Tarih 23 Ekim 2018. Başkan Trump, iki gün önce ABD’nin soğuk savaş sonrası yapılan orta menzilli nükleer silahlardan arındırma anlaşmasından çekileceğini açıklamıştır. Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton, Moskova’ya uçup Kremlin Sarayı’ndaki toplantı masasına konar.
Upuzun masanın ortasına, Vladimir Putin’le karşılıklı otururlar. Her ikisinin sağ ve sol yanlarına eşit sayıda aveneleri sıralanır.
Medyaya bildirilen gündem, Birinci Dünya Savaşı’nı sonlandıran 11 Kasım Ateşkes Anlaşması’nın 100. yıldönümünde, yani bugün bir araya gelecek olan Rusya ve ABD başkanlarının hangi konuları görüşeceği, falandır… Ama toplantıda, Trump’ın birini daha sonlandırdığı nükleer silahsızlanma anlaşmalarının gölgesi vardır.
Görüşme başlamadan önce birkaç dakikalık çekim izni verilen kameralar çalışır.
Vladimir Putin, karşısında oturan John Bolton’a, “Yanlış hatırlamıyorsam, ABD’nin armasındaki kartal bir pençesinde 13 ok, diğer pençesinde barışı simgeleyen 13 taneli bir zeytin dalı tutar…” der, alaycı bir gülüşle. “Sorum şu: Kartalınız zeytinlerin hepsini yedi de sadece oklar mı kaldı geriye?”
Putin’in yanındaki Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov başta, Rus heyeti kıkır kıkır gülmeye başlar. Amerikan heyeti buz kesmiştir, ama John Bolton da gülerek karşılık verir: “Yanımda zeytin getirmedim!”
Putin, cevabı yapıştırır: “Tahmin etmiştim!”
Ve bu kez Amerikalılar da kendilerini tutamaz, herkes kahkahayı basar.
***
Tarihsel dönüşümlerin istatistik gözlemi, dünyaya iz bırakan sıra dışı liderlerin çeyrek yüzyıllık zaman dilimlerinde birbirine denk geldiği gibi, sıradan liderlerin de yine çeyrek yüzyıllık süreçlerde çakıştıklarını gösterir.
Bu kişilerin savundukları ideallerin doğru ya da yanlışlığını bir yana bırakır ve salt liderlik yeteneğini ölçü alacak olursak; örneğin iki dünya savaşı sırasında ortaya çıkan büyük önderlerin yirmi yıl içerisinde art arda doğduklarını görürüz: Churchill 1874, Stalin 1878, Atatürk 1881, Roosevelt 1882, Mussolini 1883, Hitler 1889, De Gaulle 1890, Franco 1892, Mao Zedong 1893…
Gerek dünyanın, gerekse yönettikleri ülkelerin talihini, tarihini ve hatta siyasal coğrafyasını değiştiren bu önderlerin aynı zaman diliminde sahneye çıkması, kuşkusuz çarpıcı olduğunca açıklanamayan bir raslantı dizini.
Benzer bir dizini, ters yönde de gözlemliyoruz.
20. yüzyılın son yarısı, aralarında kimi Kennedy gibi popüler, kimi Fidel Castro gibi ülkesinin kaderini değiştiren sıra dışı devrimciler olsa bile ezici çoğunluğu tarihe silinmez bir iz bırakmayan vasat liderlerle geçip gitti.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde ise insanlığın geleceğine ilişkin hiç de iyi işaretler taşımayan bir lider türünün ortaya çıktığını, yayıldığını gördük. Değişik ülkelerde istemleri çok da farklı olmayan halkların bir bir, kendileri kadar sıradan ve popülist yöneticilerin peşine takılmasını izliyoruz…
Üstelik hiçbir ülkenin ufkunda sıradanlığa alternatif, olağanüstü bir lider şimdilik yok, görünmüyor.
***
İnsan topluluklarının en ilkel güdüleri, önyargıları ve öfkelerinden beslenerek onların cehaletini pohpohlayıp, bilgiye dayalı seçkinliği halk düşmanlığı ilan eden popülizm; aslında faşizme girişin bir çeşit hazırlık ya da sınav odasıdır.
Tam da bu yüzden tüm popülist liderlerin hep daha çok otorite talep edip yasakçılığa eğilim göstermesi boşuna değildir. İstisnasız hepsinin gönlünde yatan aslan otokrat olup hükmü tartışılmaz hükümdarlık peşindedirler.
Kuzey Kore, Çin ya da Suudi Arabistan gibi has diktatörlükler, tabii ki bu yazının konusu değil…
ABD’de Donald Trump, Rusya’da Vladimir Putin, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, İtalya’da Matteo Salvini, Macaristan’da Viktor Orban ve hatta Fransa’da Emmanuel Macron dünya sahnesine sıralanan popülist liderler. Arkalarından gelecek olanlar da var.
Popülist yükseliş, elbette faşizmin yatağını olduğunca küresel bir çatışmanın da dekorunu hazırlıyor. Zaten soğuk savaş da yeniden başladı.
İşte bu kapsamda, Rusya başkanı Vladimir Putin’in bir başkalığı var. Her ne kadar rakiplerine karşı en gaddar ve elinden kaçan “vatan haini” oligarkları sığındıkları ülkelerde öldürtecek kadar kindar olmasına karşın Putin, “büyük” sıfatını hak eden bir lider. Çağdaşlarından çok daha donanımlı, bilgili ve kültürlü. Yukardaki örnekte gördüğünüz hiciv yeteneği de cabası.
Aslında popülist bile değil, düpedüz otokrat.
En önemli özelliği ise, ötekiler gibi toplumun ezilmişliğini okşayıp büyük şirketlerin çıkarını kollayan bir oportünist değil; halkının ve Rusya’nın yararına çalışan gerçek bir devlet adamı olması.
Sözün özü popülist var, popülist var. Otokratlar arasında da düzey farkı var.
Ve Türkiye’de, yine karavana.
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder