Konda araştırma şirketinin 10 yıllık toplumsal değişim başlıklı araştırması yayınlandı.
Kendini dindar olarak tanımlayanların oranı 10 yılda yüzde 55’ten yüzde 51’e gerilemiş.
Kendini ateist olarak tanımlayanların oranı yüzde 1’den yüzde 3’e, kendini inançsız olarak tanımlayanların oranı ise yüzde 1’den yüzde 2’ ye çıkmış.
Dindar insanların her alanda etkin olduğu bir dönemde doğal olarak dindarlığın artması beklenirdi.
Görünen o ki tam tersi olmuş.
Peki niçin?
“Dindarlar iktidarda kötü sınav verdiler, insanları dinden soğuttular” şeklinde yorumlar yapılıyor.
Mesele bu kadar basit değil, daha derin sorunlar var.
Müslüman denilen coğrafyanın her tarafında derin bir çürüme, tembellik, şiddet, ahlaki zayıflık, geri kalmışlık, haksızlık ve hukuksuzluk hakim.
Müslüman ülkelerin içinde bulunduğu bu duruma esasında neyin kaynaklık ettiği üzerine kafa yormamız gerekiyor.
Çünkü Müslüman ülkeleri bu hale getiren neyse kanaatimce insanları dinden, dindarlıktan uzaklaştıran şey de o.
Bu kriz, Müslümanların ya da Müslüman ülkelerin krizi değil. Bizatihi İslam’ın yaşadığı bir kriz.
Yaşamla bağ kuramayan, hayatın gerçeklerine göre yorumlanamayan, yüzlerce asırlık önceki yorumuyla günümüz yaşantısına şekil vermeye çalışan bir din anlayışı var.
Yani hayatla, hayatın gerçekleriyle, yaşamla, değişen kültürle, örf ve adetle uyum sağlamayan bir İslam var.
İnsanların hiçbir ihtiyacına cevap vermeyen, tam tersine hayatı daha da zorlaştıran bir din anlayışının kaynaklık ettiği derin bir kriz var.
Çünkü hayat değişiyor, insan değişiyor, dünya değişiyor, şartlar, kültürler, örfler, adetler değişiyor.
Aynı kalan bir din yorumunun insana verebileceği pek bir şey yok.
Sadece insana bir şey vermesi meselesi de değil, ayak bağı olma durumu da var.
Yani bu anlayıştaki bir dine inanan birinin normal bir yaşam sürmesi neredeyse imkansız hale geliyor.
İslam, güncel bir yoruma kavuşturulamadığı için gerçek yaşamla bağ kuramıyor. Neticesinde de insanların önünde iki yol kalıyor: ya dindar olup bütünüyle yaşamdan, hayattan kopacaksın ya da insan gibi bir yaşam sürmek istiyorsan dinden, dindarlıktan uzaklaşacaksın.
Mesela kızların çocuk yaşta evlendirilmesinin tartışılması, kadınların miras ve şahitlik meselelerinde yarım kabul edilmesi, “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” diyerek farklı din mensuplarıyla günümüz dünyasında mümkün olmayan diyalogsuzluk önerileri…
İslam’da daha birçok konu var ki günümüz insanının kabul edebileceği, anlayacağı, hatta uygulayabileceği türden değil.
Müslümanlar sağlıklı bir yorumla bu tür sorunlara çözüm bulamadığı için İslam derin bir krize girdi.
AK Parti iktidarının yaşadığı krize, tıkanıklığa, içine düştüğü bu açmaza neden olan şey de aynı.
Yani İslam’ın krizi AK Parti’nin de krizi oldu.
Bütün Müslüman ülkelerdeki iktidarların durum aynı.Hepsi benzer bir tıkanıklıkla karşı karşıya.
Mevcut yorumla yaşamı tanzim edemiyorlar, hayatla bağ kuramıyorlar. Yeni bir yorum da geliştiremiyorlar.
Çünkü bütün Müslümanların yeni, güncel ve tek bir İslam yorumu üzerinden anlaşması neredeyse imkansız.
Mesela ilahiyatçılar arasında bir tartışma yaşanıyor.
Bir kısmı “Kur’an tarihseldir” diyor, diğer bir kısmı ise “Kur’an evrenseldir” diyor.
“Tarihseldir” diyenler ‘birçok ayetin indiği döneme has olduğunu, o dönemin kültürünü, örfünü adetini yansıttığını, bu güne hitap etmediğini’ savunuyor.
“Evrenseldir” diyenler ise ‘Kur’an’ın bütün ayetlerinin bugüne de hitap ettiğini, dönemsel ya da kültürel bir etkinin olmadığını, her ayetin her Müslüman’ı bağladığını’ savunuyor.
“Tarihseldir” diyen ilahiyatçı Prof. Mustafa Öztürk geçtiğimiz haftalarda ‘bu yorumlarından dolayı tehditler aldığını ve artık bu ülkede çalışmaya imkanı kalmadığını’ açıkladı.
Öztürk bir konuşmasında haklı olarak şöyle bir çağrıda bulunuyor: “Kur’an evrenseldir diyenler günümüz yaşamına, bugünkü örfe adete, kültüre uymayan ayetleri izah etmek zorunda.”
Mustafa Öztürk’ün durumunda da görüldüğü gibi “Kur’an tarihseldir” deyip yaşanan krize, tıkanıklığa bir çözüm getirmeye çalışanları da tehditle, hakaretle susturup çalışamaz hale getiriyorlar.
Bu açmazdan çıkmanın tek yolu var o da: Özgürlükçü laiklik.
Kanaatime göre laiklik, günümüz yaşamına uymayan İslam anlayışının yarattığı tıkanıklığı aşmanın tek yolu.
Çünkü laiklik esasında şu anlama da geliyor: Neye, kime inanıyorsan inan, nasıl inanıyorsan, nasıl yaşıyorsan yaşa ama bu anlayışını topluma dayatma.
Kendi inanç yorumunu kendin yap, kendi yorumuna göre kendin yaşa ama tüm bunları devlet eliyle bir başkasına dayatma.
Laiklik böylelikle bireyin kendi inanç yorumunu kendisinin yapmasına olanak sağlıyor, bir başkasının yorum dayatmasının, devletin bu konularda taraf olmasının da önüne geçiyor.
Laiklik daha çok inanmayanları ya da dindar olmayan Müslümanları, yönetimde dini referans alan bir devletten korumaya dayalı bir değer olarak görünür.
Halbuki tam tersi.
Laiklik hem tek bir yoruma mahkum edilip çürümeye terk edilen dini, hem de tek bir yoruma uymaya zorlanan dindar insanları korumanın da aracı.
“İslam şudur, şöyle inanacak, böyle yaşayacaksın” diye dayatıldığında insanlar çareyi dinden uzaklaşmakta görüyor.
Laiklik bu dayatmayı imkansız hale getiriyor.
O nedenle laiklik dindarlar arasında da her geçen gün daha fazla benimseniyor.
Yani demek istediğim Müslümanlar cesaret gösterip İslam’ı güncel bir yorumla günümüze taşıyamadıkları için İslam’ı yaşamdan kopardılar.
Yaşamdan kopmuş bir İslam anlayışı Müslümanları da yaşamdan koparıyor.
İnsanlar hayatla bağını korumak, toplumla sağlıklı diyalog kurabilmek için çareyi dinden uzaklaşmakta görüyor.
AK Parti laikliği tahrip ederek insanları İslam’ın yaşadığı krizle karşı karşıya bıraktı.
LEVENT GÜLTEKİN / DİKEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder