul Belediyesi’ne bağışlanır. Belediye tarafından kum ve inşaat malzemelerinin yığıldığı bir alan olur. 

Çırağan Sarayı sonraki yıllarda ise Beşiktaş Kulübü’nün antrenman sahasına dönüşür… Şeref Stadı; dünyada emsali olmayan saraydan bozma bir futbol sahası. Sahadan deniz kenarına, iptidai bir tahta merdivenle inilir. Denizin karşısındaki duvarda balıkçı Necati’nin kulübesi vardır. Geçimini, denize girenlere havlu, balık tutanlara ise olta vererek sağlar. İki bölüm olan kulübenin bir odası soyunma kabini olarak da kullanılır, önünde çilingir sofraları kurulur.

Bu satırlar; Türkiye’nin dış borcu 453 milyar dolar olmuş, soğanın kilosu bir yılda yüzde 142 artmışken gülen damatlar, “şahlanıyoruz” diye yazan ‘nedimler’ ve lale devri çocuklarıyla da alakâsız.

Kıssadan hisse: İtibardan tasarruf olmaz… Doğrudur, evlad-ı Osmanlı, devlet çökerken 5 milyon altına yeni saray inşa ettiren dedesinden feyz alıyor.

Başka; tarih tekerrürden ibarettir.

Sonra; delilik aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir…

Bir de… ‘Laleler’ her yerde!

Saraylar ise zamanla dönüşür.

Erk Acarer / BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder