İmam hatip mezunu Abdullah Kaya anlatıyor: 'Asım'ın nesli' kimin arka bahçesinde?
#sendeanlat etiketiyle başlattığımız dizimiz sürüyor... İmam hatip mezunu Abdullah Kaya, imam hatipte yaşadıklarını 'içeriden' bir bakışla anlatıyor..
______________________________________________________________________
Yaşamımın dört yılını laik bir semtte, yüksek puanlı bir imam hatip lisesinde yatılı okuyarak geçirdim. DPY’li (Devlet Parasız Yatılı) bir öğrenci olduğumdan, hayli bilincindeydim yeşil sermaye hegemonyasının.
Devlet kendi okulunun yurdunu, kendi beslemesi İlim Yayma Cemiyeti’ne işlettiğinden ötürü, benim gibi emekçi çocukları başkaldırır gibi olduğunda bursluluğumuz üzerinden şantaja da maruz kalmıyor değildik hani…
Okulun ilk günü sınıfımıza giren tarih hocamızın, arkasındaki Mustafa Kemal portresini işaret ederek; “Bunu sizler indireceksiniz inşallah!” demesi, 14 yaşındaki çocukların yaşamlarında yeni açılacak sayfaların manşeti niteliğindeydi. Yurt müdürümüzün mescitteki namaz sonrası “… Bu karanlık ilçede açan beyaz güller olacaksınız!” kükreyişi de tuzu biberi oluyordu.
Sınıfımıza her giren imamın, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı sıradan bir okulda olmadığımızı vurgularken neyi kastettiğini çok sonra anlayabilmiştim. Tarihi anlatmaya Adem’den değil de 28 Şubat’tan başlamaları, teolojinin de sınırlarını aşmıyor değildi… Alt metinde neler yatmıyordu ki…
Yurt binamızın giriş kapısında Uğur Mumcu’nun fotoğrafı ve altında “Onlar bir gün savcı olacak“ yazılı afişini hiç unutmuyorum. Mumcu, devlete sızmak için yetiştirilen tehlikeli kadroları tüm kamuoyuna ifşa ediyordu. Katledilişinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen bir gazeteciden bu kadar korkuyor olmaları, Mumcu’nun şahsında somutlaşan aydınlanmanın gücüydü.
Okuduğum imam hatip 28 Şubat’ın simgelerinden olmuş. Bugünün devlet yöneticilerinin kızlarının da o dönem okulumuzun başarılı ve eylemlerde başı çeken öğrencilerinden olması, o günleri teneffüs eden hocalarımıza ömürlük bir gaz vermiş olmalıydı. Ki yıllar geçmesine rağmen “türbanlı bacılarımız” üzerinden laikliğe, cumhuriyete kin kusarak derslere bismillah diyorlardı. Girdiğim sene imam hatiplilere merkezi sınavlarda uygulanan puan kesintisine son verilmişti.
Artık önümüzde bir engel kalmadığı müjdeleniyordu. Devletin en kritik makamlarına yerleştirilecek, Allah için buraları zapt edecektik.
Peki, kimin hangi devletini, kim adına nasıl bir hale getirmeliydik?
Geleceğin valileri, hakim-savcıları biz olacaktık da, kime çalışacaktık?
Bu soruların yanıtları yakın tarihimizde gizli değil, apaçık ortadaydı. 6. Filo’ya karşı yürüyen solcuları katledenler, bizim MTTB’li "abilerimiz"di. Afganistan’da ABD’den aldıkları dopingle Sovyetler'e karşı cihada gidenler de yine bizim "abilerimiz"di. Şimdiyse gözlerimizin önünde ABD’nin kucağından Suriye topraklarını kana bulayan “mücahitler” ile kardeş ilan edilmemiz tüm gerçeği aşikar kılıyordu.
Burası sahiden de sıradan bir okul değil, gerici iktidarın arka bahçesiydi. Emperyalizm için en “besili” kadrolarının yetiştirildiği bu merada, dayatılan gömleğe sığamayacağım gerçeği Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girmek istememle gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Her şeyden evvel, yaşamımı üzerine inşa etmek istediğim eylem (sanat) “haram” olarak nitelendiriliyordu. Öteki dünyada çizdiğim canlı figürlere can verip, diriltmem söylenecekmiş de diriltemediğimde yaptığım bu şirkten dolayı azaba kapılacakmışım… Sanata ve çizdiğim resimler üzerinden bana karşı akıl dışı bir yaklaşım söz konusuydu. Allah’ın haram kıldığı sanatı öğrenmeye başlamamla birlikte, arka bahçedeki nazarlık “çürük elma” ben olmuştum.
Üzerime gelen bu dalganın “kara“ renkli olduğunu ilan edebilmem de, “okumayın” dedikleri “sakıncalı” kitap ve yayınlar sayesinde olabilmişti. Yargı eliyle operasyon çekildiği gün, “Teslim Olmayız“ manşetiyle çıkan Cumhuriyet Gazetesi’ni sınıfta okumamın bedelini, “terörist” damgası yiyerek ödemiştim.
Neyse ki Nâzım’ı kendi dilinden okuyabilen Solcu Liseliler'i zapt edebilmek rasyonel değil. Aziz Nesin gibi yurtsever aydınların bir tanecik olsun kitabını okuyan lise öğrencisi, yeşil soslu emperyalizme maşa olmayı yeğleyebilir mi ki?
"Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek."
Bu dizeleri Akif, Çanakkale Şehitleri’ne ithaf etmişti. Konumuzla alakası ise, imam hatip tezgâhından geçirilen nesillere "Asım’ın nesli" yakıştırmasında bulunulmasıydı. Tüm sohbetlerinde, etkinliklerinde bu yakıştırmayı kullanırlar. İşin aslı, Akif’in dizelerinde işaret ettiği insanlar emperyalistlerle cephede savaşırken yitirilenlerdi.
Oysa bizim Neo-Asımlar emperyalizm tarafından fonlanıp, "Faşinton"a secde ettiriliyorlardı. Bu bir çelişki miydi? Hayır. Hayır, çünkü bahsini ettiğimiz siyasal islam. Onun zaten kökü dışarıda. Geniş halk kitlelerinin muhafazakârlığına dahi yabancı olan, kesinlikle Anadolu toplumuna içkin olmayan yaşam tarzını batıdan dayatan onlar. Onun içindir bu “yerli ve milli” vurgusuna muhtaç olmaları… Onlar da farkındalar bu topluma yabancı olduklarını.
Yankee’lerin sahnedeki rolü bittiğinde, figüranlarını da verip göndereceğiz. Kıblesi "Faşington" olanlara karşı, aydınlanma hareketini karış karış tüm yurdumuzda örgütleyeceğiz.
Bu memleket bizim; yankee’ye, yobaza bırakmayız.
Abdullah Kaya / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder