O gece “adam kazandı” iletisi herkesi neden yaraladı hiç düşündünüz mü?
Ben söyleyeyim; yenilgiden dolayı değildi, milyonlarca insan defalarca yenildi. Kimi zaman sandık yoluyla, çoğu zaman postalla, her defasında küresel kapitalizmin desteğiyle yenildi! Ayağa kalktı insanlar, yeniden başladılar.
“Adam kazandı” demek mücadeleden vazgeçmek anlamına geliyordu, boyun eğmek demekti, “teslim olun, bitti” çağrısıydı. Yenilgi değildi milyonları kederlendiren, kandırılmaktı!
Bu iletinin bir faydası oldu gerçi, hakikat tokat gibi indi herkesin yüzüne. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmuyor da. Başkan(!) seçildi, tek adam her konuda yetkili, diyor ya Özhaseki: “Allah bir sahip gönderdi, o da Recep Tayyip Erdoğan” diye. Adam haklı, yeni düzen kul, köle ilişkisinden öte nasıl tarif edilir? Mesele bu; yurttaş, yoldaş, birey, insan mı olacağız, yoksa boyun eğecek ve sahip efendi ilişkisinde bize düşen rolü mü oynayacağız? Devlet sultanın mülküdür, içindekilerle birlikte!
Kendi tarifiyle “eski solcu(!), yeni Müslüman” Ethem Sancak, her şeyi apaçık anlattı. Reis önce sorar: “Sende para var mı, bir iş yapacağız?” diye. Kul elde avuçta ne varsa kor ortaya. Sonra Reis “ferasetiyle” Katar emirinden gereken iktisadi desteği bulur, ortak eder onları. Ardından, yine Ethem Sancak’ın demesiyle “Deli bir Karadenizli” eklenir kadroya ve ulusal savunmayı doğrudan etkileyecek ortaklık sağlanır. “Bu iş nasıl olur” diye soracak kimse kaldı mı memlekette, herhangi bir savcı veya hâkim var mı?
Milletvekilleri Meclis’te düzen figüranlığından memnun, çıt yok onlarda. Yerel seçimlerde kimi sadece küçük reis olmak niyetinde!
Böyle dönemlerde teslim olmayan kişiye “aydın” denir. Kaç gündür bir lakırdı ortada “Herkesten mücadele etmesini bekleyemezsin” diye. Herkesten bekleyen kim? Sanatçıdan, aydından, akademisyenden bekliyor toplum teslim olmamasını! Bu görevdir. Eğer size milyonlarca insan inanıp konserlerinize geliyorsa, kitaplarınızı okuyorsa, bir sözünüzle kendini ortaya atıyorsa, onlara ihanet edemezsiniz; “vazgeçtim, oynamıyorum” diyemezsiniz. Derseniz de yanıtı alırsınız. Belki o gün farkına varmazsınız ama Carl Orff gibi, Knut Hamsun gibi, Heidegger gibi anılırsınız! (Meraklısı bu yazar, filozof ve bestecinin Nazi dönemi ardından nasıl anıldığına baksın.)
Şunu kimse unutmasın, bu dönemde “zarf da önemlidir mazruf da” sözünü nerede, kime ettiğiniz, aynı zamanda anlamını da belirler. Kimin elini sıktığınız, birlikte fotoğraf verdiğiniz, “barış”, “kardeşlik”, “dostluk” istediğiniz de kişiliğinizi ortaya koyar. Hiçbirimiz bundan kaçamayız. Bizim tarihimiz aydınların direniş örnekleriyle doludur. 12 Eylül sonrası “Aydınlar Dilekçesi” unutulur mu? Bugün o metni okumanın tam zamanıdır. Sanatçılar, aydınlar toplumsal güçleri nedeniyle tarihin biçimlenmesinde de rol alır. Günübirlik alkış da geçicidir, sövgü de! Unutmayalım; her davranışımıza haklı mazeretler üretmek de mümkün, oysa hakikat değişmez!
Öyle günlerden geçiyoruz ki, insanın direnci kırılıyor, umutsuzluğa kapılıyor. Yolun sonu görünmediği için, karanlığın kalıcı olduğu sanısı yaygınlaşıyor. Öyle değil ama, zaman akıyor, aydınlanma yolculuğu sürüyor. Aksi olduğu yönünde de çok kanıt konabilir. Lakin bugün insanlık ortak birikimiyle Mars’ın sınırlarını zorluyor, yönünü ileri götürmeye devam ediyorsa, gerisi boştur.
Diyeceğim; bu yazı öncesinde içim çok sıkıldı. Samimiyetle söylüyorum, sert ve hatta iyice söz dalaşı içeren bir metin yazabilirdim öfkeyle. Vazgeçtim. Şu acılı ocak ayını düşündüm: Muammer Aksoy’u, Metin Göktepe’yi, Onat Kutlar’ı, Uğur Mumcu’yu, Hrant Dink’i ve katledilen aydınların tümünü. Küçük burjuva ikiyüzlülüğüne teslim olacak değilim elbet.
Bizim aydın geleneğimiz güçlüdür, sinmez, ürkmez! Şimdilik sabırla izliyorum.
Enver Aysever / CUMHURİYET
Ben söyleyeyim; yenilgiden dolayı değildi, milyonlarca insan defalarca yenildi. Kimi zaman sandık yoluyla, çoğu zaman postalla, her defasında küresel kapitalizmin desteğiyle yenildi! Ayağa kalktı insanlar, yeniden başladılar.
“Adam kazandı” demek mücadeleden vazgeçmek anlamına geliyordu, boyun eğmek demekti, “teslim olun, bitti” çağrısıydı. Yenilgi değildi milyonları kederlendiren, kandırılmaktı!
Bu iletinin bir faydası oldu gerçi, hakikat tokat gibi indi herkesin yüzüne. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmuyor da. Başkan(!) seçildi, tek adam her konuda yetkili, diyor ya Özhaseki: “Allah bir sahip gönderdi, o da Recep Tayyip Erdoğan” diye. Adam haklı, yeni düzen kul, köle ilişkisinden öte nasıl tarif edilir? Mesele bu; yurttaş, yoldaş, birey, insan mı olacağız, yoksa boyun eğecek ve sahip efendi ilişkisinde bize düşen rolü mü oynayacağız? Devlet sultanın mülküdür, içindekilerle birlikte!
Kendi tarifiyle “eski solcu(!), yeni Müslüman” Ethem Sancak, her şeyi apaçık anlattı. Reis önce sorar: “Sende para var mı, bir iş yapacağız?” diye. Kul elde avuçta ne varsa kor ortaya. Sonra Reis “ferasetiyle” Katar emirinden gereken iktisadi desteği bulur, ortak eder onları. Ardından, yine Ethem Sancak’ın demesiyle “Deli bir Karadenizli” eklenir kadroya ve ulusal savunmayı doğrudan etkileyecek ortaklık sağlanır. “Bu iş nasıl olur” diye soracak kimse kaldı mı memlekette, herhangi bir savcı veya hâkim var mı?
Milletvekilleri Meclis’te düzen figüranlığından memnun, çıt yok onlarda. Yerel seçimlerde kimi sadece küçük reis olmak niyetinde!
Böyle dönemlerde teslim olmayan kişiye “aydın” denir. Kaç gündür bir lakırdı ortada “Herkesten mücadele etmesini bekleyemezsin” diye. Herkesten bekleyen kim? Sanatçıdan, aydından, akademisyenden bekliyor toplum teslim olmamasını! Bu görevdir. Eğer size milyonlarca insan inanıp konserlerinize geliyorsa, kitaplarınızı okuyorsa, bir sözünüzle kendini ortaya atıyorsa, onlara ihanet edemezsiniz; “vazgeçtim, oynamıyorum” diyemezsiniz. Derseniz de yanıtı alırsınız. Belki o gün farkına varmazsınız ama Carl Orff gibi, Knut Hamsun gibi, Heidegger gibi anılırsınız! (Meraklısı bu yazar, filozof ve bestecinin Nazi dönemi ardından nasıl anıldığına baksın.)
Şunu kimse unutmasın, bu dönemde “zarf da önemlidir mazruf da” sözünü nerede, kime ettiğiniz, aynı zamanda anlamını da belirler. Kimin elini sıktığınız, birlikte fotoğraf verdiğiniz, “barış”, “kardeşlik”, “dostluk” istediğiniz de kişiliğinizi ortaya koyar. Hiçbirimiz bundan kaçamayız. Bizim tarihimiz aydınların direniş örnekleriyle doludur. 12 Eylül sonrası “Aydınlar Dilekçesi” unutulur mu? Bugün o metni okumanın tam zamanıdır. Sanatçılar, aydınlar toplumsal güçleri nedeniyle tarihin biçimlenmesinde de rol alır. Günübirlik alkış da geçicidir, sövgü de! Unutmayalım; her davranışımıza haklı mazeretler üretmek de mümkün, oysa hakikat değişmez!
Öyle günlerden geçiyoruz ki, insanın direnci kırılıyor, umutsuzluğa kapılıyor. Yolun sonu görünmediği için, karanlığın kalıcı olduğu sanısı yaygınlaşıyor. Öyle değil ama, zaman akıyor, aydınlanma yolculuğu sürüyor. Aksi olduğu yönünde de çok kanıt konabilir. Lakin bugün insanlık ortak birikimiyle Mars’ın sınırlarını zorluyor, yönünü ileri götürmeye devam ediyorsa, gerisi boştur.
Diyeceğim; bu yazı öncesinde içim çok sıkıldı. Samimiyetle söylüyorum, sert ve hatta iyice söz dalaşı içeren bir metin yazabilirdim öfkeyle. Vazgeçtim. Şu acılı ocak ayını düşündüm: Muammer Aksoy’u, Metin Göktepe’yi, Onat Kutlar’ı, Uğur Mumcu’yu, Hrant Dink’i ve katledilen aydınların tümünü. Küçük burjuva ikiyüzlülüğüne teslim olacak değilim elbet.
Bizim aydın geleneğimiz güçlüdür, sinmez, ürkmez! Şimdilik sabırla izliyorum.
Enver Aysever / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder