Bizim gazete ve televizyonların çoğu Birleşik Krallık mahkemesinin Akın İpek’in iadesi talebini reddetmesini “skandal karar” başlığıyla haberleştirdiler.
Haberlerin neredeyse tümü, ne yazık ki BirGün dahil; “İngiltere’de bulunan firari FETÖ sanığı Akın İpek’in Türkiye’ye iade talebi reddedildi. …
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül Twitter hesabından yaptığı açıklamada ‘Türk yargısının iade talebi uluslararası hukukun ve sözleşmelerin bir gereğidir. İngiltere yargısının ret kararı ise, siyasi içerikli bir değerlendirme niteliği taşımaktadır. Bu nedenlerle iade talebiyle ilgili ret kararını ve gerekçelerini kabul etmemiz mümkün değildir’ dedi.”, diye başlıyordu.
Bakan Gül “ret kararını ve gerekçelerini” kabul etmediğini söylediğine göre, kararın bazı gerekçeleri olduğunu da biliyordu.
Ancak, o haberlerin okurları, izleyici ve dinleyicileri gerekçelerden haberdar olamadılar!
Aslında, geçen gün “Yargı Reformu Strateji Belgesi” üzerine konuşurken, Bakan Gül dolaylı olarak Birleşik Krallık mahkemesinin gerekçelerine de değinmiş oldu: Reformun vizyonu; “güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi”ymiş, “Adaletin kapısına gelen herkes hakkına erişeceğinden emin olmalı”ymış!
Uzun süren yargılamalardan, bir türlü hazırlanmayan iddianamelerden, tutuklamanın bir tedbir olmaktan çıkıp cezaya dönüşmesinden Bakan da şikâyet ediyor gibiydi.
Memlekette “güven veren ve erişilebilir bir adalet sistemi” olsa, “herkes hakkına erişebileceğinden emin” olsa, vizyonu bunlar olan bir adalet reformuna neden gerek olsun?
İşte, mahkeme de bunlar yok diye iade talebini reddetti!
İpek haberinin verilişinin birkaç gündür tartıştığımız medya ve habercilik anlayışları açısından sorunlu bir yanı var tabi. En basitinden şu 5N1K meselesi ve o soruların en can alıcısı olan “Neden?”. Haberi verirken; “İadesi reddedildi” deyip neden reddedildiğine dair bir şey söylememek ancak iktidarların tercihi olabilecek bir “karartma” olabilir.
Bu davalar özelinde, iktidara sorulması gereken de “FETÖ üyesi”, “darbe sanığı” dediği kişileri yargılamakta samimi olup olmadığıdır.
İpek’in iadesini reddeden mahkeme bu kararın gerekçelerini uzun uzun yazmıştı.
Guardian gazetesi kararla ilgili haberinde; yargıcın ret kararını; talebin ve yargılanmalarının temelinde “siyasi motivasyon” olduğuna, sanıkların iade edilmeleri durumunda “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Madde’sinin ihlali konusunda ciddi risk olduğu”na ikna olduğunu söyleyerek aldığını yazıyordu.
O Madde 3 ki İşkence Yasağı hakkındadır ve “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”, der.
Kısacası, Türkiye’nin iade taleplerinin reddinin ardında, bu ülkede adil bir yargılama olmadığı, insanların siyasi nedenlerle soruşturulup kovuşturuldukları, iadelerinin işkence ve insanlık dışı muameleyle karşılaşmaları riski demek olduğu düşüncesi yatıyor.
İktidarın iade taleplerinin karşılık bulabilmesi için de her şeyden önce bu algının değişmesi lazım.
O algı hakim olduğu sürece, ne yazık ki, arkalarında darbeye bulaşmaya varana kadar birçok ağır suçlama bulunan ve uzun süre iktidar ortaklığı yapmış insanlar bile “muhaliflik” gibi bir kavramın arkasına, o kavramı da kirleterek, sığınabiliyorlar.
Türkiye; adil yargının olmadığı, politik motivasyonlarla yargılamalar yapılan, işkence ve kötü muamele riski olan bir ülke olarak görüldükçe, İpek de kendisini, “Erdoğan rejiminin muhalifi” olarak algılandığı için ailesiyle birlikte hedef alınmış biri diye sunabiliyor.
Böyle adalet ve yargı düzeniniz olunca böyle “muhalif”leriniz de olabiliyor!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder