Eski adı şeyhülislamlıktı. Dinî konularda fetva vermenin yanında, devletin yönetimiyle ilgili temel ilke ve kanunların konulmasında söz sahibiydi. Ayrıca yargı ve eğitim öğretim görevlerini ilmiye sınıfı aracılığıyla yürütmek gibi karmaşık işleri vardı. Bu sonuncular zaten dini bir iş kabul edildiğinden, Şeyhülislamlığa bağlı yürütülmesi de doğal görülüyordu.
Fakat zaman değişiyor, tarih sahnesine yeni sınıflarla birlikte yeni devrimler çıkıyor, Osmanlı gelişmeleri takip etmekte zorlanıyordu. “İlim” artık dinden ibaret bir şey değildi. Aydınlanma çağı, dine yeni sınırlarını göstermişti. Fransız Devrimi kiliseye saldırmış, otoritesini yerle bir etmişti. Dinin gündelik hayattan uzaklaştırılması, din ile devletin ayrıştırılması artık bir ihtiyaçtı.
Bizde de öyle oldu, 19. yüzyıl başında şeyhülislâmlığın görev ve yetki alanı daraltıldı; Tanzimat diyoruz. Şeyhülislâmlığa bağlı olarak ilmiye sınıfının tekelinde bulunan yargı, eğitim öğretim ve vakıflarla ilgili hizmetlerin büyük bir bölümü Adliye, Maarif ve Evkaf nezâretlerine devredildi. Şeyhülislamlığın yetkileri fetva işleri, medreselerdeki öğretim ve şeriyye mahkemeleriyle sınırlandırıldı.
İttihat ve Terakki 1917’de elindeki yargı görevini sıfırladı, bütün şer‘î mahkemeleri ve bağlı kuruluşları da Adliye Nezâreti’ne bağladı.
1920’de saray iç karışıklıklardan yararlanıp şer‘î mahkemeleri tekrar Şeyhülislamlığa bağladı. Fakat sarayın yetkisi son derece dar bir bölgede geçerliydi. Büyük Millet Meclisi idaresi bu kararı tanımamıştı.
Cumhuriyet gelince alanını biraz daha daralttı, 1924’te Şeyhülislamlık kapatılıp başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği ve Evkaf Umum Müdürlüğü kuruldu. Kontrolündeki mektep ve medreseler Eğitim Bakanlığına devredildi. Bir yıl sonra tekke ve zaviyeler de kapatılınca gerçekten de “diyanet işleri”ne dönüştü.
Bu tarihin gösterdiği şey, Şeyhülislamlık makamının bizzat tarih tarafından kaldırılıp tarihin çöplüğüne fırlatıldığıdır. Evet, perdeyi Cumhuriyet kapattı ama Ortaçağ artığı bu kurum Cumhuriyet kapısını çalana kadar zaten ömrünü tamamlamıştı. Yetki ve görevlerini budayanlar arasında pek çok padişah var. Ölüsünü kaldırmak Cumhuriyete düştü.
***
Arkadaşlar Osmanlıyı kurmaya niyetli ama okumakla araları pek parlak değil. Sadece Kadir Mısırlıoğlu kıraat ettiklerinden Şeyhülislamlığı Kemalistlerin kaldırdığını sanıyorlar haliyle. Hâlbuki bu makam Kurtuluş Savaşında Vahdettin’in direnişçilerin öldürülmesi emrini bir fetvayla onaylayarak kendi kendini feshetmişti. Öldürmeye kasteden Vahdettin, fetvacısı Fakir Dürrizade Esseyid Abdullah’tır.
İlginç bir tarihi var Dürrizade’nin.1908’de velinimeti Hamid devrilince Dürrizade için de karanlık günler başlamış. Önce kızağa çekmişler, sonra, 1909’da Anadolu Kazaskerliğine atanmış. Ancak İttihatçılar peşini bırakmayınca, 1912’de istifa etmiş. İttihatçılar çekilince Padişah emriyle Şeyhülislam olarak atanmış. Damat Ferit hükumetinin önemli ayaklarından biridir.
Damat Ferit Hükumeti yeni Şeyhülislam Dürrizade’den Anadolu Direniş hareketine karşı bir fetva istemiş. Yazdığı fetva Yunan uçakları ve İngiliz gemileri ile Anadolu’ya taşınmış, dağıtılmış. Böylesine haindir.
Damat Ferit Paşa Paris’e gittiğinden vekâleten başbakan koltuğuna oturmuştu. 1920’de, Anadolu İhtilalinin en kanlı zamanında Vahdettin’in emriyle Saltanat Şurası düzenledi, hükumet temsilcisi olarak Şuraya katıldı. Orada eski şeyhülislam Mustafa Sabri ile birlikte Sevr’in kabulü yönünde görüş belirtti. Milli Mücadelenin zaferini görünce 1922’de Rodos’a kaçtı, oradan İtalya’ya geçti.1923’te Cumhuriyet ilan edilirken o hac için Mekke yolundaydı. Orada öldü. 1923 bütün şeyhülislamların ortak ölüm tarihidir.
***
Düzenin geri çekilmesi 1940’lı yıllarda başladı. CHP 1949’ta İmam-Hatip kurslarını ve İlâhiyat Fakültesi’ni açtı. 1950 genel seçimlerine birkaç gün kala Diyanet İşleri Başkanlığının yetkilerini genişletti. 1931 yılında Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devredilmiş olan camiler ve cami görevlileriyle ilgili yetkiler başkanlığa iade edildi. Gezici vaizlik ihdas edildi ve bütün vaizler maaşlı kadroya geçirildi. Sonrası malum. 12 Eylül dini yeniden kamu yaşamına sokana kadar Diyanet adım adım Şeyhülislamlığa benzetilmeye çalışıldı. Artık Şeyhülislamlıktır.
Bu tarihin söylediğini İslamcılar için özetleyeyim; Padişahların budadığı Şeyhülislamlık, CHP tarafından yeniden ihya edilmiştir. Hem dinciler, hem imam hatipler ve hem de Diyanet CHP’ye borçludur.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 1961 ve 1982 Anayasası uyarınca genel idare içinde yer alan bir kuruluş olarak tanımlanıyordu. Anlamı şu, devlet dini idare ediyordu. Şimdi din devleti idare etmeye başladı. Devrimden geriye kaçmanın kaçınılmaz sonucudur.
1970’li yıllarda bu çarpık durum nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açıldı. Davada devlet bütçesinden din hizmetleri için harcama yapılmasının laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı ileri sürülüyordu. Dava, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dinî bir teşkilât değil genel idare içinde yer almış idarî bir teşkilât olduğu, başkanlığın anayasada yer almasının ve mensuplarının memur sayılarak maaşlarının bütçeden karşılanmasının devletin din işlerini yürüttüğü anlamına gelmediği, dinin devletçe denetiminin yürütülmesinin, din işlerinde çalışacak kişilerin yetenekli şekilde yetiştirilerek dinî taassubun önlenmesi ve dinin toplum için mânevî bir disiplin olmasının sağlanması gibi ülke koşullarının zorunlu kıldığı ihtiyaçlara uygun bir çözüm yolu bulmak amacını taşıdığı” gerekçeleriyle reddedildi. Çünkü devlet ve ona yön veren egemen sınıf bu yolla dini denetim altında tutabileceğini sanıyordu.
***
Şimdi dağ taş imam, imam olmayanı devletin kapısından geçirmiyorlar. Diyanet bütçeden en büyük payı alan kurumlardan biri. Sınavsız sorgusuz din memuru alma hakkı var kurumunun. Aldıklarını bir yıl sonra başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere diğer bakanlıklara dağıtıyor. Boşalanların yerine yeni din memurları atanıyor, onlar da başka bakanlıklara dağılınca döngü yeniden başlıyor. Yani Diyanet devlete sınavsız memur alma ve atama kurumu gibi çalışıyor uzun süredir. Başındaki devlet memuru nevzuhur Şeyhülislam gibi dolaşıyor ortalıkta. Geçenlerde tek numarası Cumhuriyete ve kurucusuna küfür etmek olan bir meczubu ziyaret etti üzerinde dini kıyafetiyle. Hem de 10 Kasım’a getirdi ziyaretini ki karşıdevrimci bir eylem olduğu iyice anlaşılsın.
Bir yandan da hoparlör marifetiyle “yüzde 99’u Müslüman olan” halkı yeniden Müslüman yapmaya çalışıyor kurum. Özellikle “gâvur” mahallelerinde ezan sesi cam çerçeve parçalıyor. Bu yöndeki ricalara aldırmayan müftülüklerden biri geçenlerde sabah namazında camiler tenha diye ezanla namaz arasına yarım saat eklediğini duyurdu. Ezana da 15 Temmuz bahanesiyle zam yapmışlardı zaten. Evlere imam göndermeyi de planladılar bir ara ama tekin bulmamış olacaklar ki icraata dökemediler. Onun yerine camilerde turistlere İslam propagandası yapmakla yetiniyorlar. Açıkladıklarına göre turistleri Müslüman yapma faaliyeti yanında camilerde çocuklar için imam eşliğinde okuma saatleri düzenlenecek. Borsa çalıştayı yapılacak, kamuoyunda tepki çeken fetvaların önüne geçmek için dil ve üslup rehberi hazırlanacak. Sığınmacılara yönelik Kuran kursları öğretim programı düzenlenecek. Ateizm, deizm ve agnostisizm konularında gençlere yönelik iki yayın çıkarılacak, falan filan.
Bütün bunlar bir yana Diyanet’e bağlı camiler iktidar partisinin yan kuruluşuna dönüşmüş durumda. Seçim çalışmaları camilerden başlıyor bir süredir. Haliyle güven patlaması yaşıyor nevzuhur Şeyhülislam da. Hafta başında hızını alamayıp "Bir milletin kimliği oluşturan asıl unsur din ve inançtır" bile dedi.
Sonuncusundan iki önceki Diyanet İşleri Başkanı giderayak şöyle demişti; “Din-siyaset ve din-ticaret ilişkisine bir sınır getirilmeli. Dini her işe koşuyoruz, dini duyguları her alanda geçer ölçü yapıyoruz; sonunda din yoruluyor, din algısı tahrip oluyor.” Haksız sayılmaz. İnancını her yere sokarsan kirlenir. Temizlemenin de imkânı yoktur. Din tarihinin hiçbir döneminde bu kadar dünyevi bir şeye dönüşmemişti.
***
Diyanet İşleri Başkanlığını siyasi tartışmaların malzemesi yapmamalıymışız. Ama işte tablo ortada. Diyanet işleri devlet işleri oldu çoktan, dini falan geçtik kimlik falan yazmaya kalkıyor millete.
Ama kimlik biçtiği millet bunların kavuğuna bakıp homurdanıyor. Bundan her işlerinden, her fetvalarından geri adım atıp durmaları. Dokuz yaşındaki kızlar evlenebilir fetvası verirsin vermesine de, iki gün sonra muska yapıp yedirirler adama.
Onun için mecburen hatırlatıyoruz; bütün Şeyhülislamlar 1923’de öldü. Kavuklu zombilerin ortaya çıkması ise hayra alamet değil. Sadece bizim açımızdan değil düzen açısından da!
Orhan Gökdemir / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder