Kişilere ve dönemlere göre farklılaştırılsa da yargının üç sacayağında, iddiada Savcı Doğan Öz, savunmada Avukat Halit Çelenk, kararda Yargıç Ali Faik Cihan isimlerinin sınıfsal bakışlarıyla ilk akla gelenler arasında olması tartışma götürmeyecektir.
Statüleri gereği örgütlü mücadele içinde açık kimlikle görünüp görünmemeleri bir yana üçünün de insanlığı ve toplumculuğu esas alan gerçekçi hukuk ve yargı anlayışları açıktır, üçüne de sosyalist nitelendirmesini yerleştirmek doğru olur.
Üçü de teoride boğulmadan hukuku somut durumla ve sınıfsal okuyup yargıyı toplumcu gerçekçilikle uygulama alanı yapmıştır. Hukukla ilgili analizleri ve duruşları, gerçek adalet arayışları, AKP’nin hukuku ve yargıyı içine attığı bataklığın analizini yapma konusunda da örnektir.
Bir yanda Barışların (Pehlivan/Terkoğlu) Metastaz adlı kitapta yazdıkları yargıç ve savcı tipleri varken diğer yanda “hukuk ve yargı da sınıfsaldır” diyen adalet mensupları var.
Kapitalizm sınıfının gereğini yerine getiriyor; hukuku, devleti ve onun içinde yargıyı da bu gereğe uygun biçimlendirerek kullanıyor. “Adalet” diye diye anlaşılmayan ya da anlaşılmak istenilmeyen, “hukukun üstünlüğü”ne kutsallık yükleyen tam da bu.
Yozlaşma, çürüme, hırsızlık, yolsuzluk, gerici örgütlenme, cinayet, katliam kavramları kapitalizmin çizdiği sınırlara ve verdiği olurlara göre olağanlaşıyor ya da olağandışı sayılıyor. Kapitalizmin özünde olan adaletsizlik, sömürü, gericilik, baskı ve şiddet yaşamın ve ilişkilerin parçası gibi gösteriliyor. Hukuk bu düzenin kılıfı, yargı da tadilat terzisi yapılıyor.
Hukuk ve yargının analizi ancak mülke mülk katan, talan eden, ezen ve sömüren kapitalizmin sınıfsal analiziyle birlikte gerçeğe oturur.
Yargıcın işçi ve emekçilerin haklarının gaspında patron lehine karar verirken adalet dağıtıyor gözükmesi de, savcının toplumsal ve siyasi iddianamelerle halk üzerinde korku yaratması ve mücadeleleri kötülemesi de aynı sınıfsallığa bağlı. Konu başkanın iki dudağı arası kadar basit değil.
Geçenlerde yayımlanan “Türk Yargı Etiği Bildirgesi” için Kadir Sev’in araştırmacı gazetecilik gözüyle yazdığı “Yargıya mecelle ayarı” başlıklı haber bir yanıyla AKP’nin gericiliğinin yansımasını verirken diğer yandan liberal dünyanın “serbestlik” ve “özgürlükler” yargısını yansıtıyor.
AKP yargısı artık burjuva devletin ve hukukun yargısı olmaktan da uzaklaşıyor. Öyle olmasaydı bu kadılık kokan, serbestlik sunan, dinsele sığınıp sermayeye destek veren yargı etiği bildirgesine ihtiyaç duyulmazdı. Zaten Birleşmiş Milletler Bangalor Yargı Etiği İlkeleri var ve ilkeler burjuva devlet ve hukukun evrensel birikimlerini taşıyor.
AKP, iki ilişkiyi bir arada yoğuran yargı düzeni istiyor: piyasanın ve gericiliğin çıkarları savunulup korunacak, emekçilerin hakları bastırılıp korku salınacak. Arabuluculuk müessesesinin ya da OHAL gibi komisyonların tampon bölge kandırmacasıyla araya sıkıştırılması da yargıyı rahatlatarak tahakkümü sürdürecek.
Girişte andığımız üç yargı mensubundan Doğan Öz’ün aramızdan haince alınışının 41. yılı 24 Mart.
Düzenin silahlı çetelerinin kurşunlarına hedef olan Doğan Öz, “ne beni ne de yargının mücadele insanlarını ama asıl olarak da yaşamın her alanında ve her anında bütünsel olarak mücadeleyi unutmayın” diyerek aramızda yaşamaya devam ediyor. Ne yazık ki katilleri de aynı yargının cezasızlık ikliminde yaşamın içindeler.
Yalnızca yargı mensubu değil, insanlık düşmanlarına, piyasaya, gericiliğe, yozlaşmaya, işbirlikçiliğe ve sömürüye karşı topyekün mücadele insanıydı; hukuku bir avuç iradenin değil toplumsal ilişkilerinin ürünü olarak gören hukukçuydu şair ruhlu Doğan Öz.
Öz’ün meslek ahlakında ve yaşamında yolsuzluklara, devlet güvenlik mahkemelerine, kontrgerillaya, Batı’nın istihbarat örgütlerine, idam cezasına, siyasi ve ekonomik işlevi açık faşist örgütlenmelere ve çetelere, Komünizmle Mücadele Derneğine karşı savaşımlar var. O’na saldırı uğruna savaştıklarının hepsine birden yapıldı, kurşunlar hepsine birden sıkıldı.
Bugün aynı saldırı hukuk ve yargıyla yapılıyor. Mülkiyeti korumaya baş koyan hukuk, yargının, mensuplarının ve örgütlerinin ödül/ceza yöntemiyle düzen gemisi içinde tutulmasına ya da atılmasına da aracılık yapıyor.
Daha dün sıraladılar ÇHD’li avukatlara cezaları; usulü yok sayarak, adil yargılama haklarını engelleyerek, savunmanlarını mahkeme dışına atarak, suçlamaları delillerle ve olaylarla ilişkilendirmeyerek…
Milliyetçilikle ve dinsellikle beslenen kapitalist/emperyalist dünya, cinayet ve katliamların azmettiricilerini ve maşalarını cezalandırmayarak masum gibi gösterirken ya da tekil olay gibi anlatırken aslında kendi işçi ve doğa cinayetlerini, katliamlarını, baskı ve şiddetini, sömürü düzenini masum göstermeye, olağan göstermeye uğraşıyor.
Tarihin unutturulduğu, kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, at izinin it izine karıştığı seçim ortamı da bunun bir örneği.
Tabii ki aynı gemide olamayız, tabii ki aynı gemide olmayanlar her gün çoğalıyor, örgütlü mücadeleye katılıyor. Ve tabii ki mücadele hiç kesintiye uğramayacak, seçimden sonra da artarak sürecek.
Büyükşehirlerde, illerde, ilçelerde, beldelerde, işyerlerinde, çarşıda, pazarda, demokratik kitle örgütlerinde, mahallelerde, evlerde halkla buluşan Türkiye Komünist Partililer sömürücü ve gerici düzeni anlatırken mücadele kararlığını ve devamlılığını da anlatıyor.
Doğan Öz’ün “onurlu bir savaş sürer / tutsaklığı ve onursuzluğu yok etmeye yönelen” dediği yurtta eşitliği, özgürlüğü, adaleti, güzeli ve aydınlığı hak etmeye yönelen “onurlu bir savaş” sürüyor hâlâ…
Toplumu, hukuku, devleti ve adaleti diyalektikle analize tabi tutanlar gayet iyi biliyor ki yıldan yıla anmalarla ve seçimden seçime buluşmalarla değil kesintisiz mücadelelerle ve örgütlenerek “insanın insanı sömürmediği” dünyaya ulaşılır.
Ali Rıza Aydın / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder