Dostsa dost, erdemse erdemli, dürüstlükse dürüst, hoşgörüyse hoşgörülü... İlke sağlamlığı ise; çeliği delecek kesici aletler vardır; onun sağlam iradesinden doğan ilkelerini; ucu en keskin aletlerle delmeye kalkanlar bile hüsrana uğramışlardır.
Geçmişten geleceğe, insanı bilgiyle donatmanın maraton koşucusuydu Bozkurt Güvenç. Gülmeyi mekanik alışkanlıklardan sıyırıp kıvamını soluk borusunda bulan o sıcaklık duygusuna çevirmenin sırrına eren bir eşti, babaydı, insan sevgisinin uzun yol katarıydı.
Bilgi dağıydı; ama onun aktarıcısı değildi. Bilgiyi yüreğinin, mantığının, insanlığı kucaklayan sevgisinin imbiğinden geçirmeden ortaya çıkarmazdı. Olayları anında kavrar, onu yaşamını bağışladığı emeğiyle belirginleştirip etkili kıvama getirdikten sonra yorumlardı.
Güvenç’le dostluğumuz 1968 yılının Ağustos ayında başladı, giderek de perçinlendi. O şimdi, gerçek “varoluş”a erdiği şu günlerde zamanın sonsuzluğuna eriyor. Nereye gittiyse dostluğumu yanında götürecek denli yakını saydı beni. Yolu Japonya’ya düştüğünde, basım aşamasına varan Japon Kültürü adlı yapıtının sorumluluğunu bana bırakmıştı.
Her insana özgü mutluluk kaynakları vardır. Yıpranmamış dostlukların mirasçısıyım ben. Bozkurt Güvenç, Ruşen Keleş, Sedat Sever’le birlikte hastalıklı günlerinde andığımız 62 yıllık dostum, öğretmenim Emin Özdemir, o toplantıda “Adnan’la ben bir kâğıdın iki yüzü gibiyiz; beni anan onu, onu anan beni de anar” sözünün onurunu taşıyorum benliğimde.
Bozkurt Güvenç de, -o toplantıda kendisi açıkladığı için dile getirmekte sakınca bulmuyorum- derinliğine irdeleyerek oluşturduğu yazılarını görüp düşüncelerimi öğrenmek isterdi. Gecemi gündüz eyler, anında okuyup görüşlerimi sunardım. Bozkurt Güvenç, birine güven duyanın, gerçekte kendine beslediği yüksek güvençten doğduğunu öğretmiştir bana. Hoşgörüsü yüksek Güvenç’in beslediği güven, bana bıraktığı en kutsal mirastır.
Eğitimin temel ilkesi olan “yaşayarak öğretme”nin yaratıcısıydı Güvenç. Sanırım bu yargıma en başta öğrencileri katılacaktır. Bilindiği gibi, Güvenç başlangıçta mimarlık eğitimi görmüştür. Ankara ziyaretlerimin birinde, başkentte ilginç yapısıyla ilgi çeken Japon Kültür Merkezi’ne götürmüştü beni. Yukarı katları geziyorduk. O sırada binanın kapısından itişerek kakışarak gürültülü bir öğrenci topluluğu girdi. Bana döndü, “Adnan, bak, içeriye girer girmez ne gürültü kalacak ne itişip kakışma!” demişti. Sözünü bitirmemişti ki, dediği gerçekleşti.“İşte mimarlık budur, insanı kendine benzetir” dedi.
Güvenç’in yıllar önce yaptığı bu yorum günümüzün en acı gerçeğinin portresidir. Hiç yoktan öldürme olaylarının; kadını bıçaklarla doğramaların, ortaya kurşun sıkmanın; trafikte her gün onlarca can kaybının, çocuğa tecavüzlerin, yalanın dolanın, zorbalığın, yol kesiciliğin, soygunculuğun... artmasında, gökte gün ışığını körelten, denizin esen yelini kesen gökdelenlerin, sefertası görünümlü dev yapılı çirkinliklerin etkisi yok mudur? Roma devlet adamı Cato’nun bin yıl önce söylediği söz, sanırım çağımızda tam yerini bulmuştur: “Ahmaklardır uygarlığı görkemli binalarda arayanlar.”
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür adlı yapıtında, insanı yalnızca kültürle değil, kültürü de insanla kaynaştırıp düşünür kılan bir anlayışın savunucusu olmuştur. O, bu yönüyle, aramızdan ayrılan, bir beden değil, bilime önsezinin gücünü katan, gittiği yere kendi ışığını da götüren bir bilgedir.
Daha yazılarının mürekkebi kurumadan, kayıp gitti bilgeliğin o Kutupyıldızı!.
Adnan Binyazar / CUMHURİYET
Geçmişten geleceğe, insanı bilgiyle donatmanın maraton koşucusuydu Bozkurt Güvenç. Gülmeyi mekanik alışkanlıklardan sıyırıp kıvamını soluk borusunda bulan o sıcaklık duygusuna çevirmenin sırrına eren bir eşti, babaydı, insan sevgisinin uzun yol katarıydı.
Bilgi dağıydı; ama onun aktarıcısı değildi. Bilgiyi yüreğinin, mantığının, insanlığı kucaklayan sevgisinin imbiğinden geçirmeden ortaya çıkarmazdı. Olayları anında kavrar, onu yaşamını bağışladığı emeğiyle belirginleştirip etkili kıvama getirdikten sonra yorumlardı.
Güvenç’le dostluğumuz 1968 yılının Ağustos ayında başladı, giderek de perçinlendi. O şimdi, gerçek “varoluş”a erdiği şu günlerde zamanın sonsuzluğuna eriyor. Nereye gittiyse dostluğumu yanında götürecek denli yakını saydı beni. Yolu Japonya’ya düştüğünde, basım aşamasına varan Japon Kültürü adlı yapıtının sorumluluğunu bana bırakmıştı.
Her insana özgü mutluluk kaynakları vardır. Yıpranmamış dostlukların mirasçısıyım ben. Bozkurt Güvenç, Ruşen Keleş, Sedat Sever’le birlikte hastalıklı günlerinde andığımız 62 yıllık dostum, öğretmenim Emin Özdemir, o toplantıda “Adnan’la ben bir kâğıdın iki yüzü gibiyiz; beni anan onu, onu anan beni de anar” sözünün onurunu taşıyorum benliğimde.
Bozkurt Güvenç de, -o toplantıda kendisi açıkladığı için dile getirmekte sakınca bulmuyorum- derinliğine irdeleyerek oluşturduğu yazılarını görüp düşüncelerimi öğrenmek isterdi. Gecemi gündüz eyler, anında okuyup görüşlerimi sunardım. Bozkurt Güvenç, birine güven duyanın, gerçekte kendine beslediği yüksek güvençten doğduğunu öğretmiştir bana. Hoşgörüsü yüksek Güvenç’in beslediği güven, bana bıraktığı en kutsal mirastır.
Eğitimin temel ilkesi olan “yaşayarak öğretme”nin yaratıcısıydı Güvenç. Sanırım bu yargıma en başta öğrencileri katılacaktır. Bilindiği gibi, Güvenç başlangıçta mimarlık eğitimi görmüştür. Ankara ziyaretlerimin birinde, başkentte ilginç yapısıyla ilgi çeken Japon Kültür Merkezi’ne götürmüştü beni. Yukarı katları geziyorduk. O sırada binanın kapısından itişerek kakışarak gürültülü bir öğrenci topluluğu girdi. Bana döndü, “Adnan, bak, içeriye girer girmez ne gürültü kalacak ne itişip kakışma!” demişti. Sözünü bitirmemişti ki, dediği gerçekleşti.“İşte mimarlık budur, insanı kendine benzetir” dedi.
Güvenç’in yıllar önce yaptığı bu yorum günümüzün en acı gerçeğinin portresidir. Hiç yoktan öldürme olaylarının; kadını bıçaklarla doğramaların, ortaya kurşun sıkmanın; trafikte her gün onlarca can kaybının, çocuğa tecavüzlerin, yalanın dolanın, zorbalığın, yol kesiciliğin, soygunculuğun... artmasında, gökte gün ışığını körelten, denizin esen yelini kesen gökdelenlerin, sefertası görünümlü dev yapılı çirkinliklerin etkisi yok mudur? Roma devlet adamı Cato’nun bin yıl önce söylediği söz, sanırım çağımızda tam yerini bulmuştur: “Ahmaklardır uygarlığı görkemli binalarda arayanlar.”
Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür adlı yapıtında, insanı yalnızca kültürle değil, kültürü de insanla kaynaştırıp düşünür kılan bir anlayışın savunucusu olmuştur. O, bu yönüyle, aramızdan ayrılan, bir beden değil, bilime önsezinin gücünü katan, gittiği yere kendi ışığını da götüren bir bilgedir.
Daha yazılarının mürekkebi kurumadan, kayıp gitti bilgeliğin o Kutupyıldızı!.
Adnan Binyazar / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder