27 Ekim 2018 Cumartesi

Yayıncılığın gidişi - Öner Yağcı

Hüseyin Rahmi Gürpınar Şıpsevdi’nin sunuşunda, 2. Abdülhamitdönemindeki baskı dolu, “sansür”lü yılları anlatmıştı: 
Baskı dönemi bizde kaç yıldır kütüphaneleri kapadı. Çocukların kalbine vatan sevgisi ilham eden, fikirleri yükseltmeye hizmet eden dersleri kaldırdı; öğretimin düzenini bozdu; bütün okulları birer çocuk eğlence yeri haline koydu. Bir milletin manevi gıdası, varlığının ve yükselmesinin kefili olan her çeşit yayını yasakladı. Gazeteleri baskı düzeni yalakası, yalancı, arabozucu, uydurukçu birer yalanname şekline soktu. Hep bozdu; dağıttı, sürgüne gönderdi...” 

Ülkelerin doğal kaynaklarının, toplumların maddi-manevi değerlerinin, geçmişlerinin, bugünlerinin, geleceklerinin vahşice talan edilmesini, köleleştirilmesini, kişilerin tek tipe dönüştürülmesini amaçlayan, adı emperyalizm olan küresel egemenlikte sözün tam anlamıyla yaşamda var olan “her şey” değişiyor. 

“Her şey”in içine yazarlık, edebiyat, gazetecilik, televizyonlar, dergiler, dağıtımcılar, kitapçılar gibi “yayıncılık” dediğimiz alanın da girdiği kuşkusuzdur.

Eskiden gazete yazıyor dendiğinde akan sular dururdu, mademki gazete yazıyordu, doğruydu. Radyo söyledi, televizyon söyledi dendi miydi, hım, öyleyse tamam denirdi. Edebiyatçıların yazdıklarından toplumun ve insanların durumu, beklentileri, kaygıları anlaşılırdı. Kitapçılar, toplumun aydınlatılması için kitapları en uzak köşelere ulaştırma sorumluluğunu yükümlenirdi. Yayıncılar, topluma yön verecek kitapları titizlikle değerlendirirler, en iyi biçimde sunmak için ellerinden geleni yaparlardı. Editörü, düzeltmeni, tasarımcısı, sayfa düzeninden kapağına kadar kitabın kusursuz yayımlanması için birbiriyle yarışırlardı.
 
Şimdi gazetelerin büyük çoğunluğunun yazdığının doğruluğuna inanmıyor insanlar. Radyoların, televizyonların çoğu korkutma ve yalan makinesinin hizmetinde. Edebiyat diye sunulan yapıtların çoğu yazınsal değer ölçütleriyle ilgisi olmayan, medyanın yönlendirmesiyle çok sattırılan, günübirlik tüketilen çerezlere dönüştürülüyor. Kitapçılar, ayakta kalma kaygısıyla “çok satan”ları bulundurup satmaya çalışıyor. Tüm bunların planlı bir biçimde özünden uzaklaştırılarak kirletildiği günümüzde yayıncılık da zor günler yaşıyor. Tanıtımdan dağıtıma var olan sorunlara tuz biber olan kâğıttaki büyük fiyat artışlarının yanı sıra kirletilmeye yayıncılığın da eklenmesi için adımlar atılıyor. Yazara “telif” ödenmeden yazardan parasını alarak bastırılan kitaplar yaygınlaşırken “yeni tip yayıncılık” doğuyor. Yayınevi, yapması gereken işleri yapmıyor. Az masraf bol kazanç anlayışıyla ne yazık ki yayınların birçoğunda yayıncı emeği görülemiyor. İçeriği, yazınsal değeri açısından yetersiz, yazım ve noktalama yanlışlarıyla dolu özensiz kitaplar sunuluyor. Bu gidiş, dilin, edebiyatın gelişmesinin önünü tıkayan bir gidiştir.

Bu, yayıncılığın kimlik değiştirmesi midir? 
Gerçek yayınevleri, yayıncılığımızın birikimiyle, geleneğiyle yoluna devam ediyor, sıkıntıları göğüsleyerek, ayakta kalma sınavı veriyor. Bu sınavdan örnekleri zaman zaman Köşeden’de okuyacaksınız. Yeni yayınevleri de bu geleneğe eklenirken mevziyi güçlendiriyor. Örneğin Telgrafhane, Ceyhun Atuf’tan, Oktay Akbal’dan kitaplar yayınlıyor, Eksik Parça, ZeyyatSelimoğlu’nun, Sulhi Dölek’in tüm yapıtlarını tertemiz biçimde yeniden sunuyor. 

Gürpınar, sunuşunun devamında şöyle demişti:
“O karanlık, sonu gelmeyen gecelerimizde bize şefkatle kucak açıp yardımcı olan, o fikir hazineleri, o kitaplar oldu...” 


Görev yayınevlerinin, okurun...

Öner Yağcı / CUMHURİYET

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder