(I)
Bir de egemen sınıflara karşı savaşanlar var. Ölüm tehdidi bunlar içindir. Polis fişleri bunlar içindir. Geçim darlığı bunlar içindir. Cezaevleri, kelepçeler hep bu devrimci aydınlar içindir. Bunlar, ‘en az namussuzlar kadar cesur’ olanlardır.”(3)
20 Ocak 1975 tarihinde, kaleme aldığı “Çağın Suçu” başlıklı yazısındaki şu sözler, Uğur Mumcu’yu Uğur Mumcu yapan bilincin izlerini taşır; bu ülkenin aydınlık yarınlarını isteyen, -Sait Faik’in deyişiyle- “Mustafa Kemal olmak” isteyen yurttaşlarına üç cümlelik rehberdir: “Gözlerin açıksa göreceksin. Kulağın sağır değilse duyacaksın. Ellerin kesik değilse uzanacaksın...”
‘Susmak bazen öylesine ağır bir suçtur ki...’
Mumcu’ya yön veren en temel duygu, ‘sorumluluk duygusu’dur. Üzerine bastığı toprağa, içinde doğduğu halka karşı bir sorumluluk; tarihe ve devrime karşı, yarının evlatlarına, geri bırakılanlara karşı yürekte duyulan bir sorumluluk...
Türk edebiyatının usta kalemi Sait Faik Abasıyanık, 29 Aralık 1946’da Yedigün dergisinde yayımlanacak yazısı için, Atatürk-İnkılap Müzesi’ni gezerken, aklında yazısının son şeklini vermeye başlamıştır, şöyle düşünmektedir: “Hepimiz eksiğiz: Bakkal dükkânı açmak hülyamızdır; açtık mı tamam! Hülyamız roman yazmaktır; yazdık mı tamam! Mebus olmaktır; olduk mu bitti! Biz birer egoistiz, Mustafa Kemal’in yanında küçüksek, gayelerimiz olmadığı içindir. Yalnız kendimizi, çocuğumuzu yahut komşumuzu düşünebildiğimiz içindir. Bütün bir milletin selameti ne olduğunu, ne istediğini bildiğimiz gün, her insan Mustafa Kemal olacaktır.”(2)
Sait Faik’in sözünü ettiği o bilinci sırtlanıp, Mustafa Kemal’den sonra Mustafa Kemal olmuşların başında, 24 Ocak 1993 günü aracına yerleştirilen bir bomba ile yaşamdan koparılan Uğur Mumcu gelir akla, hiç şüphesiz...
Uğur Mumcu’nun yazın ve eylemine yön veren ve onu güçlü kılan en temel duygu, “sorumluluk duygusu”dur. Üzerine bastığı toprağa, içinde doğduğu halka karşı bir sorumluluk; tarihe ve devrime karşı, yarının evlatlarına, ezilen, hakkı yenen, geri bırakılanlara karşı yürekte duyulan bir sorumluluk... Cumhuriyet devrimcilerinin sesidir bu...
Bir okumuş için iki yol
Mumcu, bu sorumluluk duygusunun hakkını verir. Gölgelere saklanmaz, kaçmaz, “mış gibi” yapmaz. Tereddütsüz harekete geçer. Ona göre, “bir okumuş için iki yol vardır”: “Ya bu düzenin sahiplerinin emrine girilir ya da yarınki devrimci düzen için işçilerle, köylülerle, devrimcilerle birlikte bu düzene karşı savaşılır. Eğer bir okumuş, egemen sınıflar safında yer tutmuşsa, bütün dünya nimetleri onundur. Arabalar, katlar, Avrupa gezileri, sosyete sütunları onlar içindir! Bu cins okumuşlara aydın denilmez. Bunlar açıkça egemen sınıfın uşaklarıdır.
Bir de egemen sınıflara karşı savaşanlar var. Ölüm tehdidi bunlar içindir. Polis fişleri bunlar içindir. Geçim darlığı bunlar içindir. Cezaevleri, kelepçeler hep bu devrimci aydınlar içindir. Bunlar, ‘en az namussuzlar kadar cesur’ olanlardır.”(3)
Tüm bunları bilerek atılır kavgasına Uğur Mumcu. Parlak bir hukuk kariyerinin henüz başındadır. Gazeteciliği seçer; gazeteciliği niçin seçtiğini şöyle anlatır:
“Ben gazeteciliğe gazetecilik diye başlamadım. Ben devrimci bir insanım. Devrimci düşüncelerimin gazetecilikte yayılması için gazeteciliğe başladım.”(4)
“Ben gazeteciliğe gazetecilik diye başlamadım. Ben devrimci bir insanım. Devrimci düşüncelerimin gazetecilikte yayılması için gazeteciliğe başladım.”(4)
Bir dikenli tel gibi...
Yüreğinde duyduğu devrimci sorumluluk çizer yolunu...
9 Aralık 1974 günü Yeni Ortam’da kaleme aldığı şu satırlar, Sait Faik’in düşüncelerini anımsatır bize: “Karanlıklarla beslenen korkuları, bir tel örgü, bir dikenli tel gibi sarmışız dört bir yanımıza. Yüreksizliğin özrünü bir parça da kendi küçük dünyalarımızın mutluluğuna sığınarak gidermek istemişiz.
Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız.”(5)
Gözlerin açıksa...
İnsanın kaderinin, içinde yaşadığı toplumla bağlı olduğunu ve kendi küçük dünyalarımıza sığınarak bulduğumuz mutluluğun bir karanlığın ortasında kaldığımızda yüreğimizi aydınlatmaya yetmeyeceğini bilir Uğur Mumcu. Sesi, “Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumi şerefsizliğin enkazı altında şunun bunun şahsi şerefi de parça parça olur. Biz o umumi şerefi kurtarabilmek için harekete geçen millete ruhumuzla iştirak ettik” diyen Mustafa Kemal’in sesidir, aynı inancın ardılıdır.
20 Ocak 1975 tarihinde, kaleme aldığı “Çağın Suçu” başlıklı yazısındaki şu sözler, Uğur Mumcu’yu Uğur Mumcu yapan bilincin izlerini taşır; bu ülkenin aydınlık yarınlarını isteyen, -Sait Faik’in deyişiyle- “Mustafa Kemal olmak” isteyen yurttaşlarına üç cümlelik rehberdir: “Gözlerin açıksa göreceksin. Kulağın sağır değilse duyacaksın. Ellerin kesik değilse uzanacaksın...”
Vazgeçme seçeneği
Görmüş, duymuş ve hep uzanmıştır Uğur Mumcu. Tereddüt etmemiş, geri adım atmamıştır. Bu yüzden halkının yüreğinde ölümsüzdür.
Katledilişinin ardından, yakın dostu Ali Sirmen şöyle diyecektir: “Yaşama inanmış, onu daha güzel kılmak için seferber olmuş kişi isteyerek ölüme koşmaz. Onu oraya götüren, yaşamı güzelleştirmek yolundaki mücadelesinin seçeneksiz oluşudur. Bir kez mücadeleyi başlattığı zaman, o artık sonu görerek vazgeçme seçeneğine sahiptir de bu seçeneği kullanma özgürlüğüne o öz karşı çıkar.
Uğur da öyle gitti...”(6)
Soru: Yaşama inanmış, onu daha güzel kılmak için seferber olmuş bizler, Uğur Mumcu’nun halkına karşı samimiyetle sırtlandığı sorumluluğu duyuyor muyuz?
Sahi, “en az namussuzlar kadar cesur olmanın” vakti gelmedi mi hâlâ?..
BİR YURTSEVERLİK REHBERİ Yirmi altı yıl önce bugün katledildi Uğur Mumcu. Yirmi altı yıldır gazeteciliği, yazarlığı, düşünceleri üzerine çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Öyle ki, bazen o söylenenler arasında gerçek Uğur Mumcu’nun izlerini yitirir gibi olduk... Yirmi altı yıl sonra bugün, onun bütün yazılarını tek tek altını çizerek okuduğumuzda, duygusal, düşünsel ve yöntemsel üç özelliğini, yılmadan, yorulmadan gelecek nesillere hatırlatma gereği duyuyoruz: Halkına karşı duyduğu sorumluluk duygusu, Atatürk’ün tam bağımsızlıkçı kurtuluş düşüncesinden güç alan, yönünü demokratik sosyalizme dönmüş düşüncesi ve ayakları yere basan, somut ve eylemsel mücadeleciliği... Küba Devrimi önderi Fidel Castro, ülkesinin eğitim sistemini niçin titizlikle düzenlediğini anlatırken, kısacık bir cümleyle özetler düşüncesini: “Herkes Che gibi olsun diye...” der. Bu yazı dizisinin amacı da, “Herkes Uğur Mumcu gibi olsun diye”dir. Bir inancı ve bir umudu diri tutmak adınadır... |
1. Özerklik Derken, Uğur Mumcu, Yeni Ortam, 8 Aralık 1974
2. Açık Hava Oteli, Konuşmalar Mektuplar, Sait Faik, Bilgi Yayınevi, 1999, sy: 18
3. Sorumlu Olmak, Uğur Mumcu, Yeni Ortam, 9 Aralık 1974
4. Eğilmeden Bükülmeden, Uğur Mumcu-Söyleşiler, um:ag Vakfı Yayınları, sy: 106
5. Sorumlu Olmak, Uğur Mumcu, Yeni Ortam, 9 Aralık 1974
6. Vurulduk Ey Halkım, Uğur Mumcu, um:ag Vakfı Yayınları, 1996, sy: 16
2. Açık Hava Oteli, Konuşmalar Mektuplar, Sait Faik, Bilgi Yayınevi, 1999, sy: 18
3. Sorumlu Olmak, Uğur Mumcu, Yeni Ortam, 9 Aralık 1974
4. Eğilmeden Bükülmeden, Uğur Mumcu-Söyleşiler, um:ag Vakfı Yayınları, sy: 106
5. Sorumlu Olmak, Uğur Mumcu, Yeni Ortam, 9 Aralık 1974
6. Vurulduk Ey Halkım, Uğur Mumcu, um:ag Vakfı Yayınları, 1996, sy: 16
*
(II)
‘Atatürkçülük ışıklı bir yol’
Gazeteci - yazar Uğur Mumcu, Cumhuriyet Devrimi’nin düşünsel kaynaklarına sımsıkı bağlıdır.
Papirüs dergisinin Nisan 1980 tarihli sayısında Cumhuriyet aydını ile yönetici sınıfın tarihsel yolculuğunu şöylece özetler Cemal Süreya: “Cumhuriyet’in 1950’ye kadar geçirdiği dönemde ortalama aydının özlemleri iktidarınkiyle özdeşti, 1950’den sonra iktidarların onu hiçlemeye, horlamaya başladığı görülüyor; 1960’lar, aydının eski ölçüleri, eski uzlaşmayı gözden kaçırmadan kendini belirtmek istediği yıllardır; 1968’lerden günümüze dek akıp gelen ekonomik, siyasal olaylar içinde ise ipler bütün bütüne kopmuştur. Aydın, yükselmeye başlayan işçi sınıfının yanında ve iktidarın karşısında yer almaya başlamıştır. Hiç değilse, genel doğrultu bu yönde olmuştur.”
Önemli ve bugün gözden kaçırılan bir kırılmadır bu.
Cumhuriyet Devriminin özü, geri bırakılmış ve esaret altına alınmış bir toplumun, önce bağımsızlığına sahip çıkıp, ardından bir aydınlanma kavgasına girişmesinin tarihidir. Kemalizm, Türk halkının bağımsızlık ve aydınlanmayı bugün ve yarın bir değişmez ilke kabul edişidir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi, sonraki yıllarda yönetici sınıflar devrimin özüne ihanet ederken, Cumhuriyet aydını tarihsel koşulların getirdiği yenilikler ışığında ve devrimin özünden şaşmaksızın halkının yanında konumlanmıştır. Sınıf mücadelesinin baskın olmadığı bir dönemden, toplumsal sınıfların menfaatlarının çatışmaya başladığı bir döneme geçilirken, Cumhuriyet aydını, Mustafa Kemal’den aldığı mirasla emekçi sınıfların mücadelesine omuz vermiştir.
Uğur Mumcu, bu aydınlar içinde belki de en etkilisi, giriştiği kavganın ve tarihsel rolünün hakkını en çok verendir. Bunda, ideolojik tutarlılığı ve hiç şaşmayan ilerici ve halkçı bakışı etkilidir şüphesiz.
Mumcu, Cumhuriyet Devriminin düşünsel kaynaklarına sımsıkı bağlıdır. Atatürkçülük tanımını şöylece yapar:
“Atatürkçülük, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın tam bağımsızlık ilke ve inancından kaynaklanan ulusçu ve devrimci ideolojisi demektir. Atatürkçülük, emperyalizm ve kapitalizmin boyunduruğundaki bir yoksul İslam ülkesinin, çağdaş uygarlık düzeyine laik bir düzen ile nasıl ulaşacağını gösteren ışıklı bir yoldur. Kısaca, Atatürkçülük, akılcılık ve çağdaşlık demektir.” (1)
Alternatif değil
Akılcılık ve çağdaşlık demek olan Atatürkçülüğün, kapitalizm ya da sosyalizme alternatif bir kuram olmadığının, halktan yana düşüncelerin bu topraklardaki değişmez kaynağı olduğunun altını çizer Mumcu: “Kemalizm, Marksizm gibi bir kuram değildi; 1920’li yılların, kapitalist-emperyalizme karşı toplum olarak başkaldırışı ve Anadolu halkının aydınlanma çağını simgeleyen bir kavramdır” (2) der.
Kemalizm, büyük çoğunluğu köylü olan bir toplumun bağımsızlık ve aydınlanma mücadelesinin adıdır.
Sınıflı toplumda kavga kapitalizm ve sosyalizm arasındaysa, Kemalizmin halkçılık anlayışı yeniden değerlendirilmelidir Mumcu, 15 Kasım 1970’te kaleme aldığı “Halkçılık İlkesi” başlıklı yazısında şöyle der:
“Atatürk’ün halkçılık anlayışını, Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal ve siyasal koşullar ile karşılaştırmak gerekir. Bugün ilk bakışta görülen gerçek, işçi ve köylü sınıflarının bilinçlenip, kendi sınıfsal çıkarları için savaşa girmiş olmalarıdır. Kemalizmin amaçları, bu gerçeğe göre yeniden değerlendirilmelidir.” (3)
Kemalist Halkçılık ilkesini, “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle” düşünden, emekçi halkın sınıfsal mücadelesinde taraf olma gerçekliğine taşır Uğur Mumcu kendi siyasal tavrında. Ve devrimci düşüncelerini yaymak için başladığını söylediği gazeteciliği, hep bu düşünce izinde ilerler sonraki yıllarda.
26 Mart 1985’te, “Adını Koyalım” başlıklı yazısında şöyle der: “Türkiye’nin bugünkü ve yarınki gündeminde emekçi sınıf ve tabakaların siyasal haklarını savunanlar ve savunacak olanlar, sosyal demokrat ya da demokratik sol gibi birbirlerini çağrıştıran kavramlar yerine, ulusal kurtuluş devrimciliğinden kaynaklanan, Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesini ödün verilmez bir inanç sayan ve adına sosyalist diyebileceğimiz siyasal görüşü benimsediklerini açıklamalıdırlar. (...)
Bunca gelişmeden sonra, bunca deneyden, bunca acıdan sonra emekten ve emekçiden yana olan ilerici Türk aydını, halkın önüne çıkıp yiğitçe, ben, işte şu şu şu anlamda sosyalistim, demiyorsa, yazıklar olsun...”
İşe kendinden başlar. “Pazarlık” başlıklı yazısında kendi düşünsel çizgisini en gür sesle ortaya koyar: “Emeği ile yaşayanların devlet yönetiminde söz sahibi olacakları bir düzeni savunuyorum. Kurtuluş Savaşı’mızın antiemperyalist bilincinden kaynaklanan Kemalist Devrimi ve emekçi halkımızın nasırlı elleriyle kuracağı bağımsız Türk sosyalizmini savunuyorum, var mı bir diyeceğiniz?”
Ne yapılmalı?
Mumcu’ya göre, “Türkiye durdukça Atatürk ve çağdaş düşünce yaşayacak, sömürü sürdükçe de sol düşünce hiç gündemden düşmeyecektir!”
O halde?
Yapılması gereken nedir, yine Uğur Mumcu söyler:
“Bu dilenci ekonomisine, bu uyduluğa, bu yeni Sevr antlaşmalarına karşı çıkmak için ‘Kuvayımilliye ruhu’ ile yeniden örgütlenmek, emperyalizme karşı bağımsızlık kavgası demek olan Kemalist Devrim meşalesini yükseltmek ve ulusal bağımsızlık bilincinden kaynaklanacak sosyalist düşünceleri, bu potada birleştirmek, yakın gündemin en güncel sorunu olmalıdır.” (4)
İdeolojik anlamdaki konumlanma göz önüne alındığında, sınıfsallık ve ulusallık iç içedir Mumcu’ya göre. Tarih ilerler, toplumsal yapı şekil değiştirir. Atatürk’ün halkçılık ilkesi, emekçi sınıfların mücadelesine omuz vermeyi ödevler Kurtuluş Savaşı gerçekliğini yüreğinde duyumsamış Cumhuriyet aydınına.
Kemalizmi, bir bağımsızlık ve aydınlanma mücadelesi olarak kişiliğinin kaynağına yerleştiren Uğur Mumcu, bu özden güç alan bir sosyalizme inanmış; emek ve aydınlanma savaşını aynı kalemin ucunda vermiştir.
1. Gençlik, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 19 Mayıs 1987
2. Çelişki, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 28 Eylül 1992
3. Uyan Gazi Kemal, Uğur Mumcu, um:ag Vakfı Yayınları, sy: 41
4. Batı Acısı, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 1 Nisan 1980
Önemli ve bugün gözden kaçırılan bir kırılmadır bu.
Cumhuriyet Devriminin özü, geri bırakılmış ve esaret altına alınmış bir toplumun, önce bağımsızlığına sahip çıkıp, ardından bir aydınlanma kavgasına girişmesinin tarihidir. Kemalizm, Türk halkının bağımsızlık ve aydınlanmayı bugün ve yarın bir değişmez ilke kabul edişidir.
Cemal Süreya’nın dediği gibi, sonraki yıllarda yönetici sınıflar devrimin özüne ihanet ederken, Cumhuriyet aydını tarihsel koşulların getirdiği yenilikler ışığında ve devrimin özünden şaşmaksızın halkının yanında konumlanmıştır. Sınıf mücadelesinin baskın olmadığı bir dönemden, toplumsal sınıfların menfaatlarının çatışmaya başladığı bir döneme geçilirken, Cumhuriyet aydını, Mustafa Kemal’den aldığı mirasla emekçi sınıfların mücadelesine omuz vermiştir.
Uğur Mumcu, bu aydınlar içinde belki de en etkilisi, giriştiği kavganın ve tarihsel rolünün hakkını en çok verendir. Bunda, ideolojik tutarlılığı ve hiç şaşmayan ilerici ve halkçı bakışı etkilidir şüphesiz.
Mumcu, Cumhuriyet Devriminin düşünsel kaynaklarına sımsıkı bağlıdır. Atatürkçülük tanımını şöylece yapar:
“Atatürkçülük, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın tam bağımsızlık ilke ve inancından kaynaklanan ulusçu ve devrimci ideolojisi demektir. Atatürkçülük, emperyalizm ve kapitalizmin boyunduruğundaki bir yoksul İslam ülkesinin, çağdaş uygarlık düzeyine laik bir düzen ile nasıl ulaşacağını gösteren ışıklı bir yoldur. Kısaca, Atatürkçülük, akılcılık ve çağdaşlık demektir.” (1)
Alternatif değil
Akılcılık ve çağdaşlık demek olan Atatürkçülüğün, kapitalizm ya da sosyalizme alternatif bir kuram olmadığının, halktan yana düşüncelerin bu topraklardaki değişmez kaynağı olduğunun altını çizer Mumcu: “Kemalizm, Marksizm gibi bir kuram değildi; 1920’li yılların, kapitalist-emperyalizme karşı toplum olarak başkaldırışı ve Anadolu halkının aydınlanma çağını simgeleyen bir kavramdır” (2) der.
Kemalizm, büyük çoğunluğu köylü olan bir toplumun bağımsızlık ve aydınlanma mücadelesinin adıdır.
Sınıflı toplumda kavga kapitalizm ve sosyalizm arasındaysa, Kemalizmin halkçılık anlayışı yeniden değerlendirilmelidir Mumcu, 15 Kasım 1970’te kaleme aldığı “Halkçılık İlkesi” başlıklı yazısında şöyle der:
“Atatürk’ün halkçılık anlayışını, Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal ve siyasal koşullar ile karşılaştırmak gerekir. Bugün ilk bakışta görülen gerçek, işçi ve köylü sınıflarının bilinçlenip, kendi sınıfsal çıkarları için savaşa girmiş olmalarıdır. Kemalizmin amaçları, bu gerçeğe göre yeniden değerlendirilmelidir.” (3)
Kemalist Halkçılık ilkesini, “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle” düşünden, emekçi halkın sınıfsal mücadelesinde taraf olma gerçekliğine taşır Uğur Mumcu kendi siyasal tavrında. Ve devrimci düşüncelerini yaymak için başladığını söylediği gazeteciliği, hep bu düşünce izinde ilerler sonraki yıllarda.
26 Mart 1985’te, “Adını Koyalım” başlıklı yazısında şöyle der: “Türkiye’nin bugünkü ve yarınki gündeminde emekçi sınıf ve tabakaların siyasal haklarını savunanlar ve savunacak olanlar, sosyal demokrat ya da demokratik sol gibi birbirlerini çağrıştıran kavramlar yerine, ulusal kurtuluş devrimciliğinden kaynaklanan, Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesini ödün verilmez bir inanç sayan ve adına sosyalist diyebileceğimiz siyasal görüşü benimsediklerini açıklamalıdırlar. (...)
Bunca gelişmeden sonra, bunca deneyden, bunca acıdan sonra emekten ve emekçiden yana olan ilerici Türk aydını, halkın önüne çıkıp yiğitçe, ben, işte şu şu şu anlamda sosyalistim, demiyorsa, yazıklar olsun...”
İşe kendinden başlar. “Pazarlık” başlıklı yazısında kendi düşünsel çizgisini en gür sesle ortaya koyar: “Emeği ile yaşayanların devlet yönetiminde söz sahibi olacakları bir düzeni savunuyorum. Kurtuluş Savaşı’mızın antiemperyalist bilincinden kaynaklanan Kemalist Devrimi ve emekçi halkımızın nasırlı elleriyle kuracağı bağımsız Türk sosyalizmini savunuyorum, var mı bir diyeceğiniz?”
Ne yapılmalı?
Mumcu’ya göre, “Türkiye durdukça Atatürk ve çağdaş düşünce yaşayacak, sömürü sürdükçe de sol düşünce hiç gündemden düşmeyecektir!”
O halde?
Yapılması gereken nedir, yine Uğur Mumcu söyler:
“Bu dilenci ekonomisine, bu uyduluğa, bu yeni Sevr antlaşmalarına karşı çıkmak için ‘Kuvayımilliye ruhu’ ile yeniden örgütlenmek, emperyalizme karşı bağımsızlık kavgası demek olan Kemalist Devrim meşalesini yükseltmek ve ulusal bağımsızlık bilincinden kaynaklanacak sosyalist düşünceleri, bu potada birleştirmek, yakın gündemin en güncel sorunu olmalıdır.” (4)
İdeolojik anlamdaki konumlanma göz önüne alındığında, sınıfsallık ve ulusallık iç içedir Mumcu’ya göre. Tarih ilerler, toplumsal yapı şekil değiştirir. Atatürk’ün halkçılık ilkesi, emekçi sınıfların mücadelesine omuz vermeyi ödevler Kurtuluş Savaşı gerçekliğini yüreğinde duyumsamış Cumhuriyet aydınına.
Kemalizmi, bir bağımsızlık ve aydınlanma mücadelesi olarak kişiliğinin kaynağına yerleştiren Uğur Mumcu, bu özden güç alan bir sosyalizme inanmış; emek ve aydınlanma savaşını aynı kalemin ucunda vermiştir.
1. Gençlik, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 19 Mayıs 1987
2. Çelişki, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 28 Eylül 1992
3. Uyan Gazi Kemal, Uğur Mumcu, um:ag Vakfı Yayınları, sy: 41
4. Batı Acısı, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 1 Nisan 1980
*
(III)
Doğruyu izlemek, gerçeği kanıtlamak
Soyut tartışmalarla siyasal kavga verilemeyeceğine inanır Uğur Mumcu, güncele işaret eder.
Mumcu, 1 Eylül 1977’de, ‘Amacımız iyi ve güzel yazmaktan çok, doğruyu izlemek, gerçeği kanıtlamak ve sonuç almaktır’ diye yazar. Her biri birer anahtar cümledir adeta…
Yüreğinde halkına karşı duyduğu sorumluluk duygusuyla gazeteciliğe başlayan, aydınlanma ve emek kavgasını ayrılmaz bir bütün olarak gören Uğur Mumcu, siyasal mücadelesinde üstüne basa basa vurguladığı yöntemiyle de örnek bir aydındır.
Özellikle içinden geçtiğimiz günlerde hatırlanması ve izleri takip edilmesi gereken bu yöntem, gericilerin, halk düşmanlarının, iç ve dış sömürücülerin kokulu rüyası olmuştur...
Mumcu, 1 Eylül 1977’de, “Amacımız iyi ve güzel yazmaktan çok, doğruyu izlemek, gerçeği kanıtlamak ve sonuç almaktır” diye yazar. Her biri birer anahtar cümledir adeta...
Soyut sözlerle, teorik veya tarihsel tartışmalarla siyasal kavga verilemeyeceğine inanır Uğur Mumcu. İşin can alıcı yanı güncel siyasal kavganın içinde olup olmamaktır.
“Türkiye’de birçok insan, olayları, ‘slogan’ düzeyinde ele alır” der, “Oysa toplumsal her olayın, derinlemesine araştırılması gereken binbir türlü ve karmaşık yapıda nedenleri bulunur. Bu nedenler araştırılmadan yaşanan olayları anlamaya olanak yoktur.”(1)
Mesele bugüne kafa yormaktır, “Önemli olan somut sorunlarda, eylemde Türk halkının çıkarlarını savunmaktır” Mumcu’ya göre.
Güncel ve somut sorunlar yerine, soyut dille konuşmayı-yazmayı tercih eden aydınlardan bahsederken şöyle der: “Çok kolaydır böyle konuşmalar. Önemli olan, soyut öğreti ile somut gerçekler arasında ilgi kurup yığınlara düzenin nasıl ve ne biçimde değiştirileceğini gösterebilmektedir. Bu düzen kimden yanadır, kime karşıdır? Temel sorun, bu soruların en açık ve en seçik biçimde yanıtlanmasına bağlıdır.
Ekonomik ilişkiler ortaya çıkarılmalı
Güncel ve somut sorunlar, yığınların yaşam kavgası ile ilgilidir. İçinde yaşadığımız düzenin girdisi çıktısı, somut örneklerle anlatıldığı ölçüde, halk, hangi düzen içinde sömürüldüğünü anlayabilir.”(2)
Söz konusu laikliği savunmak olduğunda da, kapitalizmle mücadele olduğunda da geçerlidir bu.
Peki, yapılması gereken nedir?
Örnek verelim:
“Tartışmaları somut kanıtlara dayandırmak gerekiyor” der Mumcu. “Örneğin; ülkemizde sağcı, milliyetçi, muhafazakâr çevrelerin hangi ekonomik ilişkiler ve ortaklıklar içinde oldukları ortaya konuldu mu artık söylenecek söz kalmaz.”(3)
Onun bütün mücadelesi de bunun içindir zaten.
Soyut kavramları, somut gerçeklerle açıklayıp, doğrulamak ve halka anlatmak üzerinedir.
1 Mayıs 1990’da şöyle yazar: “Devlet, niçin, başta kaçakçılık sektöründen milyarlar kazanan ‘lümpen sermayesi’ olmak üzere sermaye sınıfına yasalar, kararnameler ve tebliğlerle ayrıcalıklar sağlarken emekçilerin haklarını kısıtlıyor?
Bu model, işçiler ile öteki emekçi sınıf ve tabakaların reel ücretlerini azaltırken; sermaye gelirlerini niçin artırıyor?
Emek gelirleri düştükçe düşerken; sermaye ve rant gelirleri niçin yükseldikçe yükseliyor?
Bütün bunların niçin yapıldığına ‘ideoloji’ yanıt veriyor; nasıl yapıldığına da ‘siyaset’.”(4)
Önemli olan, kapitalizmin, nasıl bir yolsuzluk ve sömürü düzeni olduğunu, tüm gerçekliğiyle, hakkı yenen, sömürülen halka anlatabilmektir. Bu nedenle, soyut fikir tartışmaları, somut olaylarla doğrulanmalı ve halkın bilincine sunulmalıdır. Mumcu, yolsuzlukların, hırsızlıkların, kaçakçılığın, rüşvetin üzerine giderken, kavgası doğrudan kapitalist sömürü düzeniyledir aslında. Onun çarklarına çomak sokmaktadır, keskin zekâsı ve eşsiz araştırmacılığıyla.
Düzenin parçaları
Şöyle der: “Rüşvet alınmışsa bunu alan, toplumun belirli kesimlerinde görev yapan bazı yetkililerdir. Yani iş, özünde sınıfsaldır ama para alıp veren kişiler de toplumumuzda yaşayan kişilerdir. Hiçbir ‘manevi şahsiyet’ rüşvet almaz. Rüşvet alan, belirli gerçek kişilerdir. Bu kişilerin ortaya konması, sorunun sadece bir yanıdır. Mobilya yolsuzluğu ortaya çıkarılmışsa, bu yolsuzluğa adı karışan kişilerin kimlikleri ve kişilikleri de önemlidir. Çünkü düzenin ticari yanı ile siyasi niteliği, mobilya dosyasında somutlaşmaktadır. Bu gibi konuların bıçak sırtı gibi, iki yanı vardır. Konunun bir yanı, kişilerle ilgilidir. Kim yolsuzluk yapmıştır? Yolsuzluk yapan kimin yakını? Rüşveti kim almış? Kimden almış?
İşin öbür yanı, düzenin niteliği ile ilgilidir. Eğer olayı sadece kim almış, kimden almış, düzeyinde tutarsak, olayları anlamsız dedikodular ve söylentilerle kısıtlarız. Bu yolsuzluklar ve rüşvet olayları ortaya atıldıktan sonra, bu düzenin kapitalist düzen olduğu, rüşvetin de yolsuzluğun da bu düzenin parçaları sayıldığını anlatabilirsek, o zaman çokuluslu şirketler de mobilya yolsuzluğu da vergi iadesi de gerçek anlamlarını bulur.
Ve tabii ki aydınlar için kesilen cezalar, kilitlenen paslı kelepçeler, kurulan darağaçları ve işkence masalarına yatırılan devrimciler gibi konular da anlaşılabilir.
Evet, soru çok basittir: Kim için, ne için? İşin özü de burada yatmaktadır...”(5)
Onun siyasal mücadele yöntemini en iyi özetleyen cümleler bunlardır. Kapitalist düzeni deşifre etmek için çabalayan Mumcu, bunu yapmak yerine, güvenli kuytulardan teorik tartışmalarla yetinenleri her zaman eleştirmiştir. Kapitalist sömürü, bu sömürünün çarkları arasında ezilen halka ancak gerçek olaylar, somut gerçekler üzerinden örneklendirilerek anlatılabilir. Kuram kitaplarında yazanlar ancak, gerçek hayatın şartlarıyla doğrulanarak anlam kazanabilir. Gerçek devrimcinin, Atatürkçünün, sosyalistin görevi, terminoloji şehvetine kapılmak değil; tarihsel sloganlarla halkı uyutmak hiç değildir. Görev; bu düzeni olanca açıklığıyla deşifre etmek, ortaya koymaktır.
Sözün sonu:
Uğur Mumcu’nun karakteri, kişiliği, siyasal görüşleri, yöntemi bu ülkenin aydınlık yarınlarını düşleyen, hedefleyen insanlar için bir yurtseverlik rehberidir. Uğur Mumcu, tam da bu yüzden ölümsüzdür...
1. Özeleştiri, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 13 Kasım 1992
2. Sınıfsal mı Kişisel mi, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 6 Aralık 1975
3. İşin Özü, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mart 1976
4. 1 Mayıs, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 1 Mayıs 1990
5. İşin Özü, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mart 1976
TAYLAN ÖZBAY / CUMHURİYET
Yüreğinde halkına karşı duyduğu sorumluluk duygusuyla gazeteciliğe başlayan, aydınlanma ve emek kavgasını ayrılmaz bir bütün olarak gören Uğur Mumcu, siyasal mücadelesinde üstüne basa basa vurguladığı yöntemiyle de örnek bir aydındır.
Özellikle içinden geçtiğimiz günlerde hatırlanması ve izleri takip edilmesi gereken bu yöntem, gericilerin, halk düşmanlarının, iç ve dış sömürücülerin kokulu rüyası olmuştur...
Mumcu, 1 Eylül 1977’de, “Amacımız iyi ve güzel yazmaktan çok, doğruyu izlemek, gerçeği kanıtlamak ve sonuç almaktır” diye yazar. Her biri birer anahtar cümledir adeta...
Soyut sözlerle, teorik veya tarihsel tartışmalarla siyasal kavga verilemeyeceğine inanır Uğur Mumcu. İşin can alıcı yanı güncel siyasal kavganın içinde olup olmamaktır.
“Türkiye’de birçok insan, olayları, ‘slogan’ düzeyinde ele alır” der, “Oysa toplumsal her olayın, derinlemesine araştırılması gereken binbir türlü ve karmaşık yapıda nedenleri bulunur. Bu nedenler araştırılmadan yaşanan olayları anlamaya olanak yoktur.”(1)
Mesele bugüne kafa yormaktır, “Önemli olan somut sorunlarda, eylemde Türk halkının çıkarlarını savunmaktır” Mumcu’ya göre.
Güncel ve somut sorunlar yerine, soyut dille konuşmayı-yazmayı tercih eden aydınlardan bahsederken şöyle der: “Çok kolaydır böyle konuşmalar. Önemli olan, soyut öğreti ile somut gerçekler arasında ilgi kurup yığınlara düzenin nasıl ve ne biçimde değiştirileceğini gösterebilmektedir. Bu düzen kimden yanadır, kime karşıdır? Temel sorun, bu soruların en açık ve en seçik biçimde yanıtlanmasına bağlıdır.
Ekonomik ilişkiler ortaya çıkarılmalı
Güncel ve somut sorunlar, yığınların yaşam kavgası ile ilgilidir. İçinde yaşadığımız düzenin girdisi çıktısı, somut örneklerle anlatıldığı ölçüde, halk, hangi düzen içinde sömürüldüğünü anlayabilir.”(2)
Söz konusu laikliği savunmak olduğunda da, kapitalizmle mücadele olduğunda da geçerlidir bu.
Peki, yapılması gereken nedir?
Örnek verelim:
“Tartışmaları somut kanıtlara dayandırmak gerekiyor” der Mumcu. “Örneğin; ülkemizde sağcı, milliyetçi, muhafazakâr çevrelerin hangi ekonomik ilişkiler ve ortaklıklar içinde oldukları ortaya konuldu mu artık söylenecek söz kalmaz.”(3)
Onun bütün mücadelesi de bunun içindir zaten.
Soyut kavramları, somut gerçeklerle açıklayıp, doğrulamak ve halka anlatmak üzerinedir.
1 Mayıs 1990’da şöyle yazar: “Devlet, niçin, başta kaçakçılık sektöründen milyarlar kazanan ‘lümpen sermayesi’ olmak üzere sermaye sınıfına yasalar, kararnameler ve tebliğlerle ayrıcalıklar sağlarken emekçilerin haklarını kısıtlıyor?
Bu model, işçiler ile öteki emekçi sınıf ve tabakaların reel ücretlerini azaltırken; sermaye gelirlerini niçin artırıyor?
Emek gelirleri düştükçe düşerken; sermaye ve rant gelirleri niçin yükseldikçe yükseliyor?
Bütün bunların niçin yapıldığına ‘ideoloji’ yanıt veriyor; nasıl yapıldığına da ‘siyaset’.”(4)
Önemli olan, kapitalizmin, nasıl bir yolsuzluk ve sömürü düzeni olduğunu, tüm gerçekliğiyle, hakkı yenen, sömürülen halka anlatabilmektir. Bu nedenle, soyut fikir tartışmaları, somut olaylarla doğrulanmalı ve halkın bilincine sunulmalıdır. Mumcu, yolsuzlukların, hırsızlıkların, kaçakçılığın, rüşvetin üzerine giderken, kavgası doğrudan kapitalist sömürü düzeniyledir aslında. Onun çarklarına çomak sokmaktadır, keskin zekâsı ve eşsiz araştırmacılığıyla.
Düzenin parçaları
Şöyle der: “Rüşvet alınmışsa bunu alan, toplumun belirli kesimlerinde görev yapan bazı yetkililerdir. Yani iş, özünde sınıfsaldır ama para alıp veren kişiler de toplumumuzda yaşayan kişilerdir. Hiçbir ‘manevi şahsiyet’ rüşvet almaz. Rüşvet alan, belirli gerçek kişilerdir. Bu kişilerin ortaya konması, sorunun sadece bir yanıdır. Mobilya yolsuzluğu ortaya çıkarılmışsa, bu yolsuzluğa adı karışan kişilerin kimlikleri ve kişilikleri de önemlidir. Çünkü düzenin ticari yanı ile siyasi niteliği, mobilya dosyasında somutlaşmaktadır. Bu gibi konuların bıçak sırtı gibi, iki yanı vardır. Konunun bir yanı, kişilerle ilgilidir. Kim yolsuzluk yapmıştır? Yolsuzluk yapan kimin yakını? Rüşveti kim almış? Kimden almış?
İşin öbür yanı, düzenin niteliği ile ilgilidir. Eğer olayı sadece kim almış, kimden almış, düzeyinde tutarsak, olayları anlamsız dedikodular ve söylentilerle kısıtlarız. Bu yolsuzluklar ve rüşvet olayları ortaya atıldıktan sonra, bu düzenin kapitalist düzen olduğu, rüşvetin de yolsuzluğun da bu düzenin parçaları sayıldığını anlatabilirsek, o zaman çokuluslu şirketler de mobilya yolsuzluğu da vergi iadesi de gerçek anlamlarını bulur.
Ve tabii ki aydınlar için kesilen cezalar, kilitlenen paslı kelepçeler, kurulan darağaçları ve işkence masalarına yatırılan devrimciler gibi konular da anlaşılabilir.
Evet, soru çok basittir: Kim için, ne için? İşin özü de burada yatmaktadır...”(5)
Onun siyasal mücadele yöntemini en iyi özetleyen cümleler bunlardır. Kapitalist düzeni deşifre etmek için çabalayan Mumcu, bunu yapmak yerine, güvenli kuytulardan teorik tartışmalarla yetinenleri her zaman eleştirmiştir. Kapitalist sömürü, bu sömürünün çarkları arasında ezilen halka ancak gerçek olaylar, somut gerçekler üzerinden örneklendirilerek anlatılabilir. Kuram kitaplarında yazanlar ancak, gerçek hayatın şartlarıyla doğrulanarak anlam kazanabilir. Gerçek devrimcinin, Atatürkçünün, sosyalistin görevi, terminoloji şehvetine kapılmak değil; tarihsel sloganlarla halkı uyutmak hiç değildir. Görev; bu düzeni olanca açıklığıyla deşifre etmek, ortaya koymaktır.
Sözün sonu:
Uğur Mumcu’nun karakteri, kişiliği, siyasal görüşleri, yöntemi bu ülkenin aydınlık yarınlarını düşleyen, hedefleyen insanlar için bir yurtseverlik rehberidir. Uğur Mumcu, tam da bu yüzden ölümsüzdür...
1. Özeleştiri, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 13 Kasım 1992
2. Sınıfsal mı Kişisel mi, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 6 Aralık 1975
3. İşin Özü, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mart 1976
4. 1 Mayıs, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 1 Mayıs 1990
5. İşin Özü, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 8 Mart 1976
TAYLAN ÖZBAY / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder