TÜİK Nisan-Haziran 2018’de millî gelirin yüzde 5,3 oranında büyüdüğünü belirledi. Kriz algılamaları yerleşirken bu bilgiyi nasıl karşılamalı?
Haziran’dan bu yana, Türkiye ekonomisinin bir kriz gündemine girdiğini defalarca yazdım. Kriz gündemi, krize geçiş tarihinden elbette önce gelir. Bunalımın ön-göstergeleri, sermaye hareketlerinin gerilemesiyle Mart’ta ortaya çıktı. Sonraki aylarda titizlikle incelediğimiz üretim, istihdam verileri, yaygın eğilimin küçülme değil, durgunlaşma olduğunu belirledi.
Ekonomik küçülmenin yaygınlaşması, millî gelirin düşmeye başlaması, krize geçiş dönemeci olarak görülebilir.
Geçen hafta bu köşede, son istatistiklere “durgunlaşma mı; küçülme mi?” sorusuyla göz attım ve şu sonuca vardım: Türkiye ekonomisi, 2018’in ikinci yarısında durgunluktan küçülmeye geçmektedir.
TÜİK’in son bulgusu yılın ilk yarısıyla ilgilidir ve durgunlaşma eğilimini yansıtmaktadır; bana göre, biraz hafifleterek…
Kırılgan ortamda seçim ekonomisi
Haziran 2018’e kadar tipik bir seçim ekonomisi izlendi. Kamu açıkları ve Hazine destekli kredi genişlemesi iç talebi pompaladı. 2017’de TÜİK’e göre %7,3’lük, IMF’ye göre %7’lik büyüme temposu böyle gerçekleşti.
Ne var ki uluslararası likidite daralma dönemine girmişti. ABD tahvil faizleri ve dolar yükselmekteydi. Spekülatif yatırımların “kırılgan yükselen ekonomiler”den çıkışa başlaması beklenmekteydi.
Türkiye, yıllardan beri “kırılganlar listesi” içindeydi; ilk etkilenenlerden biri oldu. Büyüme ivmesi, hızla üretim ve dış kaynak sınırlarına tosladı; enflasyon ve cari açıklar tırmandı. Bu olgular Mart’ta sıcak para çıkışlarını tetikledi. Yine de finans çevreleri, Haziran seçimleri sonrasında siyasi iktidarın (geçmişte olduğu gibi) “sağduyuya, istikrara döneceği” beklentisindeydi. Cumhurbaşkanı’nın Londra’da zirveye çıkan “aykırı söylemleri” bu beklentiyi çökertti. “Papaz davası, Trump’ın tepkisi” de eklendi. Dış kaynaklarda “sert durma” gerçekleşti. Dışsal şok, döviz fiyatlarının çalkantılı tırmanması (ve uzantıları ile) ekonomiye taşındı.
Nisan-Haziran büyüme verileri zıt yönlü bu iki hareketin türevidir: Ekonomiyi kamu maliyesi genişletmekte; döviz piyasalarından gelen etkiler frenlemektedir.
Millî gelir istatistiklerine yansımasını gözden geçirelim.
Nisan-Haziran 2018: Sektör göstergeleri
2018’in Ocak-Mart ve Nisan-Haziran dönemlerinin millî gelir bulgularını önce sektörlere göre karşılaştıralım. TÜİK’in ana sektörler için belirlediği ortalama büyüme hızları yüzdeler olarak ve ana sektörler itibariyle aşağıdadır:
Tarım: 6,1 → -1,5
Sanayi: 8,1 → 4,3
İnşaat: 6,6 → 0,8
Hizmetler: 10,4 → 8,0
M. Gelir: 7,3 → 5,2
Bu bulgular, durgunlaşmanın tüm sektörlerde yaygınlaştığını gösteriyor. Son üç ayda tarım küçülmüş; inşaat sektörü sıfır büyümeye yaklaşmıştır. Sanayide büyüme temposu yarı yarıya düşmüştür. Ne var ki bu son bulgu dahi, İstanbul Sanayi Odası anketleriyle hesaplanan sanayi PMI (Markit) endeksleriyle tutarsızdır. Sektör-içi anketlerle derlenen sipariş, üretim, istihdam, stoklar gibi bilgilerden türetilen bu endeks, Mayıs ve Haziran’da sanayi sektöründe daralma göstermiştir.
TÜİK, 2016’dan bu yana sektörel milli gelir verilerini üretim anketlerinden değil, idarî kayıtlardan derlemeye başladı. Bu yöntemi ve sonuçlarını defalarca eleştirdik. Öyle anlaşılıyor ki yeni veriler, sanayi sektöründeki üretim hareketlerini gecikmeli olarak izlemektedir. Sektörün daralması herhalde bir sonraki millî gelir tahminlerine yansıyacaktır.
Bir başka sorun daha var: Nisan-Haziran aylarında tarım, sanayi ve inşaat sektörleri, büyüme temposu bakımından millî gelirin gerisinde (tarım ise küçülerek) kalmıştır. Bu üç üretken sektörün (ağırlıklı) ortalama büyüme hızı yüzde 1,3’tür. Ekonominin büyüme hızını yukarı çeken sektör, %8’lik bir tempo ile, “hizmetler” olmuştur. TÜİK, bu başlık altında ticaret, ulaştırma, depolama, konaklama, yiyecek alanlarını toplamış; kamu yönetimi, finans ve küçük “hizmet” kolları dışta tutulmuştur.
Bu kapsamdaki “hizmetler”in, üç üretken sektör (tarım, sanayi ve inşaat) ile yoğun geri ve ileri bağlantılar içinde olduğu açıktır. Ekonomik olgunlaşmanın uzun dönemde “hizmetler” sektörünü genişleteceği de iyi bilinen bir eğilimdir. Ancak, üç aylık bir dönemde TÜİK’in kapsamına giren “hizmetler”de belirlenen (yüzde 8’lik) büyüme hızını, tarım-sanayi-inşaat sektörlerindeki ortalama büyüme (yüzde 1,3’lük) ile yan yana koyunuz. Üretken sektörlerden bu kadar kısa sürede ve bu boyutta bir “bağımsızlaşma ve kopma”, en azından abartılı görünmelidir.
TÜİK’in millî gelir hesabında kullanılan idarî kayıtlar, bir kez daha tartışmalı sonuçlar üretmektedir.
Nisan-Haziran 2018: Ana harcama kalemleri
Şimdi de TÜİK’in 2018’in Ocak-Mart ve Nisan-Haziran için belirlediği büyüme hızlarını yüzdeler olarak ve ana harcama kalemleri itibariyle karşılaştıralım:
Özel tüketim: 9,3 → 6,3
Kamu tüketimi: 4,9 → 7,2
Sermaye birikimi: 7,9 → 3,9
İhracat: 0,7 → 4,5
(“Eksi”) İthalat: 15,4 → 0,3
Millî gelir: 7,3 → 5,2
Harcamalara göre millî gelir hesabında özel, kamusal tüketim, sermaye birikimi ve ihracat toplanır; mal ve hizmet ithalatı bu toplamdan çıkarılır.
Nisan-Haziran bulguları yukarıda değindiğim politikaların izlerini taşıyor: Büyüme hızını özel tüketim ve devletin cari harcamaları (kamu tüketimi) sürüklemektedir. Özel tüketim artışları 2017’de başlatılan KGF destekli kredi genişlemesinin ivmesini içermektedir; kamu harcamalarındaki (ikramiye, teşvik vb ödemeler) artışlar ise bu dönemde öne çıkmıştır. Bu iki harcama kaleminin artış hızı, GSYH büyüme temposunu aşmıştır. Kredi genişlemesinin Ocak-Mart döneminde sermaye birikimine yansıması ise son üç ayda aşınmıştır.
Dış ticaret, ihracat artışının ithalatı aşması nedeniyle millî geliri yukarı çekmiştir. Bu bulgu, ilk bakışta şaşırtıcıdır; zira, dolarlı dış ticaret verilerine göre Nisan-Haziran 2018’de mal ve hizmet ithalatı, ihracattan daha hızlı artmış; dış ticaret açığı 1 milyar dolar civarında genişlemiştir. Buna göre dış ticaretin millî geliri aşağı çekmesi beklenmeliydi.
Bu “tutarsızlık”, Nisan-Haziran 2018 dış ticaret verilerinin sabit (ve 12 ay öncesine ait) fiyatlar (“hacim endeksi”) ile hesaplanmasından kaynaklanıyor. Son üç ayda, ihracat/ithalat fiyatları arasındaki makas (“dış ticaret hadleri”) yüzde 1,9 oranında ihracat aleyhine seyretmiştir.
TÜİK, dış ticareti milli gelir hesaplarına katarken, “Nisan-Mayıs 2017’nin ihracat ve ithalat fiyatları değişmeden, olduğu gibi devam etseydi on iki ay sonra GSYH ne olurdu” sorusunu yanıtlamaktadır. 12 ay öncesinin fiyatları, Nisan-Haziran 2018’de bozulmuştur. Büyüme, “…miş gibi” hesaplanırsa, “hissedilmez”. Zira, bozulan fiyatlarla yapılan dış ticaret, aslında, ekonomiyi yoksullaştırmaktadır.
Bu yanıltıcı bulgu, bir sonraki dönemde ters yönlü işleyebilir ve TÜİK’in yeni “hacim endeksi” yönteminden türeyen bir sapma olarak hep karşımıza çıkabilir.
2016’dan itibaren GSYH “gelir yöntemi” ile de hesaplanıyor. Böylece cari fiyatlarla millî gelirde ücretlerin payı belirlenebiliyor. Bu bulgu, harcamalar yoluyla millî gelir hesabını denetleyen bir etken de olabilir.
Nisan-Haziran 2018’in ücret payını bir önceki yılla karşılaştıralım; bölüşümün ücretliler aleyhine dönüştüğü gözlenecektir: %32,3 → %32,0… Ücret payındaki aşınma 2017’nin tümünde ve Ocak-Mart 2018’de de süregelmiştir. Türkiye toplumunun en kalabalık tüketici öğesini ücretle, maaşla geçinenler oluşturur. Bu insanların (ücretlerin) millî gelirden paylarının aşındığı dönemlerde özel tüketim GSYH’dan daha hızlı artmıştır. Nasıl? Bir hesap hatası yoksa tek yanıt, AKP’nin Türkiye emekçilerine “armağan” ettiği borç tuzağı ile.
Temmuz 2018 ve sonrası…
Geçen hafta bu köşede küçülmeye işaret eden ekonomik göstergelere değindim: İç talep daralması Haziran’dan itibaren ithalatı aşağı çekmiş; kredi faizleri yatırımları durduracak, emekçileri “borç tuzağı”ndan kaçıracak oranlara sıçramış; PMI sanayi endeksi Temmuz-Ağustos’ta da daralma göstermiştir.
Ekonominin tümü aşağı çekilmekte midir?
Nisan-Haziran GSYH istatistikleri, 2018 millî gelirinin küçülme olasılığını dışlamaktadır. Son altı ayda sıfır büyüme varsayalım; 2018’in ortalama büyüme hızı yüzde 2,8’e inecektir. Capital Economics adlı bir kuruluş, makul bir öngörü yapmış: GSYH Ekim-Aralık 2018’de yüzde 2; Ocak-Mart 2019’da yüzde 4 oranında daralacak… Bu öngörüyü, Temmuz-Eylül ayları için sıfır büyüme kestirimi ile birleştirin; 2018’in tümünde yüzde 2,3’lük büyüme hesaplanacaktır.
Ne var ki dolarlı millî gelir düşecektir ve buna ilişkin öngörüleri de eklemeliyiz. Dünya’da (12 Eylül) Alaatin Aktaş titiz bir çalışma yapmış: Farklı ortalama dolar kuru, GSYH deflatörü (enflasyonu) ve reel büyüme varsayımları ile 2018 milli gelirini 736-759 milyar dolar aralığında öngörmüş. Bu öngörü, dolarlı milli gelirin 2018’de yüzde 11-13 civarında düşmesi anlamına gelir ve dış borç / millî gelir oranını yüzde 62-63 aralığına çıkarır.
Bu son aralık, bir dış borç krizinin ön-göstergesi olarak yorumlanabilir. Geçen hafta tartıştığımız bu “kâbus senaryosu” belki de ufuktadır.
Yeni istatistikler yayımlandıkça “iyi haberler” azalacaktır.
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder