Parsel parsel yok edildi (I)
İstiklal Caddesi’nin son hali, AKP’nin yerel yönetimler pratiğini de gösteriyor. Bölge esnaflarından Berrakkarusu, “Kira ödemediğim dükkânda zarar ediyorum, kapatacağım” diyor. BEYDER Başkanı Kalaycı ise “Görüştüğüm her 5 kişiden 3’ü, dükkânını devretmek istiyor” ifadesini kullanıyor.
BAŞLARKEN…
İstanbul’un bir zamanlar ‘kalbi’ olan Beyoğlu, uzun süredir eski günlerinden bihaber. Ancak bu çöküş, yeni değil. Zira AKP Lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde, yüzde 25,19’luk oy oranı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesi sonrasında başlayan ‘dönüşüm’, bugün doruğa ulaştı. Örneğin İstiklal Caddesi… Tarihi boyunca birçok değişime uğrayan Cadde, hiçbir zaman bu iktidar döneminde yaşadığı tahribatı yaşamadı. İstiklal’deki “kültürel doku”, birbiri ardına yükselen oteller, AVM’ler ve turistik işletmeler için yok edildi. AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin bizlere sunduğu “gri, betondan” caddedeki tarihi binalar ranta kurban edildi. Kültür, sanat ve eğlence merkezi özelliği silindi. Hacıhüsrev Mahallesi’nden Tarlabaşı’na birçok noktada iktidar ve ona yakın sermaye gruplarının iş birliğiyle, “kentsel dönüşüm” adı altında insanlar mağdur edildi. Okmeydanı ve çevresine “rantcı ve talancı” bakış açısıyla imar planları hazırlandı. Mahallelerin kendilerine özgü yapısı hiç dikkate alınmazken, Sütlüce ve Örnektepe’de benzer tablo açığa çıkarıldı. Biz de Galataport’tan Haliç’e, sermayenin ve iktidarın iştahını kabarttığı bölgeye mercek tuttuk. Üç gün sürecek dosyamızda, dönüştürülen, kimliğini kaybeden Beyoğlu’nu ele aldık. Uzmanlar, akademisyenler, sanatçılar, siyasetçiler ve mağdurlar anlattı.
***
AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile yine AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin politikaları sonucu bir süredir çöküş yaşayan İstiklal Caddesi, eski günlerini arıyor. Beyoğlu iktidar eliyle, renklerinden arındırıldı, gri bir hal aldı. Oteller, AVM’ler derken, cadde, “turistik mekânlar” için yeniden dizayn edildi. 2005 yılına geldiğimizde, ağaçlar söküldü, “Çin graniti” döşendi. Kamu kaynakları boşa harcandı. Sonra o taşlar da kaldırıldı. Beyoğlu’nun ziyaretçi sayısında büyük düşüş meydana geldi. 2011’de de başta Asmalı Mescit olmak üzere İstiklâl’de adeta bir “zabıta devri” başladı. AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin zabıtları, baskın niteliğindeki “denetimlerde” ruhsatlı işletmelerin masa ve sandalyelerine el koydu. Caddenin orta yerine Demirören AVM açıldı. Caddenin kültür merkezinden, tüketim merkezine dönüşmesinin ilk işaretçisiydi. Milyonların Gezi Direnişi’nin sonrasında caddede TOMA’lar kol gezdi. Meydan düzenlemesi adı altında tarihi alan, şantiyeye çevrildi. Beyoğlu’ndaki büyük dönüşümün ilk habercisi, Emek Sineması’nın rant için kurban edilmesiydi. Bununla da sınırlı kalmadılar: Ahmet Hamdi Tanpınar ile Bedri Rahmi Eyüboğlu’na ev sahipliği yapmış Narmanlı Han, “restorasyon” adı altında bambaşka bir hal aldı. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yıkıldı. Muammer Karaca Tiyatrosu ve Devlet Tiyatroları ile Aziz Nesin Tiyatrosu kapatıldı. Alkazar ve Sinepop gibi “kültür sinemaları” tarihe karıştı.147 yıllık Hazzopulo Pasajı’ndaki bilmece ise devam ediyor. İstiklal’in şu anki manzarası, AKP’nin yerel yönetim pratiğini de en yalın biçimiyle gözler önüne seriyor. Ben de vitrinleri kiralık ilanlarıyla dolu caddenin son halini yerinde gözlemliyorum.
MEYDAN, CAMİNİN AVLUSU OLDU
İlk olarak Bağımsız Araştırmacı Cihan Uzunçarşılı Baysal ile İstiklal Caddesi’ni turlamak için buluşuyorum. Caddeyi gezmeden önce, Taksim Meydanı’ndaki cami inşaatını ve AKM’yi gözlemleme fırsatı buluyoruz. Baysal, camiyi göstererek, “Meydan, caminin avlusu olmuş vaziyette” yorumunda bulunuyor ve ekliyor: “Caminin önünde Cumhuriyet Anıtı minnacık kalıyor. Emek güçlerinin 1 Mayıs Meydanı’ndan, başka bir şeye dönüştürülüyor burası. Hafızaya da çizik atılmış oluyor.”
YENİ OSMANLICI KENTİN İNŞASI
Baysal, AKM’ye ilişkin de değerlendirmede bulunuyor: “AKM’yi de yıktılar, temeli atıldı, yapılır mı bilmem. Ama orada yükselen binanın içinde sembolik bir cami kubbesinin olması da bize bir şey söylüyor. Burada, yeni Osmanlıcı kentin inşasını görüyoruz. El atılmamış ne kaldı? Gezi… ‘Beyoğlu’nda Festival Zamanı’ diyerek kurdukları sahne de kitlelerin akışını engelleyecek şekilde tanzim edildi.”
MAKSİM’DE RANTSAL DÖNÜŞÜM
Maksim Gazinosu’nun olduğu yere geldiğimizde ise, “Bu rantsal dönüşüm tabii” diyor. Devamında da caddeye girer girmez, “Açık hava AVM’sine dönüştürdüler burayı” ifadesini kullanıyor: “Bölgede kitapçılar kapandı, Beyoğlu için çok önemli olan filozof esnaf vardı, saatlerce konuşurdunuz onlarla. Kentle dertleri, ekonomik getiri ve rant. Sanat ve kültür değil.” Demirören AVM’nin önüne geldiğimizde ise şöyle konuşuyor Baysal: “Bu, İstiklal Caddesi’ni çirkinleştirerek dönüştürüyor. Osmanlı’nın karikatürü haline getiriliyorlar”
Cihan Uzunçarşılı Baysal, Narmanlı Han’a ilişkin ise, “Ne kadar acı değil mi?” sorusunu yöneltiyor ve devam ediyor: “Bir çöküntü alanı burası. Dokuyu yok ettiler. Griliği burada görüyoruz. Mor salkımlarıyla, kedileriyle de pekâlâ elden geçirilebilirdi. Ama burada insansız bir mekân görüyoruz şimdi.”
ESNAFI KÜSTÜRDÜLER
Baysal’ın ardından uzun dönem eski Beyoğlu Eğlence Yerleri Derneği (BEYDER) Başkanı Tahir Berrakkarasu ile buluşuyorum.
Berrakkarasu, şunları aktarıyor: “2006’da esnafın üzerinde kurdukları ciddi baskıyla başladı her şey. 2005’te ruhsat Emniyet’ten alınıyordu, o belediyeye geçti. Ruhsat yenileme adıyla bize baskılar kuruldu, mühürlemeler yapıldı. Aylık 7 lira olan eğlence vergisi, bir gecede yattık kaktık 465 TL’ye çıktı. Yüzde 6 bin 660 oranında bir artış. Davalar açtıysak da bir yerde tıkandı. Eğlence vergisi alıyor ama ne yapıyor belediye? Bize kemancı, darbukacı falan mı gönderiyor? Tabii bunlar sektörün batışını getirdi. Eğlence sektörünün sivrilmesi onları rahatsız etti. Önce sigara yasağı ardından da 2011’de Türkiye’nin hiçbir yerinde olmayan masa sandalye yasağı geldi. Bu yasak, Beyoğlu’nun kalbine hançeri vurdu. Bunları nakış gibi, ince ince işleyerek geldiler. Esnafı küstürdüler.”
ZARAR EDİYORUM, KAPATACAĞIM
Tahir Berrakkarasu, şöyle sonlandırıyor konuşmasını: “Müşteri profili de değişti, birçok üyemiz Beşiktaş’a, Kadıköy’e dükkân açtılar. Hayatım Beyoğlu’nda geçti, şu ana kadar yürürken 25 tane boş dükkân saydım. Yaşadığımız kaosun tesadüf olması mümkün değil, hesapları 15 sene önceden yapılmış. Kira ödemediğim dükkânda zarar ediyorum, işçinin sigortasını, kendi sigortamı bile ödeyemiyorum oysa biz o dükkândan kazanarak büyüdük. Kesinlikle kapatacağım”
Tahir Berrakkarasu’nun sonrasında mevcut BEYDER Başkanı Aydın Kalaycı ile konuşuyorum. Kalaycı, “Masa sandalye yasağı derken, şimdi de alkol zammı eklendi. Esnaf ortalama 35-40 bin TL arasında kira ödüyor. Her tarafta Arapça tabelaların olması, biraz mecburiyetten. Ne yapsın, dükkânı mı kapatsın? Sorun şu, toplamda 14 tane nargile sunum belgesi olan mekân varken nargile sunumu yapılan mekân 700’ü buluyor” diyor.
5 KİŞİDEN 3’Ü BIRAKIYOR
Kalaycı, şu çarpıcı aktarımda bulunarak noktalıyor sözlerini: “Bir mekâna uğruyorum. Mekân sahibi, ‘biri çıkarsa dükkânı devrederim, yapamıyorum’ diyor. Esnaftan 5 kişiden, 3’ü böyle diyor. Çünkü borçlar birikmiş, kira borçları…
***
TARİHTEN BİR SES: BEYOĞLU DEYİNCE İÇİM ACIYOR
Ayhan Işık Sokak’taki ufacık bir dükkânda tarih ayağa kaldırılıyor. Dükkânın adı, “Bidav Telestine”, sahibi Erdoğan Bidav, 81 yaşında. 60 senedir, sinema dünyamızda olan Bidav, 16 ve 35 mm’lik kopyaları kurtarıyor, eski Türk filmlere yeniden hayat veriyor. Şöyle anlatıyor kendisini: “1962’de Adana’dan geldim, Yeşilçam’a sinema makinelerini tamir etmek için. Yeşilçam’da dükkân açtım. Yıllarımı verdim, o stüdyo senin bu stüdyo benim çalıştım. Eski günlerimi arıyorum, düşündüğümde gözümden yaş geliyor.”
EMEK SİNEMASI… GENÇLİĞİM…
Emek Sineması’nı Bidav’a soruyorum, “Beyoğlu deyince içim acıyor” şeklinde yanıt veriyor: “Önceden İstiklal Caddesi’nde papyonlu, kravatlı, efendi insanları görürdünüz. Rumlar, Ermeniler, kardeş gibi geçiniyorduk. Şimdi yolda adam sana çarpıyor, öylece gidiyor. Bir özür dileme bile yok. Korkuyorum artık, bir sürü kabadayı cirit atıyor. İçim acıyor çünkü Emek Sineması aklıma geliyor, Dükkânım, gençliğim gözümün önüne geliyor.”
Bidav, şöyle sonlandırıyor sözlerini: “Emek’te büyük bir tarih yatırıyordu. İstanbul’un Atlas’la en güzel sinemasıydı. Yıktılar, yeniden bir şey yaptılar ama daha gitmedim, nasıl bir şey olmuş diye bakmaya. Bir gün bile ayrılmadım Beyoğlu’ndan.Emek Sineması’na oturduğun zaman, o tarihe bakıyordun. O oymalara, renklere, tavana, sinemanın perdesinin açılışına…Şimdi nerede bunlar? Bitti, yok oldu.”
***
‘ESKİYE DÖNER MİYİZ? ENDİŞELİYİM’
Usta sanatçı Rutkay Aziz’e de soruyorum Beyoğlu’nu, şöyle yanıtlıyor: “Ben Beyoğlu’nun eski kültürel ve sanatsal zenginliğini özlemiyor değilim. Hem tiyatro, hem sinema, hem de söyleşi etkinlikleri, doğal olarak özleniyor. Yeniden o günlere dönebilecek miyiz? O konuda endişelerim var.”
‘GEZİDE GÖRDÜK: BU BÖYLE GİTMEYECEK’
Karikatürist Tuncay Akgün, 1991 yılında LeMan dergisini kuruluş sürecine değinerek başlıyor sözlerine. “Üs olarak Beyoğlu’nu seçtik” diyor, Akgün. Devamında da “O zamana kadar yayıncılığın kalbinin attığı Babıâli’de açmıştık gözümüzü. İstiklal’de ise araba trafiğinin kaldırılması çalışması sürüyordu. Tahminlerin üzerinde uzamış, herkesi bezdirmişti. Beyoğlu’ndan bugünkü gibi bir kaçış vardı, buna rağmen şimdiki binamızı bulduk ve yerleştik. Beyoğlu bizi çekiyordu” diye ekliyor
Akgün, şöyle sürdürüyor konuşmasını: “Aynı sıralarda Hayal Kahvesi, ardından da Kemancı açılacaktı. Beyoğlu küllerinden doğuyordu. Biz de Tuncel Kurtiz’in açtığı yoldan, gösteri sahnemiz patlarken, Hayal Kahvesi ve Kemancı’da müthiş müzik grupları parlıyordu. Ferhan Şensoy Tiyatrosu, caddeye taşan aksiyonlarıyla coşkusunu hissettiriyor, sinema festivali eşsiz bir şölen gibi herkesi sarhoş ediyordu. Gençler ülkede kendilerini en iyi hissettikleri yerde eğleniyor; sinema, tiyatro, konser, gibi etkinlikleri izliyor, yaşıyordu. Biz yazıp çiziyor, özgürlük yelkenine nefesimiz yettiğince üflüyorduk. Beyoğlu’ndan bütün ülkeye yayılan bir kültür vardı.”
Tuncay Akgün, Gezi’yi hatırlatarak sonlandırıyor sözlerini: “Gezi’den sonra cezalandıran ve neşesini boğmak için elinden geleni yapanlar, son birkaç yılda başarılı oldular, evet. Ama bunun böyle gitmeyeceğine, ülkenin son 30 yılına tanıklık eden bizler, biliyoruz.”
***
Mevzu rantsa yargıyı dinleyen yok (II)
Tarlabaşı’nın çehresi, AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin politikaları sonucu değiştirildi. ‘Çivi bile çakılamayan’ tarihi binalar yıkıldı. Yandaş Çalık Holding’e ait firmanın sürdürdüğü kentsel dönüşüm projesini yargı iptal etse de, dinleyen yok.
Tarlabaşı, İstanbul’un tarihi semtlerinden biri… Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı ve TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın “devlete çarpık bakmanın yuvası” ifadeleriyle tanımladığı Tarlabaş’nın çehresi, kentsel dönüşüm projesiyle değiştirildi. Mahalle sakinleri, acele kamulaştırma kararıyla göç ettirildi. Proje, yargı kararlarıyla iptal edilse de ‘dinleyen’ olmadı. İktidara yakın Çalık Holding’e bağlı GAP İnşaat’ın 2011’de başladığı, ‘talan projesi’ ise devam ediyor.
Her şey, söz konusu alanın, 28 Mart 2006’da yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararıyla ‘yenileme alanı’ ilan edilmesiyle başladı. İhaleyi, GAP İnşaat alırken, Beyoğlu Belediyesi, mülk sahipleriyle anlaşma sağlayamadı. Bunun üzerine, ‘kamulaştırma’ adımı atıldı. Projeye karşı yargı süreci devam ederken, birçok ev, “yıkılma tehlikesi” bahanesiyle boşaltıldı. Kiracılara tebligat yollandı, baskı yaratıldı. 2011 itibariyle de sokaklar boşaltıldı, yurttaşlar göç etmek zorunda kaldı. Son olarak da Danıştay, 14. Dairesi, iktidara yakınlığıyla bilinen Çalık Holding’e bağlı GAP İnşaat’ın sürdürdüğü projeye ilişkin daha önce verilen iptal kararını onadı. ‘Geç gelen adalet’e bir örnek daha eklenmiş oldu.
Peki, Tarlabaşı’nda durum ne? Danıştay’ın onama kararının ardından proje hangi aşamada? Göç ettirilen insanlar kararı nasıl yorumluyor? Biz de bu sorulara yanıt aramak için Tarlabaşı’na gidiyoruz.
NE DEĞİŞTİ DE YIKILDI?
İlk olarak, eski Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği’nin sözcüsü Erdal Aybek ile buluşuyorum. Aybek, kentsel dönüşüm projesi sonucunda Tarlabaşı’ndan göç etmek zorunda bırakılan yurttaşlardan birisi. Şu an Laleli’de yaşıyor. Hemen başlıyoruz Tarlabaşı’nın dar sokaklarında konuşmaya. Aybek, proje dâhilindeki 278 binanın 209’unun tescilli yapı olduğunu hatırlatarak başlıyor sözlerine. Çarpıcı aktarımlarda bulunarak devam ediyor: “Bize daha önce izinsiz boya yaptık, çatımızı onardık diye 3 bin lira cezalar kesildi. İcra yoluyla ödedik, tescilli yapının ruhuna aykırı deyip cezalandırdılar bizi, şimdi gördüğün gibi hepsini yok ettiler, ortadan kaldırdılar. Ne değişti de yıkıma izin verildi?”
Devamında da eliyle yerdeki taşları gösterip, “Taşlara iyi bak, bunlar 50 yıllık… İstanbul’un göbeğindesin asfaltın 50 yıllık bir sorun yok mu?” diye soruyor ve yanıtını kendi veriyor: “Kamu hizmeti vermekle yükümlü belediye, zaman içerisinde metruklaştırmayı hızlandırdı. Bilinçli yaptılar.”
Proje alanının dışarısında gezerken, Aybek’e Danıştay’ın iptal kararını onamasına ilişkin düşüncelerini soruyorum. “Gördüğün gibi proje yürüyor, karar uygulanmıyor, bir haksızlık olduğu ortada” şeklinde yanıt veriyor.
Erdal Aybek, İstiklal Caddesi ile Tarlabaşı’nı bölen bulvarı hatırlatarak, “Bir tarafta 15 bin dolar gelir, diğer tarafta ise 700” diyor ve devam ediyor anlatmaya: “Bu gördüğün evlerin çoğu tescilli yapı. Tarlabaşı ile İstiktal Caddesi arasında şöyle bir kolerasyon vardı: Oradaki her mağazada, her dükkânda illa ki biz vardık. Bulaşık yıkadık, simit sattık, saz çaldık, çiçek sattık, çanta bile çaldık… Tarlabaşı’nda yaşıyor, İstiklal’de çalışıyorduk.”
Aybek’e göre, Tarlabaşı’ndan göç etmek zorunda kalan yurttaşların büyük kısmı geri dönmek zorunda kaldı. Bunu, şöyle aktarıyor: “Bize vaat ettikleri Küçükçekmece’de insanlar nasıl entegre olsun? Giden ailelerin bir kısmı, 1 yıl içerisinde geri döndü. Tarlabaşı’nın alt çepherlerinde Dolapdere gibi yerlerde yaşamaya başladılar. Önceden kendi binasında yaşayan insanlar, kamulaştırmadan elde ettiği geliri hemen tüketti, mülkünden de oldu. Dolapdere’de bir odada 30 metre karede 7 kişi kalan insanlar var.”
BELEDİYE TARAF OLDU
Erdal Aybek, Tarlabaşı’nda yaşananlara ilişkin şu bilgileri veriyor: “Belediyenin ihalesine de bir firma giriyor ne hikmetse. Elbette, biz burada oturanlar hayat şartlarımızdan memnun değildik.Bir şirket kamulaştırma yapamaz. Ama Belediye, 50 milyon liraya yakın kamulaştırma yapıyorsa, bizim tapularımız da Çalık Holding’e geçiyorsa, belediye niye ödedi?”
Aybek, Beyoğlu Belediyesi’nin projede tarafsızlığını yitirdiğini aktararak, şöyle sonlandırıyor sözlerini: “Belediye taraf olup, bizi dışarıda bıraktı ve kapı dışarı ettiler. Şimdi bu projeyle yan komşun 300 lira aidat ödeyecek, sen 100 lirayla geçinemez haldeyken.Projenin afişlerindeki insanların ellerinde 4 bin TL’lik çanta var. Bizim gibi insanların iki yıllık kazancı bu para. Parça parça dağıldık. Fakirleştik bölündük, boşandık, suça bulaştık… Kötü bir deneyimdi ve mağdurlar yarattı. Mutluluk başkasını zenginleştirerek, beni mutsuz ederek olmaz.”
***
BİR DAVA NEDEN 10 YIL SÜRER?
Tarlabaşı Mülk Sahipleri ve Kiracıları Kalkındırma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Ahmet Gün ile de konuşuyorum. Gün, Tarlabaşı’nda sadece mülk sahiplerinin değil, kiracıların da mağdur edildiğini söyleyerek başlıyor konuşmasına. Gün, derneğin kuruluşuna dair bilgileri aktararak, devam ediyor: “Orada kiracılar da mağdur oldu. Dedik ki, ‘Bunların birçoğu fakir, mağdur olurlar.’”
Peşine, “Tarlabaşı’nda çok şey değişti” diye ekliyor: “Projeye başlarken, halkı olayın içinde tutmadılar. Kamu gücünü kullanarak ellerinden alırız, vermeyen olursa kamulaştırma yetkisiyle yaparız’ dediler. Öyle de yaptılar.” Gün’e Tarlabaşı’ndaki dönüşüm projesiyle ilgili iptal kararı Danıştay tarafından onanarak kesinleştiğini hatırlatıyorum. “Bir dava neden 10 yıl sürer?” diye soruyor ve ekliyor: “İdare Mahkemesi, Danıştay vs. derken, bizi beklettiler!” Gün, “Binalar yıkılınca projeler iptal edildi” ifadesini kullanarak sitem ediyor: “O binaları nasıl getirecekler, mümkün değil.”
BÜYÜK DRAM YAŞANDI
Gün’e göre, Tarlabaşı’nda büyük bir dram yaşandı. Bunu şu sözlerle açıklıyor: “Burada insanları tepetaklak ettiler lafı bile hafif kalır. Aynı dramı Fener ile Balat’a da yaşatacaklardı. Danıştay’ın iptal etmesi ile geri adım attırdılar. İnsanların malını zorla ellerinden alıyorsun. Mesela bir örnek… Burada bir kadın hasta yatarken gelmiş, zabıta yatağı, yorganı kapıya koymuş… Bu proje için yola çıktıklarında, 4 adanın bir tanesi AVM, üstteki rezidans, onun üzerinde benim binamın olduğu alan 5 yıldızlı otel olarak belirlendi. Halkı düşünmediklerini ifade ettiler.”
***
YIKIM HUKUKSUZCA İLERLEDİ
TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Akif Burak Atlar’a da Tarlabaşı’nda yaşananları soruyorum, şöyle yanıtlıyor: “2005 yılında yürürlüğe giren ve kamuoyunda yenileme yasası olarak bilinen 5366 sayılı yasa kullanılarak Sulukule gibi Tarlabaşı da kültürel ve sosyal anlamda yıkım sürecine alındı. 6306 sayılı Afet Yasası’nın sahip olduğu imtiyazlı durum, o dönem tarihi bölgelerde 2863 sayılı koruma yasası hükümlerini tanımayan yenileme yasası için verilmişti. 2009 yılında onaylanan Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı’nda ise Tarlabaşı’nın bir kısmı ile yıkılan Emek’i de içine alan yenileme alanları için ‘bu alanlarda onaylı avan projeler geçerlidir’ hükmüne yer verilerek planlama ilkeleri ihlal edildi. Beyoğlu Kentsel Sit Alanı içinde özel statüyle sahip olan Turizm Alanları gibi, özelleştirme alanı gibi koruma planına alınmayan bölgeler zaten vardı. Fakat yenileme alanlarına tanınan ayrıcalıklarla plan kararlarından bağımsız, ayrıcalıklı proje süreçleri için koşullar elbette sermaye lehine hazırlanmış oldu. Kentin önemli kültürel miras alanlarının sermayenin taleplerine göre yeniden biçimlendirildiği süreçlere tanıklık ettik. Tüm bu yıkım ve inşaat süreçleri ise yargı kararlarına rağmen, hukuksuzca ilerledi.”
***
DÖNÜŞÜMÜN MİMARI BELEDİYE
Tarlabaşı sakinlerinden, kent hakları için mücadele yürüten Deniz Özgür ile buluşuyoruz. Bir süre projenin önünde konuşuyoruz, ardından Tarlabaşı’nın ara sokaklarında meseleyi ele alıyoruz. Özgür’e göre “Tarlabaşı yasası” olarak bilinen 5366 sayılı yasa, sermayenin yağmasını kolaylaştırdı. Şöyle konuşuyor: “Beyoğlu Belediyesi için buranın ‘mimarı’ diyebiliriz. Buranın kamulaştırma maliyetinin Beyoğlu Belediyesi’ni çökerttiğini söyleyebiliriz.”
ÇEVRESİNİ SOYLULAŞTIRAMADI
Özgür, inşaatın 2011’de başladığını ancak senelerdir sürdüğüne dikkat çekerek, “Bu çok büyük başarısızlık” diyor ve ekliyor: “Projenin adı ‘Tarlabaşı 360’dı, sessizce ‘Taksim 360’ oldu. Çünkü Tarlabaşı adıyla uluslararası sermayeye satamayacaklarını düşündüler. Bir soylulaştırma projesi bu, çevresini de soylulaştıramadığı için sermayeyi ürküten bütün ayrık unsular burada yaşamaya devam ediyor. Göçmenleri, buranın ötekileri, transları, yani yaşam dokusu devam ediyor. Böyle bir yerde, riskli yatırım yapmak istemiyor sermaye. O yüzden de buradaki ofisler, rezidanslar, oteller satılmıyor.”
Özgür, Tarlabaşı’nda yaşamaya devam etmek istediğini aktararak bitiriyor konuşmasını: “Öncesinde Erasmuslu öğrenci akını söz konusu iken bugünlerde Arap ve İran turizmi yoğun bir şekilde girdi. 15 yıldır burada yaşıyorum, yaşamaya devam etmek istiyorum. Tarlabaşı hâlâ kimliğini, varlığını koruyor, kentsel dönüşüm projesine boyun eğmiyor.”
***
AKP’li belediye ile sermaye el ele: Mega projeler yoksulu vurdu (III)
Beyoğlu’ndaki dönüşüm, Hacıhüsrev’den Okmeydanı’na, Sütlüce’den Örnektepe’ye kadar uzanıyor. Belediye, birçok mağduriyet yaratırken bir diğer husus Galataport ve Haliçport…
Beyoğlu’nun tarihi bölgeleri, bir bir ‘dönüşüm’ alanı ilan edilip, sermayeye açılıyor. Bunun sonucunda da yurttaşlar, yaşadıkları yerlerden uzaklaştırılıyor. Beyoğlu Belediyesi’nin öncülüğünde yaşanan soylulaştırma girişimleri, mağduriyet yaratmaya devam ediyor. Dönüşüm, Hacıhüsrev’den Okmeydanı’na, Sütlüce’den Örnektepe’ye kadar uzanıyor.
Hacıhüsrev Mahallesi’nin sakinleri, Polat Holding tarafından yapılan lüks konut ve rezidans için yerlerinden edildi. Bir başka örnek ise Okmeydanı… Bölgeye ilişkin hazırlanan imar planları, rant merkezli ve mahalle dokusunu dikkate almıyor. 2 milyon 250 bin metrekare büyüklüğündeki alanda, dönüşümün startı, Van Blokları’ndan başladı.
YEREL YÖNETİMİN SIKINTISI
İlk olarak bölge sakinlerinden Bekir Kırankaya ile konuşuyorum. Kırankaya’nın ailesi, 1969’da Okmeydanı’na yerleşmiş. “Hâlâ Okmeydanı’ndayız ve bugün, yerel yönetimlerin cezasını çekiyoruz” ifadesiyle başlıyor sözlerine. Devamında da yaşadıklarını anlatıyor: “2012’de açtığımız davalarda, yürütmeyi durdurma kararları almıştık. O süreçte kıyısından köşesinden oynayarak aynısı günümüze kadar getirdiler. Bugün de devam ediyorlar ama kendileriyle çelişiyorlar. 32 ada varken, tek bir parselde anlaşmışsın: O da, Van Blokları… Belediye, ‘75 bin kişiye proje yapıyoruz’ diyor oysa burada 120 bin kişi yaşıyor. Yani bu da, buradaki insanları, başka bir yere taşıyacaklarını gösteriyor.”
ELİTLERİ YERLEŞTİRECEKLER
Kırankaya, “Burası riskli alan ilan edildi” ifadesini kullanıyor ve sözlerini şöyle noktalıyor: “Aşağıda Galatport’u biliyorsunuz… O projeleri rahatsız edecek kimseyi istemezler. Sosyal dokuyu dağıtacaklar. Burası şehrin merkezi oldu. Elit insanları yerleştirmek isteyecekler.”
Okmeydanı Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nden Rüstem Karakuş ile de görüşüyorum. Şunları dile getiriyor, Karakuş: “Okmeydanı’ndaki imar planları, defalarca yapıldı. Mahkeme kararıyla bozulmuş olsa da uygulamaya geçen bir plandır. Bu planlarda belirsizlikler olduğu için hak sahipleri, gelecekleri için belirsizlik içeren bu plana güvenmiyor. Sözleşme yapmıyor. 2011’den beri, yüzde 20’yi geçmeyen uzlaşma, sağlanamadı. Bunun nedeni, insanların güvence istemesidir.”
40 YILDA BİLE DÖNÜŞEMEZ
Karakuş, “Sulukule’yi, Fikirtepe’yi, Tarlabaşı’nda yaşanan olumsuzluklar da etkili” diyor ve ekliyor: “Sürüncemede kalmış bir durum… Bu planla, Okmeydanı 30 yıl da, 40 yıl da dönüşemez. Yani insanlara, 1+1 evler verilmek isteniyor. Bu da Anadolu insanının tarzına uymayan bir durum.”
HERKES HASTA OLDU
Okmeydanı’ndan sonra Hacıhüsrev Mahallesi’ndeki durumu ele alıyoruz. Bölge sakinleri, lüks konut ve rezidans için yerlerinden edildi. Semra Lom, kentsel dönüşümün ardından bölgeyi terk etmek zorunda kalanlardan sadece birisi. Lom, “Moraller bozuk” diye başlıyor sözlerine: “750 hane vardı, şimdi mahkeme de devam ediyor. Çok şeyler yaşadık tabii burada…Yıkıp döktüler, aynı savaştaymışız gibi hissettik. Usulüz yıkım yaptılar. Ellerinde yıkım belgesi olmadan yaptılar belediye de göz yumdu.”
Lom; Erdoğan’ın, Şişli gibi yerler için sarf ettiği, “Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor” sözlerini hatırlatarak, şöyle sitem ediyor: “Biz Beyoğlu’nda yaşıyorduk da, bizi niye başka yerlere göndermek zorunda kaldılar? Niye gün göremedik orada?”
Lom, şöyle sonlandırıyor ifadelerini: “Dönüşüm sonrasında felç geçirenler oldu, kalp krizi geçirenler oldu. Herkes hasta oldu. Herkes gitmek zorunda kaldı. Başka çareleri kalmadı.”
***
DÖNÜŞÜM KÜÇÜK ESNAFI ETKİLEYECEK
Kamuoyunda “Galataport” olarak bilinen Salı Pazarı Kurvaziyer Limanı Projesi, Karaköy Rıhtımından Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampüsü’ne kadar uzanan 1.2 kilometrelik sahil şeridini, 112 bin 147 metrekarelik alanı kapsıyor. Sahil şeridinde yapılacak olan otel, restoran ve ticari işletmeler ile bölgenin tarihi dokusu tamamen değiştirilecek. Böylece projeyle sahil şeridinin bir cazibe merkezi haline getirilmesi amaçlanıyor. Konuyu, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Cevahir Efe Akçelik ile ele alıyoruz. Akçelik, “Projenin yarattığı tahribat şimdiden son derece ciddi boyutlara varmış durumda. Karaköy Yolcu Salonu, Paket Postanesi gibi yapılar tüm itirazlara rağmen yıkıldı” diyor ve ekliyor: “Bu dönüşüm ilerde küçük esnafı da etkileyecek. Bölgenin dönüşümüyle birlikte artan kiralar karşısında küçük esnafın bölgeyi terk etmekten başka seçeneği kalmayacağını söylemek yanlış olmaz doğrusu.”
Akçelik, şunları dile getiriyor: “Proje kapsamında restore edilecek veya yıkılarak yeniden yapılacak olan binalar ve çevreleri, bu binaları kiralayan özel şirketlere tahsis edilmesi hedefleniyor. Anayasa’yamızda yer alan hükümlerde herkesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa yararlanmasına açık alanlar olarak tanımlanmış durumda. Galataport projesi; kamuya açık, kamuya ait olması gereken alanlar, özelleştirilerek, kamuya kapatılacak Odalarımızın projeye karşı açtığı davada hazırlanan bilirkişi raporunda, proje ile kıyının kamuya kapatılacağı uyarısında bulunulduğunu da hatırlatmakta fayda görüyorum. Galataport ile sahil şeridi soylulaştırılmakta, tarihi doku sermayenin talanına açılmaktadır.”
***
HALİÇ’TEKİ TARİH YOK EDİLECEK
AKP’li Cumhubaşkanı Erdoğan, geçen günlerdeki Haliç’teki “Tersane İstanbul’un” temel atma töreninde konuştu. Projenin CHP ve ile meslek odaları tarafından altı yıl geciktirildiğini iddia eden Erdoğan, altı asırlık tersane bölgesinde iki yat limanı, üç otel ve üç müze olacağını belirtti. Ancak Haliç’te, altı asırlık “Tersane-i Amire” üç tersaneden oluşuyordu: Haliç, Camialtı ve Taşkızak tersaneleri…
Mimar Doç. Dr. Gül Köksal, “Tersane İstanbul’un” aslında Haliçport olduğunu ifade ediyor. Köksal, Haliçport’un 2013’te usulsüz bir ihaleye gerçekleştiğini hatırlatarak başlıyor sözlerine: “İhale ilk duyurulduğunda, 70 kapasiteli 2 yat limanı, 3 büyük otel, AVM ve camii mevcuttu. Haliç tersaneler bütünlüğünde, Camialtı ve Taşkızak tersaneleri projelendirilecekti. Alan koruma altında… Koruma Kurulu’ndan izin alınmadı ve meslek örgütleri ile mahalleliye danışılmadı.”
Gül Köksal, şöyle devam ediyor: “Burası 6 asırlık bir üretim alanı. 90’lardan itibaren özelleştirme kapsamına alınmış ve bir üretim alanı olmaktan çıkarılmıştı. Açılan davalar kazanıldı ama fiili uygulamalar devam etti. İyice atıllaştı ve kötü bir görüntüye sahip olması sağlanmış oldu.”
Köksal, şöyle sonlandırıyor sözlerini: “6 asırlık üretimi, birikimi, denizcilik tarihimizi yok edecek. Arkasındaki mahallelerle kurduğu ilişki dikkate alınmadı. Bir tersane alanı öldürülerek şimdi bu proje yapılıyor. Kriz varken böyle bir proje neden yapılıyor?”
***
BU BORÇ NEDEN?
Beyoğlu Belediyesi’nin CHP’li Meclis Üyesi Ali Mendillioğlu ile de Okmeydanı’nı konuşuyoruz. Şunları kaydediyor: “Mülkiyet güvencesini alabilmek için, kat tapusu talep edilir. Belediyenin de bunu vermediği iddia ediliyor. Ancak belediye, kat tapusunu veriyor. Asıl problem de burada başlıyor. Yani mevcut hak sahiplerinin borçlanmasını doğru anlamak gerekiyor. Bu borcu kaç kişi ödeyebilecek? Borcun ödenmemesi halinde, Afet Yasası, mülkiyetin kamulaştırmasının kapılarını açan bir düzenleme. Mesela Van Blokları… Bu noktada bölgede olabilecekleri, Van Blokları gösteriyor. Bloklar, 2016’da Okmeydanı kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Devamında da bloklarda oturanlar, 70 bin TL borçlandırıldılar.”
CHP’li Mendillioğlu, “KİPTAŞ, Beyoğlu Belediyesi ve İBB’nin protokolüne baktığımızda, ‘Burada hiçbir ticari faaliyet yapılamaz’ hükmü var. Yani mağduriyetlerin giderilmesi için evler yapılacak diyerek İBB, Beyoğlu Belediyesi’ne 48 milyon TL hibe etti. O zaman bu vatandaşlar maliyeti İBB karşılıyorsa niye borçlandırıldı?” ifadelerini kullanıyor.
***
REZİDANS İÇİN HALK SAĞLIĞI YOK SAYILDI
Avukat Alp Tekin Ocak ile de mahallerdeki dönüşümü konuşuyoruz. Av. Ocak, şu aktarımlarda bulunuyor: “Hacıhüsrev’de, 2003 tarihli planda donatı alanında bulunan yerler, Polat İnşaat konut ve rezidans yapsın diye 2013 yılında yapılaşmaya açıldı. Mahalleli itiraz edince bir yılda dört kez plan tadilatı yapıldı. Rezidanslar yapılırken halk sağlığı hiçe sayıldı. Molozlar mahallede bırakıldı. Hacıhüsrev’de öyle bir noktaya gelinmişti ki her yerde fareler kol geziyordu. 650 haneli yerde şu anda neredeyse kimse kalmadı.”
Av. Ocak, Okmeydanı’ndaki duruma da değiniyor: “Okmeydanı’nda 2012 yılında plan yapıldı. Bu plan mahallenin haklarını korumuyordu. Plan, mahallelinin açtığı dava ile iptal oldu. Sonra zorlayıcı bir enstrüman olarak ‘riskli alan’ ilan edildi. Burada açılan davada bilirkişi raporu lehe gelmişken, dava reddedilince istinaf ilk mahkeme kararını bozdu. Şimdi bu dava baştan görülmek üzere ilk derece mahkemesi önünde. Tüm bu süreç bize şunu gösteriyor ki, idareler iyi niyetli davranmıyorlar.”
Uğur Şahin / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder