“Elleri var özgürlüğün /
Gözleri, ayakları /
Silmek için kanlı teri /
Bakmak için yarınlara /
Eşitliğe doğru giden.”
Böyle diyordu Oktay Rıfat. Evet, elleri var özgürlüğün, bilekleri var. Sözleri, duruşları, umutları. Oysa bileklerinden tutuyorlar özgürlüğün.
Çünkü yasaklar var. Çünkü hak aramak yasak. Yasak olmasa da neredeyse imkânsız.
Aklıma Vedat Türkali’nin İstanbul şiiri düşüyor yine.
“Hürriyet yok /
Ekmek yok /
Hak yok /
Kolların ardından bağlandı /
Kesildi yolbaşların /
Haramilerin gayrısına yaşamak yok…”
Zaten siyasetçi neden var ki? Ülkenin en yetkili ağzından cevabı biliyoruz. Siyasetçi mesela grev denilen olayları ortadan kaldırmak için var. İş dünyasının önünü açmak için var.
Kentler ne kadar da sessiz farkında mısınız? Meydanlar, sokaklar sessiz. Kalabalığın uğultusu, dertleri, sıkıntıları göğe doğru yükseltiyor. Kalabalığın uğultusu sessizliğin kara senfonisi.
2019 yılına İzmir Banliyö Sistemi İZBAN’da 343 işçi grevde girdi. Umutları ile girdi. İşten atılan, hakkını arayan binlerce işçi 2019 yılına direnerek girdi. Tüvtürk işçileri, Real Market direnişçileri, Makro Market işçileri, Aydın Büyükşehir Belediyesi işçileri, Flormar işçileri… Hepsi özgürlüğün elleri. İZBAN grevi, grev yasakları listesine eklendi geçen gün.
TÜİK İşgücü İstatistikleri eylül dönemi verilerine göre (17/12/2018 tarihinde açıklanan son veri), son 1-2 aydır ‘iş arıyorum’ diyen 720 bin işçi geçici bir işte çalıştığı ve iş bittiği için işsiz kaldı, 158 bin işçi işten çıkartıldı. Bu rakamların yeni yıla girerken çok daha yüksek olduğunu tahmin etmek mümkün.
Bir yanda işsizlik, bir yanda örgütsüzlük, bir yanda hayat pahalılığı. Bu kara düzenin içinde örgütlü olarak mücadele edebilenlerin sayısı son derece sınırlı. Toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin, 20 milyon ücretli ve yevmiyeli içindeki oranı yüzde 5-6’yı geçmiyor. Her on işçiden biri bile sendikalı değil.
İşçilerin en önemli silahı üretimden gelen gücüdür. Grev hakkıdır. Davul ve zurna ile çıkar işçi greve. Grev son çaredir artık. Herkes saygı duyar ekmeğini, hakkını arayan işçiye. Halk destek çıkar. Yani böyledir. Böyle olması gerekir.
Türkiye’de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile en büyük darbe vurulmuştu işçilerin sendikal haklarına, grev hakkına. Askeri darbe ürünü olan sendikal mevzuatın bir uzantısı olan şimdiki mevzuatta da işçilerin sendikalaşması zor, toplusözleşme hakkı kazanması nerdeyse imkânsız, grev hakkını kullanması ise zorun zoru.
Günümüz işçisi öylesine yalnız ki. Greve çıkanı, direneni görünce, ne olduğunu bile anlamıyor. İçten içe öfke besliyor. “Bak sendikalı olmuş, düzgün işi var. Bir de şu kadar zam istemişler. Daha ne istiyorsunuz” diyor. Kemal Sunal’ın 1970’lerde oynadığı Kibar Feyzo filmindeki gibi bir ortam yok sonuçta. Ne diyordu Kibar Feyzo? “İstanbul acayip bir şehir, çok şey ögrenmişem: grev, ekmek ve özgürlük.”
Şimdi ne dayanışmadan ne de özgürlükten söz eden var.
“Siyasetçi” başarılı olmuş işte. Grev yasağı siyasetçinin görevlerinden biri olmuş. Sonuçta yasalar patronlar için. Toplanan vergi patronlar için. İşsizin parası patronlar için.
“Siyasetçi” başarılı olmuş işte. Grev yasağı siyasetçinin görevlerinden biri olmuş. Sonuçta yasalar patronlar için. Toplanan vergi patronlar için. İşsizin parası patronlar için.
38 yıl oldu 12 Eylül’den bu yana. Özgürlüğün elleri bağlı. Sermaye tek kale maç oynuyor. Biliyorlar ki, özgürlüğün elleri var, Oktay Rıfat’ın dediği gibi. Ve özgürlükten korkuyorlar.
“Yiğit sürücüleri tarihsel akışın /
İşçiler, evren kovanının arıları /
Bir kara somunun çevresinde döndükçe /
Dünyamıza özgürlük getiren kardeşler /
O somunla doğrulur uykusundan akıl /
Ağarır o somunla bitmeyen gecemiz /
O güneşle bağımsızlığa erer kişi…”
Serkan Öngel / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder