Maduro rejimi dirense de, çökse de Venezuela’yı tartışmayı sürdüreceğiz.
Ayrıntılı çözümlemeleri uzmanlara bırakırız. Bilgi kirlenmesini, bilgi yetersizliğini telâfi de önem taşır.Ben de ulaştığım bazı bilgileri okurlarımla paylaşmak istedim.
Obama, Chavez ve Nobel Barış Ödülü
Amerika Devletler Örgütü’nün 18 Nisan 2009’da Trinidad’daki zirve toplantısında Hugo Chavez, Obama ile el sıkıştıktan sonra kendisine Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabını hediye eder. Obama kitabı teşekkür ederek alır ve daha sonra gazetecilere, “Chavez’in yazdığı bir kitap sanmıştım; bir kitabımı kendisine armağan etmeyi de düşünmüştüm…” der.
Bu zirve, Obama’nın (Chavez dışında) Küba ile de ilişkileri “normalleştirme” sürecinin ilk aşamalarından biri oldu.
Altı ay sonra 2009 Nobel Barış Ödülü, belki bu jestlerin de katkısıyla “uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki işbirliğini güçlendirmedeki olağanüstü çabaları” gerekçesiyle Obama’ya verilecektir.
(18 Nisan 2009 Trinidad: Chavez, Galeano’nun kitabını Obama’ya veriyor.)
Ne var ki, Nobel Barış Komitesi’nin o tarihteki sekreteri Geir Lundstedt, sonraki yıllarda Obama’ya “bir haller olduğunu” fark edecek; 2015’te emekli olduktan sonra yayımlanan anılarında bu ödülden pişmanlık duyduğunu itiraf edecekti.
Lundstedt’i pişmanlığa sürükleyen “Obama’nın marifetleri” arasında ikisini tahmin etmek güç değil.
Birincisi, “barış ödülünden iki yıla sonra Libya’ya karşı başlatılan ve Muammer Kaddafi’nin linç edilmesine yol açan emperyalist saldırının mimarlığı…
Obama’nın “barış-karşıtı marifetleri”nden ikincisi ise, Mart 2015’te “ABD’nin ulusal güvenliğine olağanüstü tehditleri” nedeni ile Venezuela’ya karşı ağır ekonomik yaptırımları başlatma kararı oldu.
Venezuela’ya ekonomik yaptırımlar
“Venezuela’nın ABD ulusal güvenliğine olağanüstü tehditleri…” nereden çıktı?
Otuz milyonluk bir ülke… Nükleer enerji çalışmaları yok. Silahlı kuvvetleri, komşusu Kolombiya ordusunun yarısına dahi ulaşamıyor.
“ABD’nin güvenliğini tehdit…” uydurma bir iddiadır. Obama’nın başlattığı ve giderek ağırlaşan ekonomik yaptırımlar, “ABD’nin güvenliği” gerekçesiyle değil; Venezuela’da önce toplumsal çöküntü, sonra da “rejim değişikliği” yaratmayı hedeflemektedir.
Yaptırımların gerçek amacı Venezuela sorunlarını inceleyen bir makalede, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkilinin ağzından açıklanıyor: “Finansal yaptırımlar [ve yarattığı] baskı kampanyası sonuç vermekte;… Venezuela’da topluca ekonomik çöküntüye yol açmaktadır… Bu stratejimizi Venezuelalılara uygulamayı sürdüreceğiz.” (Monthly Review, 1 Haziran 2018. Yazarlar: A.Felicien, C.Schiavoni ve L.Romero).
Nitekim, 2017’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin bir görevlisi olarak Venezuela’daki durumu inceleyen Alfred De Zaya, Konsey’e sunduğu raporda, ABD’nin ekonomik yaptırımlarının Venezuelalı yoksulların gıdaya, ilaca ulaşımını engellediğini; ölümlere yol açtığını vurguladı ve “insanlığa karşı suçlar oluşturduğu gerekçesi” ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınması gerektiğini önerdi. Ne var ki, ABD’nin ağırlığı, bu raporun BM Konseyi gündemine alınmasını; kamuoyuna açıklanmasını önleyecektir.
Geçen yıl görevinden ayrılan De Zaya, bu deneyimlerini The Independent’ta yayımladı (28 Ocak 2019). Trump’in 23 Ocak 2019’da doğrudan doğruya Venezuela petro gelirlerini hedefleyen ek yaptırımları, ABD’nin bu ülkede işlediği “insanlığa karşı suçları” bir adım daha ileri taşımaktadır.
Beyan yoluyla başkanlık…
Maduro ile kavgalı olan Venezuela Ulusal Meclisi’nin başkanlık makamı dört parti arasında rotasyonla değişirmiş. Rotasyon sırası kendisine gelen milletvekili Juan Guaido, 21 Ocak 2019’da (“geçici” sıfatını da ekleyerek) kendisini Venezuela Başkanı olarak ilan etti.
Latin Amerika’yı yakından izleyen bir yazar (Mark Weisbrot), bu tuhaf olaya şu soru ile dikkat çekiyor: “Rusya, Çin ve Kuzey Kore, Nancy Pelosi’yi ABD başkanı olarak tanıdıklarını beyan etseler, Amerikalılar bunu kabul eder mi? (Center for Economic and Policy Research, 31 Ocak 2019).
Kıdemli ve Trump muhalifi bir siyasetçi olan Nancy Pelosi’nin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı olduğunu ve bu türden bir iddiası olmadığını hatırlatalım.Olamaz; çünkü kendisini hiç beğenmese bile, Trump’ın meşru bir seçim sonunda Başkanlık mevkiine geçtiğini bilmektedir.
Venezuela’da ise, Mayıs 2018’deki seçimi kazanan Maduro, 10 Ocak 2019’da yemin ederek ikinci Başkanlık dönemini başlatmıştı. On bir gün sonra da “beyan yoluyla bir başkan daha” ortaya çıkıyor.
Nasıl açıklanabilir?
Weisbrot, bu tuhaf durumun gerçek nedenini hemen açıklıyor: “Trump, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’a göre, Venezuela başkanını ABD seçmelidir. Bu densizler, bu tasarımı hayata geçirmek görevine de bir savaş suçlusu olarak yargılanması gereken Elliot Abrams’ı getirdiler.” (Elliot Abrams, 1980’li yıllarda Reagan yönetimi sırasında Orta Amerika’daki gerici iktidarların solcu çetelerle mücadele vesilesiyle yürüttüğü kanlı kıyımların planlayıcısı olarak ün yapmıştı.)
Özetle, Juan Guaido, Aralık 2018’de Washington’a uçmuş; Weisbrot’un yazısında adı geçen “büyüklerden” görev talimatını almış; Venezuela’ya dönmüş ve başkanlığını ilan etmiştir. Bu sırada darbecilerden John Bolton, Fox News’a demeç veriyor: “Amerikan petrol şirketleri Venezuela petrolüne yatırım yaparsa ABD ekonomik olarak da kazançlı çıkar.”
Yeni yetme başkan Guaido da geçilmeden yanıtlıyor: “Venezuela’nın dev petrol sektörünü özel yatırıma açma planlarımız hazırdır…”
Trump’ın iki gün içinde aynı şahsı Venezuela Başkanı olarak tanıdığını duyduk. Ardından Latin Amerika’nın sağcı hükümetleri Trump’ı izledi. AB’nin “patronları” (İtalya hariç) Maduro’ya sekiz günlük “erken seçim” ültimatomu verdi; süre dolunca da Guaido’ya açık destek verdi.
Türkiye, bu kervana katılmadı. Bugünkü Cumhurbaşkanı, altı yıl önce Fas gezisinde iken TBMM Başkanı’nın “aykırı” demeçlerini hatırlamış olduğu için mi? Nedeni bir yana, doğru tepki göstermiştir.
Başkan Maduro’nun meşruiyeti…
Darbelere usulen vesile gerekir; bu sefer de icat edilmiştir: Maduro’nun diktatörlüğü; başkanlığının meşruiyet taşımaması…
Venezuela’yı büyük Batı basınından izleyenler, buralarda da benzer teraneleri tekrarlıyor. “İnsan hakları emperyalizmi” doktrinini icat eden değil; ama pazarlayan Batı basınıdır. Venezuela darbesini bugün destekleyen New York Times’ın geçmiş sicili tarandı ve gazete yönetiminin 1950 sonrasında Latin Amerika’da gerçekleşen on iki darbeden onuna açık; ikisine ise yarım-yamalak destek verdiği belirlendi.
Hugo Chavez’in Bolivarcı devrim diye adlandırdığı dönüşümün demokrasi bilançosu bu yazının konusu değil. Sadece, bu dönüşüm içinde temsilî demokrasi kurumlarının yanı sıra, halk meclisleri gibi doğrudan demokrasi biçimlerinin de geliştiğine işaret edeyim. Bu yapılaşma, burjuva muhalefeti tarafından daima anti-demokratik olarak suçlandı.
Temsilî demokrasi ölçütleri konusunda ise, Pete Dolack’ın CounterPunch’ta, “Venezuela Yalanlarını Ayıklamak” başlıklı yazısındaki (1 Şubat 2019) bilgileri aktarıyorum: Chavez, beş kere Başkanlık seçimini kazandı; oyları yüzde 55’in altına düşmedi. Başkanlığı boyunca (muhalefet tarafından önerilen referandumlar dahil) 17 seçim ve halk oylamasının 16’sından (bizzat veya Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi -VBSP- olarak) galip çıktı. Eski ABD Başkanı Jimmy Carter’in kurduğu Carter Merkezi, Venezuela seçimlerini “dünyanın en iyisi” olarak nitelendirmişti.
2013’te Chavez’in ölümünden sonra Maduro, iki kere başkanlık seçimini kazandı. Burjuva muhalefetinin tek başarısı, 2015 Ulusal Meclis seçimlerinde gerçekleşti. Çoğunluğu kazanamadılar; ama Chavez’cileri azınlığa düşürdüler. Yasama (Meclis) ve yürütme (Başkanlık) erklerinin farklı siyasî partilerce denetilmesine başkanlık sistemlerinde sık rastlanır.
2017’de halk meclislerinin ve meslek örgütlerinin ağırlık taşıdığı bir seçimle yeni bir anayasa hazırlığını üstlenen Kurucu Meclis oluşturuldu. Bu seçimleri ve 2017-2018’deki belediye başkanları ve yerel yönetim seçimlerini de VBSP kazandı.
Bu seçimlerin tümü ve 2018 Başkanlık seçimleri tüm muhalefet partilerine açık tutulmuştu. Burjuva muhalefeti, iç anlaşmazlıklar nedeniyle Maduro döneminin seçimlerine tek liste ile giremedi veya boykota gitti. Mayıs 2018’de seçmenlerin yüzde 46 katılımıyla gerçekleşen başkanlık seçimlerini Maduro yüzde 68’lik oyla kazandı. Geride kalan oylar iki muhalif aday (Falcon ve Bertucci) arasında paylaşıldı.
Maduro, bu seçim için Birleşmiş Milletler’den (BM’den) gözlemci talep etti. Burjuva muhalefeti ise, Seçim Komisyonu’na güvensizlik ve bazı adayların engellendiği gerekçesiyle BM gözlemcilerini istemedi (Reuters, 12 Mart 2018).
Son bir bilgi daha: Darbe girişimi sonrasında Maduro, Ulusal Meclis seçimlerini bir yıl önceye (2019’a) kaydırmayı önerdi. Yeni “başkan” ise, “ben Ulusal Meclis’in değil, Maduro’nun değişmesini istiyorum” gerekçesiyle bu öneriyi reddetti. Zira, rejim değiştirme hedefine seçimlerle değil, “olası savaş suçlusu” Elliot Abrams’ın yöntemleri ile ulaşılması tasarlanmaktadır.
***
Bu yazı, Venezuela halkının çektiklerine çeşitli biçimlerde katkı yapmış olan Maduro’yu savunmak amacıyla değil, bu darbe girişimiyle çürümüşlüğünü bir kez daha kanıtlayan emperyalizmin sahtekârlığını, iki yüzlülüğünü teşhir etmek için kaleme alındı.
Korkut Boratav / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder