Nedir 5,5 yıl sonra yeniden alevlenen bu Gezi takıntısı?
Bizce iki temel nedeni var.
Birincisi, 15 Temmuz 2016 ile "hesaplaşma" eskidi; toplumun ilgisini çekmek bakımından fazla uzadı. Ama daha önemlisi, bu "hesaplaşmanın" anadamara, kendilerine kadar uzanan siyasi damara, hiçbir zaman ulaşamayacak bir sığlıkta ve samimiyetsizlikte götürülmekte oluşu. Biat edenlerin, işbirliği (muhbir tanıklık) yapanların, kendilerine/sırlarına fazla yakın olanların tüm günahlarına rağmen paçayı kurtarmakta oluşları da cabası.
İkinci neden daha önemli: AKP, iktidarı boyunca üç kez kendini tehdit altında hissetti. Birincisi ve ikincisi, 2007'nin Cumhuriyet mitingleri ile önemli nitelik farklılıklarına rağmen, bunun çok genişlemiş bir versiyonu olan 2013'ün Gezi Direnişi, birbirinin takipçisi hareketlerdi.
Üçüncüsü yani 2015'teki FETÖ'nün askeri darbe girişimi ise farklı bir olaydı. Erken doğum yapmaya mecbur bırakılarak etkisizleştirilen dış destekli bir Fethullahçı/Nurcu darbe teşebbüsüydü. Tarihimizde dış kışkırtmalı tarikat kalkışmaları olmuştur, ama "milli" ordu içinde yuvalanma bakımından emsali yoktur. Oluşmasında, AKP'nin iktidarını pekiştirmek adına giriştiği ittifak kurma tarzının, TSK içindeki yuvalanmaya göz yummasının sorumluluğu belirleyicidir. Bu kalkışmanın bastırılması kadar bir daha tehdit oluşturmamasının sağlanması da iktidarın çok zorlanmadan başaracağı bir mesele olarak görülebilir. Ama iktidar çevreleri açısından, Gezi Direnişi benzeri kitlesel toplumsal tepkilerin yeniden oluşmamasını kesin bir biçimde güvenceye alabilecek yumuşak veya sert müdahale araçlarının yeterli olup olmadığı kaygısı henüz giderilmiş gözükmüyor.
Eski ortakları olan, ideolojik yakınlıkları da çok açık olan Fethullahçı cenahı son üyesine kadar devletin içinden çekip ayıklamaları belki mümkün olmayabilir. Ama gerekli de olmayabilir, çünkü bu kitle dağıtılmış ve sindirilmiş olduğu için bir tehdit oluşturması beklenemez; kaldı ki, ara ara gerçekleştirilen FETÖ operasyonları ile hem kamuoyu teyakkuzda tutulur hem de bu bahaneyle muhalif diğer kesimlere operasyon yapabilmenin rahatlığı kullanılır.
Ama hiçbir zaman ortak olmadıkları, ittifak kurmadıkları ve kuramayacakları, İslamlaştırma/ otoriterleştirme projelerine her zaman karşı tavır alacağını bildikleri Cumhuriyetçi, Kemalist, sol/sosyalist kimlikli geniş bir kitle var. Alevi kökenli yurttaşlar bu üç kimliği de kesen bir yerde bulunuyorlar. Nitekim Gezi Direnişinin katılımcılarının en önemli öbeğini oluşturmaları, Gezi'de canlarını verenlerin tamamının Alevi kökenli olması bir rastlantı değil. Ama iktidar şimdilik bu riskli patikadan yürümüyor. Gezi olayını canlı tutup hem bir daha bu tür direnişlere daha sert tepki vereceğini gösterebilmek hem de iktidarına karşı toplumsal tepkilerin toplumun kendiliğinden dinamiklerinden kaynaklanmadığını kanıtlayabilmek için, dış çevrelerle ilişkisi olduğunu iddia edebileceği simgesel figürler arıyor. Gezi Direnişini temsil etme potansiyeli çok düşük olan ve ilk 10 yıl boyunca iktidarını pekiştirmesine desteğini esirgemeyen bir Osman Kavala'yı seçmesi bu nedenden. Geçen hafta "Kavala ile hiyerarşik ilişki içinde eylemleri organize ettikleri" iddia edilen 20 kişiye karşı gerçekleştirilen (ve şimdilik sonuçsuz kalan) alacakaranlık operasyonları da aynı çerçevede görülmeli. Hatta, "Barış" bildirisini imzalayan akademisyenlere 2016 sonrasında reva görülen ölçüsüz baskılamalar da, iktidarın benzer kaygılarının uzantısında.
Aslında bir başka potansiyel tehdite karşı da önlem alındığı söylenebilir. Bir ekonomik kriz tablosunun daha da ağırlaşacağı bir döneme girilirken, bunun tetiklemesi muhtemel toplumsal hoşnutsuzluklara karşı ön tedbirler alındığı dahi düşünülebilir.
Her durumda, topluma dayatılmak istenen otoriter İslamcı projenin 16 yıl sonra hâlâ toplumun önemli bir bölümünce reddediliyor oluşunun iktidarda yarattığı hırçınlık görmezden gelinemez. Esasen iktidar cenahı, 2007 Cumhuriyet Mitingleri sonrasında FETO ile birlikte başlatıp sürdürdüğü Ergenekon davalarıyla muhalifleri silindir gibi ezip geçtiğini düşünürken bir Gezi Direnişi'nin kendiliğinden başlayıp 11 milyon insanı bir ayı aşkın bir zaman diliminde sürekli sokağa dökebilmesine bir türlü anlam verememişti. Şimdi bu korkulu rüyasının bir daha ortaya çıkabilmesi olasılığını tamamen bertaraf etmek istiyor.
Bu kaygılı iktidar halini pekiştiren bir başka şey de, iktidar partisinin siyasi tabanının daralmakta oluşu. Buna, önümüzdeki yerel seçimlerde bir darbe yeme ihtimalini de ekliyor olabilirler. Bu nedenle, belki Cumhur İttifakı yönünde yeniden harekete geçmeleri beklenebilir; ama daha kesin olan, polis, yargı ve medya baskısının vidalarını daha kuvvetle sıkmaları olacaktır.
Oğuz Oyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder