''Merkez''i esas alan, düzen siyasetinin Almanya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan beri oyunun kuralı olarak belirlediği ''iki kitle partili'' sistem çökmenin eşiğindedir. Asla abartı sayılmaması gereken bu saptamanın verileri açıktır. 1949 sonrasında adına ''halk partileri'' denilen ''merkez sağ'' CDU/CSU ile ''merkez sol'' SPD'nin oy toplamı, yüzde 80'ler civarında idi. 24 Eylül 2017 seçimleri ve ardından gelen Bavyera ve Hessen eyalet seçimlerine baktığımızda bu oranın yüzde 50'lere gerilediğini saptayabiliyoruz.
Almanya'da derinleşen siyasi kriz, parti genel başkanlarının koltuklarını sallamaya devam ediyor. Merkel'den sonra iktidar ortağı olan en eski sosyal demokrat parti Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) şefi Andrea Nahles'in konumu da tehdit altında olduğu iddia ediliyor.
2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'nın statükosu haline gelen iki partili sistemindeki kriz, partilerde yeni lider arayışları da dahil olmak üzere pek çok ''huzursuzluk'' boy göstermeye devam ediyor. İşler iyi giderken suspus olan parti içi muhalefet, siyasi krizin derinleşmesine paralel sesini yükseltmeye başladı. Hristiyan Demokrat Birlik partisi CDU'da Merkel sonrasına aday olan en az üç aday öne çıkarken, Almanya Sosyal Demokrat Partisi SPD'de de yeni bir lider tartışması açıldı ancak, SPD'de bu başlıkta CDU ile kıyaslanamayacak bir sakinlik gözleniyor.
2015 sığınmacı krizi ile sekiz yıllık koltuğunu kaybeden Sigmar Gabriel'in yerine 19 Mart 2017'de parti tarihinde bir ilkle Martin Schulz oybirliği ile seçilmişti. Toplam delegelerin tamamının oyunu alan Martin Schulz'a bundan dolayı ''Yüzde yüz Martin'' lakabı takılmış, 24 Eylül 2017 seçimlerinde beklenen başarıya ulaşılamayınca 10 ay sonra saman alevi gibi sönüp gitmişti.
Martin Schulz'un bir ilkle tüm delegelerin oyu ile seçilmesinden sonra, SPD delegeleri yine parti tarihinde bir ilke imza atmış, ilk kez bir kadını parti şefi seçmişti. 22 Nisan 2018'de toplanan Olağanüstü Kongre, oybirliği ile olmasa da, Anderas Nahles'in SPD genel sekreterliğe getirmişti.
SPD'DE ÖNE ÇIKAN 'LİDER' ADAYI YOK
Bavyera ve Hessen eyalet seçimlerinden SPD'nin koalisyonun diğer ortakları CDU/CSU gibi büyük oy kaybına uğraması, çiçeği burnundaki yeni başkanın da liderliğinin sorgulanmasına neden oldu. Ancak alternatif olarak öne çıkan bir isim de görünmüyor.
SPD'nin gençlik örgütü JUSOS'un başkanı Kevin Kühnert, SPD ölçülerine göre daha ''sol'' bir söylemle, 24 Eylül sonrasında koalisyon hükümetine girilmesine karşı bir tutum almıştı. Kühnert bu tutumundan dolayı parti içerisinde önce azarlanmış, sonra da ''deneyimli'' sosyal demokrat ağabey ve ablaları tarafından usulünce ikna edilmişti.
Şimdi aynı Kühnert yine ortaya çıkıp, “ben size demedim mi; koalisyondan ayrılalım yoksa eriyip gideceğiz” demektedir. Gençlik örgütü sekreterinin bu sözleri, ya onun sosyal demokrasinin emekçi düşmanı gerçek işlevini çözemediğinin, ya da deneyimsizliğinden dolayı bu türden çıkışlar yaptığının ifadesi olarak yorumlanabilir. İkinci hipotez daha gerçeğe yakın durmaktadır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı sonrasının en emekçi düşmanı programı olan ''Agenda 2010'' pratiğinin yaratıcısı bizzat sözde idealist Kühnert'in partisidir.
Kühnert, ABD'nin Afganistan işgalinde destekçi olup, ''Almanya'nın çıkarları Hindukuş dağlarındadır'' diye böbürlenen Peter Struck adında Federal Savunma Bakanı'nın sözlerini de ''hatırlamamakta''dır. Bu kadar yakın dönemi bilmeyen bir gençlik örgütü başkanının, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ile yüzlerce yoldaşını katlettirmiş SPD'li Savunma ve İçişleri Bakanı Gustav Noske'den de haberdar olmasını elbette bekleyemez...
SPD'nin gençlik örgütü lideri de belli ki, ağabey ve ablaları gibi burjuva siyasetinin gereklerini yerine getirmekte, sermaye düzeninin güvenlik ventili olma işlevine zarar gelsin istememektedir. Yoksa bu kadar ''idealist'' ve ''ilkeli'' olup da, bu kadar tarih cahili kalmanın imkânı var mı?
LİDER YARATMA MEKANİZMASI SPD'DE ŞİMDİLİK İŞLEVSİZ
Almanya'da yaşayan her aklı başında insan SPD'nin hem ''savaş partisi'' hem de emek sömürüsünü derinleştiren ''Hartz IV partisi'' olduğunu bilir.
Gençlik örgütünün başkanının sözlerine SPD'nin şefinin verdiği yanıt, ''daha iyisi varsa karşıma çıksın'' tadında oldu. Anderas Nahles'in bu hodri meydan tutumuna cılız bir yankıdan başka bir ses gelmedi. Bu tuhaf durumun açıklaması, yeni adaylar ile partinin daha da eriyeceği kaygısıdır. Program değiştirmeden, lider değiştirerek şapkadan tavşan çıkartma yoluna giden SPD önderliği, iki yıl içerisinde üç ''lider'' değiştirmenin de seçmenin ilgisini cezbedemediğini sezdi.
Merkel'in partisi CDU'dan farklı olarak SPD'de de, istikrar ve kalıcılık vurgusu partide genel kanı olarak paylaşılıyor. Nahles'in ''dobra'' tutumunun arkasında şimdilik mahkûm olunan bu nesnel rezerv var.
''Merkez''i esas alan, düzen siyasetinin Almanya'da İkinci Dünya Savaşı'ndan beri oyunun kuralı olarak belirlediği ''iki kitle partili'' sistem çökmenin eşiğindedir. Asla abartı sayılmaması gereken bu saptamanın verileri açıktır. 1949 sonrasında adına ''halk partileri'' denilen ''merkez sağ'' CDU/CSU ile ''merkez sol'' SPD'nin oy toplamı, yüzde 80'ler civarında idi. 24 Eylül 2017 seçimleri ve ardından gelen Bavyera ve Hessen eyalet seçimlerine baktığımızda bu oranın yüzde 50'lere gerilediğini saptayabiliyoruz.
Bildik düzenin merkez'i değişirken (http://haber.sol.org.tr/dunya/bavyera-secimleri-almanyanin-dengesi-bozuluyor-249176), kitle partileri de (Almanya'daki yaygın ifade ile, ''halk partileri'') yerlerini, adları farklı ancak işlevleri benzer başka partilere bırakmaktalar. Örneğin, CDU/CSU'nun yerine AfD yerleşirken, SPD'nin boşalttığı alana Yeşiller yerleşmektedir. Muhafazakârlık faşizm ile yer değiştirirken, görece ölçülü sosyal demokrasi yerini dizginsiz liberalizme bırakmakta...
Almanya'daki yerleşik düzenin bu kabuk değiştirmesi, doğrudan sermayenin tercih ve yönelimleriyle ilgilidir. Militan liberalizm ile kitleselleşen faşizm birbirini besleyerek, ülkenin yeni ''merkez''i haline evirilmekteler.
SPD kurmaylığı 1959 Godesberg Programı ile programının dibinde köşesinde kalan ''marksizan'' ögeleri silip atmış, ''sosyalist işçi partisi'' yerine, ''kitle/halk partisi'' ifadesi geçirilmişti. Halk düşmanı bu partinin, bu kriz sıcağında sol olarak görünüyor olmasının makyajı erirken, onun yerine aday ''alternatif'' unsurların niteliklerinde olmasa da, sayısında artış var.
ÜÇ ODAKLI YENİ ALMAN SOSYAL DEMOKRASİSİ
''Eski sosyal demokrasi''yi temsil eden SPD dışında ülkede, siyasi kurdelesini kesip, dolaşıma çıkan iki yeni sosyal demokrat parti/hareketin varlığına da işaret etmek gerekiyor.
Sol Parti'nin kuruluş tarihi çok eski olmasa da geleneksel sosyal demokrasiye daha teşne bir parti olduğunun altını çizmek gerekiyor. Sol Parti, altı farklı kanattan müteşekkil bir partidir ve düzenin ufku ile sınırlı. Daha doğrusu bu parti, parti olmaktan öte, bir tartışma kulübüdür. NATO'dan çıkılmasına karşı olan da var, laikliği ''katı'' bulan da. Avrupa Birliği'ni iyi addeden de, Suriye açıklarına asker gönderilmesini savunan da bulabilirsiniz bu partinin saflarında.
Emperyalizm lafı zaten ''kaba'' ve ''gayrı bilimsel'' olarak görülüyor. Piyasa ekonomisine hürmet olmazsa olmazlarıdır. Tabii, biraz sosyal (yeni deyimle ''dayanışmacı ekonomi'') piyasa olmak koşuluyla.
SPD ve Sol Parti'ye meydan okuyan bir yeni hareket daha var. Toplayıcı Hareket olarak kendisini adlandıran bu oluşum, ''partiler üstü'' olduğunu ilan ederek daha baştan liberalliğini açık etmiş oldu. İşin ilginç yanı Toplayıcı Hareket'in sözcüsü ve mimarı Sol Parti'nin içindeki altı kanattan ''en solda'' olduğu iddiasına dayanan ''Komunist Platform'' sözcüsü Sahra Wagenknecht'dir.
Komünist Platform sözcüsü ''kızıl Sahra'', şimdi eşi Oskar Lafontaine ile birlikte partiler üstü olduğunu iddia eden, ''Willy Brandt dönemi dış politikası''na özlemle bakıp, Keynesyen iktisat politikalarına referans veren bir hareket olarak birkaç aydır faaliyet yürütüyor. Kamuoyu açıklamalarından ibaret, birbirine zıt aydınların tuhaf karışımı ile yoğrulmuş bu şekilsiz toplamı olumlayanlar arasında ne yazık ki DKP içinde faaliyet yürütenler de var.
DKP önderliğinin pek dalaşmadığı Toplayıcı Hareket konusunda üstü örtük tutumu daha da vahim. ''Faşizan hareketin yükseliş döneminde sosyal demokrasi ile dalaşmanın anlamı yok'' diye özetlenebilecek bu tutum, partinin bir kesiminde kabul görmüş durumunda. Marksist olduğunu iddia edip, Leninist olmadıklarını ifade edenlerin, ''Marksist'' de kalamadıklarının bir örneği Alman sosyal demokrasisinin durumudur...
Sınıf işbirlikçiliğini faşizmin yükselişi umacısı üzerinden pazarlamaya kalkmak, bildik oportünist tutumdur. Alman sosyal demokrasisi, Gotha Programı'ndan beri Marksizm’den kopmuştu. Birinci Paylaşım Savaşı'na onay verdiğinde ihanet içindeydi. Nazizm’in yükseldiği dönemde, onun yol yapıcısı işlevini gördü. 2. Dünya Savaşı sonrasında Alman kapitalist düzeninin inşası için çabaladı. Soğuk Savaş döneminde reel sosyalizme karşı emperyalizmin en sinsi partisiydi. Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin yağmalanmasında sermayenin sol koluydu.
Sosyal demokratlar, şimdi, ''AfD yükseliyor, aman bize destek verin, engelleyelim'' yaygarası yapıyor. Oysa tarih de gösteriyor ki SPD'ye, Sol Parti'ye ya da Toplayıcı Hareket'e açılacak her kredi, düzenin bekasına hizmet etme kaderinden kurtulamayacaktır.
TEVFİK TAŞ / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder