Mayıs’tan bu yana kriz istatistiklerini inceliyor; tartışıyoruz.
Süreç, üç aşamadan geçti.
İlk aşama, krizin ön-koşullarını oluşturdu; 2017’nin tümünü ve 2018’in ilk üç ayını kapsadı. AKP bir seçim ekonomisinin malî ve parasal araçlarını sonuna kadar kullandı. Reel ekonomi (üretim, istihdam, gelirler) büyüdü; ısındı. Yüksek tempolu sermaye girişleri dış kırılganlıkları ağırlaştırdı; “finansal balon” oluştu; şişti.
İkinci aşama Mart’ta, dış kaynak hareketlerinde gerileme ile başladı. Ekonomi hızla döviz krizine girdi; finansal piyasalardaki gerilimler reel ekonomiye taşındı.
Üçüncü aşamaya Ağustos’ta girildi. Ekonomi dış dünyaya kaynak aktarmaya ve küçülmeye başladı. Emperyalist sistemin çevresine özgü bir ekonomik bunalıma girildi: Finans kapital, “balonlaşma” döneminde birikmiş alacaklarını, ekonomiyi küçülterek tahsil etmeye başlayacaktır. Yeterince topladıktan, kalanları güvenceye aldıktan sonra “muslukları” yeniden açacaktır. Ekonominin yeniden büyümeye başlaması ise zaman alacaktır.
Bu süreçte ekonominin dışsal bağlantıları öne çıktı. Bunları aşağıdaki tabloda kırılganlık göstergeleri aracılığıyla izleyelim.
2016 sonu (sütun 1), dış kırılganlıkların kronik ve “olağan” boyutlarını temsil etmektedir. 2017 ve Mart 2018 (sütun 2 ve 3) ekonominin ısınma, finansal sistemin “balonlaşma” dönemidir. 2018 Eylül (sütun 4), döviz krizinin ekonomik bunalıma dönüşmesini yansıtıyor.
Reel ekonomideki bunalımın istatistiklerini daha sonra tartışırız.
Dış kırılganlıklar artarken
Kronik dış kırılganlıklar Aralık 2016-2017 arasında, giderek Mart 2018’e kadar kesintisiz tırmandı. Bu üç tarihteki göstergelerin seyrini gözden geçirelim.
Cari açığın millî gelire oranı (yüzdeler olarak): 3,8→ 5,6 → 7,8… Mart 2018’de 12 aylık cari işlem açığı 55,3 milyar dolardır. “Yükselen piyasa ekonomileri” içinde Türkiye ilk sıradadır.
Not: Dolarlı milli gelirde IMF; dolar kurunda BIS verileri. Cari denge, son on iki ayın toplamıdır. (*) Haziran 2018. (**) Ağustos 2018
Dış borçlar / millî gelir oranı da (%46,9 → %53,5 → %65,4) sürekli artmış; Mart 2018’de kritik yüzde 50’lik eşiği çok geride bırakmıştır. Kısa vadeli dış borçların toplam borçlarda ve millî gelirdeki payları da kesintisiz yükselmektedir (satır 2, 3, 4).
Olası bir kriz ortamında yabancı sermaye için önemli bir güvence kısa vadeli dış borçların Merkez Bankası rezervlerine oranıdır ve kritik eşik yüzde 100’dür. Türkiye’de bu eşik 2016’da aşılmış; hızla yükselerek Mart 2018’de %145’e ulaşmıştır.
Dış borcun, yaklaşık %70’i özel sektöre aittir. Döviz geliri olmayan şirketlerin döviz borçları önemli riskler içerir. 1994 ve 2001’de bankaları da sürükleyen çöküntüler hatırlanmaktadır. Şirketlerin döviz varlıkları ile döviz borçları arasındaki makas (“döviz durumu”, satır 6) bu nedenle izlenir. On beş ay boyunca bu açığın millî gelire oranı da (yüzde olarak) kesintisiz yükselmiştir: -23,8 → -25,1 → -31,1…
Önümüzdeki on iki ayda vadesi gelen dış borçlara aynı dönem için öngörülen cari açığı ekleyiniz. Yakın gelecekte ekonominin dış finansman gereksinimi (satır 7) elde edilir. Bu toplamın dolarlı millî gelire oranı da bir başka dışsal kırılganlığı yansıtır ve Mart 2018’e kadar kesintisiz artış gözlenmektedir: %26,7 → %30,5 → %33,3...
Balonlaşmanın beslenmesi, yansıması
Ekonominin kronik dış bağımlılığı geçmişin mirasıdır; AKP’li yıllarda da iniş-çıkışlı bir süreç içinde artmıştır. Örneğin 2003-2007’de coşkulu sermaye girişlerinin beslediği canlanma, 2008 sonunda çöktü; kriz patlak verdi. Öncelikle kısa vadeli dış krediler tahsil edildi; dış borç stoku aşağı çekildi. Ekonomi on iki ay boyunca küçülerek finans kapitale kaynak aktardı. 2010-2014’te dış kaynak muslukları yeniden açıldı; önceki kırılganlıklar aşıldı.
2016’yı izleyen on dört ayda sermaye hareketleri canlandı. Institute of International Finance, “yükselen piyasa ekonomileri”ne finansal akımların 2017’de 262 milyar dolar arttığın belirledi. Türkiye artıştan önemlice pay aldı; 2017’de 49 milyar dolar yabancı sermaye girişinden yararlandı. Bir önceki yıl göre %44 artış… Bu ivme Ocak-Şubat 2018’de de süregeldi: 12 ay öncesine göre dış kaynak girişleri %76 arttı.
Mart sonrasında oluşacak krizin ana sorumlusu da böylece belirleniyor: Dış kırılganlıkları on beş ay içinde sürdürülemez düzeye çıkaran finans kapital…
“Balonlaşma” ile finansal sistemde, riskleri besleyen, olağanı aşan şişme kastedilir. Türkiye gibi dış bağımlılık (örneğin yüksek cari açıklar) taşıyan çevre ekonomilerinde önce döviz piyasalarına yansır.
Buralarda “işler yolunda gidiyor mu?” sorusu, döviz kuru hareketlerine bakılarak yanıtlanır. “Ucuzlayan döviz” ortamı, dış kaynak girişlerinin cari açığı fazlasıyla aştığı zamanlarda gözlenir. İç talep, dış ve iç dengesizlikler zorlanmadan canlanır. Yüksek yabancı sermaye girişleri koşullarında “pahalılaşan döviz” ise “finansal balonlaşma”ya işaret eder.
2016 sonu-Mart 2018 dönemi bu son özellikleri taşıyor (satır 8): İlk 12 ayda nominal dolar kuru yüzde 20’yi aşkın bir tempoda yükselmiştir. Sonuç, 2017’de T.C. devlet tahvili üzerinden sağlanan dolar cinsi sıcak para (“arbitraj”) getirilerinin yüzde 4’ün altına inmesi olmuştur. Sonraki üç ayda doların değerlenmesi sürmüştür. Hisse senetlerine, tahvillere para bağlamış olan spekülatör finans kapital için ideal ortam, dövizin değil, yerli paranın değerlenmesidir.
Bank of International Settlements (BIS) ülkeler-arası nominal ve reel döviz hareketlerini izler. Bu verilere göre 2016 sonu ile Mart 2018 arasında yükselen piyasa ekonomileri içinde dolar fiyatı yüzde 25’i aşan iki ülke vardır: Türkiye ve Arjantin… Yılın ikinci yarısında finansal krize adaylıklarını böylece peşinen ilan etmişlerdir.
Aynı dönemde Türkiye’de reel döviz kuru da yükselmiş; döviz fiyatlarının enflasyondan hızlı arttığı belirlenmiş; enflasyon beklentileri de yukarı çekilmiştir. Finansal sistem için ek bir tedirginlik kaynağı…
Kriz istatistikleri: Ülke yoksullaşır; kırılganlıklar hafifler…
Finans balonları bazen krize yol açmadan (“patlamadan”) hava kaçırır; geçiştirilir. Türkiye’de ise balonlaşmanın sürdürülemeyeceği, patlayacağı Mart 2018 sonrasında ortaya çıktı. Nedeni, dış kaynak musluklarının kısılmasıdır.
FED’den kaynaklanan likidite daralması, Şubat 2018’de Batı borsalarında sert düşüşler ile yeni bir ivme kazandı. “Güney” coğrafyasından fon çıkışları gündeme geldi.
Hangi ülkelerden?
Birkaç yıldan beri, finans uzmanları “yükselen piyasaların kırılganları” listeleri hazırlamaktadır. Bizim tablodaki kırılganlık göstergeleri ve benzerleri sürekli gözlem altındadır. Türkiye bu listelerin demirbaş üyesidir.
Yüksek kırılganlık, hem yüksek getiri, hem yüksek risk demektir. Kırılganlıkların “sürdürülemezliği” algılandığı anda, “çıkış kararı” alınır. Algılama gerçek olur; sermaye çıkışları, krizi tetikler.
Türkiye bu olguyla önce Mart’ta karşılaştı; dış kaynak girişleri önce yavaşladı; Ağustos ve Eylül’de “net çıkışlar” gerçekleşti. Tablonun son sütunu, krizi yansıtan göstergeleri Eylül 2018’e kadar taşımaktadır. Altı ayda dolar kurundaki %44’lük sıçrama, döviz krizinin zirve noktasıdır ve tüm öğeleriyle bunalıma girildiğini gösterir.
Bu tür krizlerin bir işlevi, sürdürülmesi imkânsız dış kırılganlıkları hafifletmektir. Net çıkış, dış alacakların tahsili anlamına gelir. Bu tahsilat bir yandan ekonomiyi küçültür; toplumu yoksullaştırır; bir yandan kırılganlıkları hafifletir.
Tablodaki örneklere göz atalım.
Döviz pahalılaştığı ve ekonomi durgunlaştığı için dolarlı milli gelirin 2018’de yüzde 16 düşeceği öngörüldü. Kriz, Ağustos-Eylül’de iç talebi çökerttiği için ekonomi cari fazla verdi. Bu iki etken cari açık / millî gelir oranını 1,3 puan aşağı çekti (sütun 4, satır 1). Bu kırılganlık göstergesini hafifleten, yoksullaşma ve döviz krizi oldu.
Dış borçların millî gelire oranı Mart’ta yüzde 65,4’le zirveye oturduktan üç ay sonra 1,4 puan düştü; yüzde 64’e indi (sütun 4, satır 2). Dış kredilerin bir bölümü tahsil edildi. Sıcak para getirilerinin döviz karşılığı ödendi; TL’nin değer kaybı bunların dolar toplamını da aşındırdı. Sonuçta dış borç stoku 10 milyar dolar azaldı. Ağustos-Eylül ödemeler dengesi tablolarına bakınız: Borç ödemeleri, cari işlem fazlası ve rezervlerden yapılmıştır. Küçülerek ve “sermayeden yiyerek” finans sermayesine kaynak aktarımı…
Bu işlemler, 12 içinde vadesi gelen dış borç toplamını da 6 milyar dolar düşürdü. Bu “katkıya” cari açığın daralmasını da ekleyin; yakın geleceğin dış finansman gereği (göreli olarak) 2,2 puan hafifler (sütün 4, satır 7). Kısa vadeli dış borç stoku da Mart-Eylül arasında azaldı; millî gelire oranı 0,7 puan indi (Sütun 4, satır 3). Toplam dış borçlarda kısa vadelilerin payında ise değişme yoktur.
Döviz borçlusu şirketler Mart sonrasında piyasalardan can havliyle dolar toplamaya başladılar. Hem döviz krizine katkı yaptılar, hem de döviz açıklarını beş ayda 7 milyar dolar azalttılar. Bu açığın millî gelire oranı da 0,9 puan aşağı çekildi (sütun 4, satır 6).
Kıssadan hisse
Dış kırılganlıkların hafiflemesine niçin sevinemiyoruz?
Zira, kırılganlıkların “hafiflemesi”, emperyalist sisteme net kaynak aktarımı ve reel ekonomide (üretimde, istihdamda, tüketimde, gelirlerde) somut kayıplar sayesinde mümkün oluyor.
Bu maliyetler, dış bağımlılığa son verecek midir?
Eylül 2018’deki göstergeler, 2016 ve 2017 değerlerinin çok daha üzerindedir. Demek oluyor ki, ekonominin önceki (ve esasen yüksek olan) kırılgan konumuna dönebilmesi için bu tür maliyetlerin bir süre daha devam etmesi gerekecek.
Finans kapital kaynak aktarımını ve finansal güvenceleri daha erken bir tarihte yeterli bulur ve muslukları açarsa, ekonomi “yeni olağan hayata”, 2016’ya göre çok daha bağımlı bir konumda geçecektir.
Krize rağmen düzelmeyen tek kırılganlık göstergesine de dikkat çekelim: Kısa vadeli kredilerin rezervlere oranı… Altı ayda 34 puan artış… (Bk. sütun 4, satır 6). Nedeni Mart-Eylül arasında TCMB rezervlerinde 20 milyar dolarlık erimedir. Yukarıdaki teşhisi tekrarlayayım:Sermayeden yiyerek finans sermayesine kaynak aktarımı…
Kıssadan hisse nedir?
Krizin ana sorumlusu, maliyetini de üstlenmeli; finans kapitale kaynak aktarımına izin verilmemelidir.
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder