Bu ülkede herkes Atatürk’ü sevmek zorunda değildir.
Aydınlanma devrimlerini beğenmek zorunda değildir.
Cumhuriyet rejimini onaylamak zorunda değildir.
Beşeri değil ilahi adaletle yönetilmek isteyenler olabilir.
Çocuklarını çağdaş değil çağdışı bir eğitimle büyütmek isteyenler çıkabilir.
Ahlaki olarak toplumu yoldan çıkmış bulanlar olabilir.
Kadınla erkeğin eşit haklarında ısrar etmek birilerinin sinirini bozabilir.
Dogmatik bilgilerin rasyonel bilgilerle gölgelenmesi bazılarının huzurunu kaçırabilir.
Karşıdevrim hayalleri kuranlar ve o hayale çok yaklaştıkları için coşanlar...
Demokrasiyi hiçe sayanlar, hukuku gözden çıkaranlar...
Onlar yaşamak zorunda kaldıkları hayatın, uymak zorunda kaldıkları kuralların, katlanmak zorunda kaldıkları yasakların, ha bire önlerine çıkan bilimsel dayatmaların faturasını simgesel olarak Atatürk’e çıkarabilirler.
İnsanlar Atatürk’ten nefret edebilirler.
Onun büstüne, resmine gıcık olabilirler.
Meşreplerine göre onu eleştirebilirler.
Onun hakkında ağıza alınamayacak laflar edebilirler.
Hatta davranış bozuklukları varsa onun çeşitli suretlerine fiziksel olarak saldırabilirler.
Bir çocuk...
Ya da bir meczup...
Ya da farklı siyasi görüşü olan herhangi bir insan...
Atatürk büstünü tekmelediğinde, yıktığında, ona sövdüğünde, tükürdüğünde ya da benzeri şiddet ve hakaret içeren tepkiler verdiğinde...
Rasyonel düşünenler için ilahi değil akli bir önem taşıyan Atatürk ve onun simgelediği değerler, devrimler, kazanımlar zarar görmüş olmaz.
Sadece ülkenin medeniyet seviyesindeki düşüş kayda geçer.
Bu da Atatürk’e ya da çağdaş Türkiye’ye kıymet veren insanlar için bir hakaret mevzuu değildir.
Çünkü Atatürk onların tabusu değildir; kutsalı hiç değildir.
Atatürk onlar için akıldır, felsefedir, bilimdir, sanattır, gelecektir, aydınlıktır.
O yüzden böyle zamanlarda o insanlar Atatürk’e yapılan saldırılara endişeyle bakarlar.
O saldırılardan kişisel olarak incinmezler, gocunmazlar, yıkılmazlar.
Onlar o hakareti yapan insan için endişelenirler.
O insanı eğiten karanlıkla ilgilenirler.
O karanlığı besleyen iradeye öfkelenirler.
Bir insan Atatürk büstüne saldırdığında...
O insanı kim, nasıl eğitti diye düşünürler.
Onu yakalayan polisin tavrının insanlık dışı olmasına sinirlenirler.
O polis aslen kimin polisidir, diye sorgularlar.
O polisle o çocuğun ortak cehaletini ve cesaretini aynı terazide tartarlar.
Meseleye, o görüntülere alkış tutan tarafların coşkusunun sadece bu ülkeye değil insanlığa nelere mal olduğunu görecek kadar mantıklı ve kaygılı yaklaşırlar.
O yüzden sosyal medyada dolanan Atatürk’e hakaret görüntüleri aslında hakaretin değil cehaletin, gerilemenin görüntüleridir.
O hakaret edeni tekmeleyip aşağılayan ve sonra da hapse tıkan irade de adaletin değil yine cehaletten beslenen bir faşizmin iradesidir.
Aydınlanma devrimlerini beğenmek zorunda değildir.
Cumhuriyet rejimini onaylamak zorunda değildir.
Beşeri değil ilahi adaletle yönetilmek isteyenler olabilir.
Çocuklarını çağdaş değil çağdışı bir eğitimle büyütmek isteyenler çıkabilir.
Ahlaki olarak toplumu yoldan çıkmış bulanlar olabilir.
Kadınla erkeğin eşit haklarında ısrar etmek birilerinin sinirini bozabilir.
Dogmatik bilgilerin rasyonel bilgilerle gölgelenmesi bazılarının huzurunu kaçırabilir.
Karşıdevrim hayalleri kuranlar ve o hayale çok yaklaştıkları için coşanlar...
Demokrasiyi hiçe sayanlar, hukuku gözden çıkaranlar...
Onlar yaşamak zorunda kaldıkları hayatın, uymak zorunda kaldıkları kuralların, katlanmak zorunda kaldıkları yasakların, ha bire önlerine çıkan bilimsel dayatmaların faturasını simgesel olarak Atatürk’e çıkarabilirler.
İnsanlar Atatürk’ten nefret edebilirler.
Onun büstüne, resmine gıcık olabilirler.
Meşreplerine göre onu eleştirebilirler.
Onun hakkında ağıza alınamayacak laflar edebilirler.
Hatta davranış bozuklukları varsa onun çeşitli suretlerine fiziksel olarak saldırabilirler.
Bir çocuk...
Ya da bir meczup...
Ya da farklı siyasi görüşü olan herhangi bir insan...
Atatürk büstünü tekmelediğinde, yıktığında, ona sövdüğünde, tükürdüğünde ya da benzeri şiddet ve hakaret içeren tepkiler verdiğinde...
Rasyonel düşünenler için ilahi değil akli bir önem taşıyan Atatürk ve onun simgelediği değerler, devrimler, kazanımlar zarar görmüş olmaz.
Sadece ülkenin medeniyet seviyesindeki düşüş kayda geçer.
Bu da Atatürk’e ya da çağdaş Türkiye’ye kıymet veren insanlar için bir hakaret mevzuu değildir.
Çünkü Atatürk onların tabusu değildir; kutsalı hiç değildir.
Atatürk onlar için akıldır, felsefedir, bilimdir, sanattır, gelecektir, aydınlıktır.
O yüzden böyle zamanlarda o insanlar Atatürk’e yapılan saldırılara endişeyle bakarlar.
O saldırılardan kişisel olarak incinmezler, gocunmazlar, yıkılmazlar.
Onlar o hakareti yapan insan için endişelenirler.
O insanı eğiten karanlıkla ilgilenirler.
O karanlığı besleyen iradeye öfkelenirler.
Bir insan Atatürk büstüne saldırdığında...
O insanı kim, nasıl eğitti diye düşünürler.
Onu yakalayan polisin tavrının insanlık dışı olmasına sinirlenirler.
O polis aslen kimin polisidir, diye sorgularlar.
O polisle o çocuğun ortak cehaletini ve cesaretini aynı terazide tartarlar.
Meseleye, o görüntülere alkış tutan tarafların coşkusunun sadece bu ülkeye değil insanlığa nelere mal olduğunu görecek kadar mantıklı ve kaygılı yaklaşırlar.
O yüzden sosyal medyada dolanan Atatürk’e hakaret görüntüleri aslında hakaretin değil cehaletin, gerilemenin görüntüleridir.
O hakaret edeni tekmeleyip aşağılayan ve sonra da hapse tıkan irade de adaletin değil yine cehaletten beslenen bir faşizmin iradesidir.
***
İstenirse tüm heykelleri yıkılsın, tüm posterleri yırtılsın, adı her yerden silinsin...
Bir önemi yok.
Ortada çok daha büyük ve gerçek ve önemli bir hakaret var zaten.
Atatürk’e bu ülkede Meclis çatısı altında “Ayyaş” denildi.
Sanmayın ki “Ayyaş” ağır bir hakarettir. O sadece bu lafları söyleyenlerin densizliğidir.
Atatürk’e en büyük hakaret... En ağır hakaret... En kabul edilemez hakaret ona ayyaş denilmesi değil;
Onun büyük bir akılla, muazzam bir çabayla ve ilerici hedeflerle kurduğu ülkenin kaderinin, kurucusunu aydınlanmacı bir lider yerine “ayyaş” olarak gören zihniyetin iki dudağı arasına teslim edilmesidir.
Bir önemi yok.
Ortada çok daha büyük ve gerçek ve önemli bir hakaret var zaten.
Atatürk’e bu ülkede Meclis çatısı altında “Ayyaş” denildi.
Sanmayın ki “Ayyaş” ağır bir hakarettir. O sadece bu lafları söyleyenlerin densizliğidir.
Atatürk’e en büyük hakaret... En ağır hakaret... En kabul edilemez hakaret ona ayyaş denilmesi değil;
Onun büyük bir akılla, muazzam bir çabayla ve ilerici hedeflerle kurduğu ülkenin kaderinin, kurucusunu aydınlanmacı bir lider yerine “ayyaş” olarak gören zihniyetin iki dudağı arasına teslim edilmesidir.
Mine Söğüt / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder