22 Ocak 2019 Salı

Aydın düşürmesi - ORHAN GÖKDEMİR

Bu ülkede rejim çok sık değişir. Değişen rejimleri birbirine bağlayan ortak nokta laik cumhuriyete düşmanlıklarıdır. Darbeyle, silah zoruyla, gizlide örgütlenerek veya açıktan seçimle gelirler, devleti ele geçirirler. Tek hedefleri vardır, rejimi değiştirmek. Menderes geldi, değiştirdi. 12 Mart’ta değişti, 12 Eylül değişeni yeniden değiştirdi. Sonuncusu AKP eliyle gerçekleşiyor, rejim yine değişmiştir.

Yalnız rejim değişikliklerinin tarihi aydın direnişinin de tarihidir. Adnan Menderes büyük bir aydın direnişi ile karşılaşmıştı. 12 Mart aydın hareketi korkusuyla gerçekleşti. 12 Eylül aydınları kırmak üzere gelmişti, kırılması 1984’teki Aydınlar Dilekçesi ile oldu. Aziz Nesin başta, büyük aydınlarımız hayattaydı, ayaklandılar, kendilerini kırmaya gelenleri kırmayı başardılar.

Sonuncusunun diğerlerinden farkı muhalefet ve aydın yokluğuna denk gelmesindedir. Muhalefeti bitirdiler. Aydınların çoğu daha işin başında bu rejim değiştiricilerin yanında saf tuttu. “Yetmez ama evetçiler”dir, karşı devrimin çocukları olarak tasfiye edilmişlerdir. Rejim değişikliğinin sonuncusu büyük bir aydın ihanetinin üzerine geldiğinden, aydınsız, ışıksız bir karanlık çöldeyiz.

O nedenle olmalı, 2010 12 Eylülü'nde kırılanlar 1980 12 Eylülü'nde kırılanlardan çoktur. Aydınlar Dilekçesi bir aydın hareketi ise “yetmez ama evet” dilekçesi aydınlıktan çıkma hareketidir. 

Fethullah çetesi ile bir oldular, rejim değişikliği için saf tuttular ve kendi üzerlerine çöktüler. Geriye kalanların düşüşüne tanıklık etmekteyiz şimdi. Saray’a çıkıp biat etmek açık yoludur. Kapıda sıraya girerler, düştüklerini anlarız. Gidemeyenler konserine, sergisine davet ederler. İkisini de yapamayanlar Sabah gazetesine söyleşi verir. Esası laik cumhuriyetten yakınmak, tek parti dönemine ilenmek, hiç olmazsa yeni rejimin resmi şairi Necip Fazıl’dan “Türk dilinin büyük şairi” diye söz etmekten ibarettir. 

Çok düşüyorlar. Tüyler ürpertici manzaralar eşliğinde büyük aydın düşüşünün talihsiz tanıklarıyız.

                                                            ***

Profesör Celal Şengör, organ bağışı taraftarı olmadığını belirterek, "Elin dangalağına verip onu yaşatmanın anlamı yok" dedi iki gün önce. “Elin dangalağı” dediği sevgili halkımızdır. Aydını düştüğü için o da düşük sayılmaktadır. Celal Şengör kendi halkından nefret eden aydın tipinin ilk örneğidir.

Kendi halkından nefret ettiği için yıllar önce köylülere dışkı yediren faşistlerin yanında saf tutabilmiş, dışkı yedirmenin işkence sayılmayacağını söyleyebilmişti. Kenan Evren nam insanlık zararlısının arkasından ağıt yakan tek kişi olma onuru onundur.

Dışkı yedirmenin işkence olmadığını iddia etmenin bok yemek olduğunu fark ettiğinde, çıkıp kendisinin de “meraktan” dışkı yediğini itiraf etti. İsviçre’de doktora yaptığı yerde otlayan ineklerin ve dağ keçilerinin dışkılarının tadına baktığından kendisininkinin acı olduğunu öğrenmişti. Fakat meraktan yenilen dışkıyla, faşistlerin zorla yedirdiği dışkının aynı bok olmadığını bilemeyecek kadar kıt anlayışlıydı.

Kendine çektiği bu dışkı ziyafeti 12 Eylül’ün Kürt köylülere dışkı yedirmesini meşru kılan sözlerine bir düzeltmeydi aslında. Düzelteyim derken boka batmıştır. Cumhuriyete vurulan sondan bir önceki kazmanın sapındaki parmak izlerinden biri onundur. Düşmüştür, fosseptik çukurundan ses veren nevzuhur aydın tipidir.

                                                           ***

Yolu şimdi kaçak Sevan Bedros Nişanyan açmıştır. Marx çevirmeni olarak hayata atıldı, “kariyerini” küçük otel rehberi yazarı olarak tamamladı. Kaçak inşaat yapmak en devrimci eylemlerinden biri. Sit alanındaki arazide iki kez mühürlenmesine rağmen inşaat yaptığı gerekçesiyle tutuklandı. Mühür bozma ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet gibi aydın tarihinde görülmemiş davaları vardı. Açık cezaevinde ikamet ederken yurtdışına kaçtı.

Dışkıya gelince, hakkını yemeyelim, o da pek nev’i şahsına münhasır bir eylemiydi. Hedefi boşanmaya karar verdiği karısıydı. Plan yapmış, bir kavanozda toplamış, hijyenik şartlarda saklamış ve zavallı kadıncağızın başından aşağıya boca etmişti.

Kavanoz eylemini planlarken yazdığı kitap “Yanlış Cumhuriyet” adını taşımaktadır. Haklıdır. Ortası yoktur, ya cumhuriyet ya Nişanyan yanlıştır.

                                                            ***

Fazıl Say’ı ayırıyoruz. Bir süredir düzenin kuşatmalarıyla boğuşuyor, düşmemek için çabalıyordu. Biliriz cumhuriyet çocuğudur. Twitter üzerinden paylaştığı Ömer Hayyam rubaisi ile "dini değerleri alenen aşağıladığı" iddiasıyla açılan davada suçlu bulunup 10 ay hapis cezasına çarptırılınca direnmeyi bıraktı. Mahpus insanın kafasının içindedir, taşıyamayan düşer. Kınayacak değiliz, insanlık halleridir.
                                                             ***

Gelelim Şükrü Erbaş’a. Dün, Sabah gazetesine verdiği söyleşi nedeniyle gündemdeydi şairimiz. Ne dediğinin veya ne demediğinin hiçbir önemi yok. Önemli olan söyleşiyi Sabah’a vermiş olmasıdır. Daha önce Mazhar Alanson, Ahmet Ümit, Haluk Levent, Bülent Ortaçgil, Derya Köroğlu, Hasan Saltık ve Erdal Beşikçioğlu yaptı aynı yerde aynı söyleşiyi ve hepsi yeni rejime verilmiş bir af dilekçesi sayıldı.

Ne dediğini de aktaralım eksik kalmasın: "Bütün önyargılarımızı, korkularımızı, hırslarımızı bir kenara bırakıp saygı içinde iletişim kurmanın zamanı" diye başladı. "Ben sol düşünceye sahip, devrimci bir gelenekten gelen bir edebiyatçıyım. Son yıllarda muhafazakâr diyeceğimiz geniş bir okur kitlem oluştu. Olağanüstü saygılı, sevgili bir güzellik yaşıyoruz onlarla. Sanırım herkese örnek olması gereken, büyülü bir ilişki bu" diye sürdürdü. Mehmet Akif’i sordular, “beğenirim” dedi. Necip Fazıl’ı sordular. “İlk dönem şiirleri çok güçlüdür; 'Otel Odaları', 'Kaldırımlar'; dilimizin en güzel şiirlerindendir” diye yanıtladı.

Hafta sonu karakola imzaya giden Müjdat Gezen’i, Metin Akpınar’ı, “muhafazakâr” militanlar tarafından Hacettepe’de linç edilmeye kalkışılan Ahmet Telli’yi sormadıklarından, bu konulardaki beyanlarından mahrumuz.

soL’daki bir haber vesilesiyle “düştü, düşmedi” tartışması vardı dün. Bu ülkede rejim çok sık değişir. Değişen rejimleri birbirine bağlayan ortak nokta laik cumhuriyete düşmanlıklarıdır. Darbeyle, silah zoruyla, gizlide örgütlenerek veya açıktan seçimle gelirler, devleti ele geçirirler. Lakin aydınları ele geçirmek devleti ele geçirmekten daha güç iştir, biz öyle biliriz.

Ama rejim değişti, eski tip aydınımızın beslenme kaynakları kurudu. Kuruyup birer birer düşüyorlar şimdi. Tüyler ürpertici manzaralar eşliğinde büyük aydın düşüşünün talihsiz tanıklarıyız.

Yalçın Hocanın kulakları çınlasın, aydın denilen tür nihayetinde sınıf savaşının azaplarıdır. Önde düzenli gidiyorlar, savaşıyorlarsa alkışlıyoruz. Geriye kaçanlar için balta elde nöbetteyiz. Dildeki şiddet, sadece savaşın şiddetinin bir yansıması.
Bok çukurunda debelenen aydın olur mu? Geriye kaçmalarına izin vermeyeceğiz, düşürmeyeceğiz, ileriye iteceğiz, dediğimiz bu.

Orhan Gökdemir / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder