19 Eylül 2018 Çarşamba

Her şey borçla başladı… - ERİNÇ YELDAN

“Her şey borçla başladı…” McKinsey Küresel Enstitüsü’nün eylül ayı raporu (*) bu sözlerle başlıyor. Malum 2008/09 küresel krizinin üzerinden on yıl geçti. Küresel ekonominin bir bütün olarak 1930 Büyük Buhranından bu yana ilk kez daralma gösterdiği krizin başlangıç tarihi olarak 15 Eylül’de Lehman Biraderlerin iflası gösterilmekte. 

Ancak, Lehman Biraderlerin çöküş öyküsünü krizin nedeni değil, tetikleyici sonucu olarak değerlendirmek gerekiyor. Krize giden yolların yapı taşları daha 1970’lerde, kapitalizmin merkez ekonomilerinde sanayi başta olmak üzere, reel üretici sektörlerde kâr oranlarının düşme-si; işsizliğin yapısal olarak derinleşmesi; ve toplam talebin gerileyerek küresel kapitalizmin tıkanmasıyla döşenmişti. Küresel sermaye çıkış yolunu finansal rant ve spekülasyon oyunlarında bulmuş, kapitalizmin kumarhane masalarında yaratılan sanal kârlar aracılığı ile birikimini sürdürebilme çareleri aramaya yönelmişti. 
Nitekim 2008’in Aralık ayında yayımladıkları “Küresel Kriz Kapitalizmin Ta Kendisidir”  başlıklı raporunda Bağımsız Sosyal Bilimciler Grubu krizi şu sözcüklerle betimlemekteydi: 
“Küresel ekonominin içine sürüklendiği 2008 krizi, kapitalizmin kaçınılmaz krizlerini finansallaşma ile açma çabasının doğrudan bir ürünüdür. Günümüzde kapitalizm ve uluslararasılaşmış sermayenin genişleyen yeniden üretimi finansal spekülasyonun sanal rantlarına bağımlı duruma gelmiştir.”

***

Evet, bu koşulların yansıması olarak her şey borçla başladı ve borçlanma baş döndürücü bir hızla ivmelendi. Hükümetlerin, şirketlerin ve hane halklarının toplam borçları 2007’den bu yana 72 trilyon dolar artış göstererek 169 trilyon dolara sıçradı. Bu on sene içerisinde özellikle gelişmiş ülke ekonomilerinde devlet borçları iki misli arttı ve 60 trilyon dolara ulaştı. 

Küresel krize parasal müdahale aracı para basmak oldu. Ancak, “modern” merkez bankacılığının iletişim stratejisi gereği “para basmak” deyimi uygun düşmediği için, küresel para piyasalarına 3.5 trilyon dolarlık bu ek katkı “miktar kolaylaştırılması” adı altında sunuldu. Söz konusu operasyon sonucunda küresel mali piyasalarda faiz oranları sıfıra değin geriledi. “Sıfır” faiz oranı şirketler kesimi için yerçekiminin de sıfırlandığı bir ortama dönüştü. Şirketler kesimi bono ve tahvil ihraç ederek borçlanma yarışına katıldılar. Şirketler kesiminin toplam borçları da iki mislinden fazla artış gösterdi ve 66 trilyona yükseldi. 

Bunca parasal genişlemeye ve borçlanmaya karşın, 2008 sonrası dönemin küresel finans piyasaları açısından en büyük çözümsüzlüğü uluslararası toplam sermaye hareketlerindeki yavaşlamaydı. 2007’de yılda 12.7 trilyona değin yükselmiş olan küresel sermaye akımları, 2009’da 2 trilyon doların altına düşmüş; sonra da ancak 5.9 trilyon dolara kadar yükselebilmiş idi. Küresel sermaye akımlarındaki bu önlenemez gerilemeye koşut olarak, uluslararası doğrudan (sabit sermaye) yatırımları 2007’den bu yana yarı yarıya azalmıştı (3.2 trilyon dolardan 2017’de 1.6 trilyon dolara). 
Parasal genişlemeye karşın, doğrudan sabit sermaye yatırımlarındaki söz konu-su gerileme küresel kapitalizmin birikim rejimini artık “üretimden” değil “finansal rantlardan” sağlamayı tercih ettiğini belgelemekteydi. 

Sözlerimizi Bağımsız Sosyal Bilimciler’in 2008 raporundaki tespitleriyle bağlayalım: 
Küresel kriz sayesinde serbest piyasanın dengeli ve istikrarlı bir ekonomi yaratacağı ve her türlü devlet müdahalesinin kaynak israfına yol açacağını savlayan neoliberal iktisat dogmalarının geçersizliği açıkça ortaya çıkmıştır. “Serbest” piyasaların kuralsızlaştırılarak  “derecelendirme kuruluşları” ya da “bağımsız idari otoriteler üst kurullar” aracılığıyla denetlenebileceği savı boşa çıkmıştır. İnsan için ve insani koşullara sahip bir üretim yapısı kurulmasının yolu, öncelikle finansal ekonominin gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde topyekün bir kurallar bütünü içinde, sistemik olarak gözetim altında tutulmasından geçmektedir. 

Kapitalist dünya böyle bir ekonominin ön koşullarını sizce yaratabilir mi? 

ERİNÇ YELDAN / CUMHURİYET

(*) McKinsey Global Institute, “A Decade After the Global Crisis: What Has (And Hasn’t) Changed?” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder