3 Mart 2019 Pazar

Sözüm meclisten dışarı - ÖZDEMİR İNCE

François Georgeon’un Osmanlı-Türk Modernleşmesi (*) adlı kitabında,  Ahmet Ağaoğlu’ndan yapılan ilginç bir alıntı okudum. Tektaş Ağaoğlu’nun dedesi, Demokrat Parti döneminde bakanlık yapan yazar Samet Ağaoğlu’nun babası olan Ahmet Ağaoğlu Cumhuriyetin kuruluşunda görev almış, Büyük Millet Meclisi’nde milletvekilliği yapmış önemli bir aydın, yazar ve siyasetçi idi. 1927’de İstanbul’da yayımlanmış ve Doğu’da toplum ile devleti tahlil ettiği Üç Medeniyet (**) adlı kitabında şu hikâyeyi anlatıyor:
***

“Amcam, Karabağ’da Aras Nehri üzerinde kâin (bulunan) malikânesine gider. Nehrin öteki tarafında sakin (yaşayan) İran hanlarından (beylerinden) birisi kendisini misafir davet eyler. Bu meyanda o zaman veliaht ve bilahire (daha sonra) şah olan  Muzaffereddin o taraflara av için gelir. Bittabi (doğal olarak) bütün bunlar huzuruna şitaban olurlar (koşarak giderler). Amcamı davet eden han da kendisini alır ve veliahtın huzuruna gider. Avdan sonra bir mevkide istirahat edilirken veliaht dürbününü ufka doğru tevcih eder ve derhal hanlardan birisini yanına çağırarak: ‘Şu dağın yamacında çok güzel bir at ve sırtında da çok güzel bir halı var, gel bak!’ der. Han dürbünü alır, gösterilen yere doğru düzeltir ve derhal: ‘Beli kurban! Ne güzel bir at ve ne güzel bir kilim’der. Bade (sonra) bütün diğer hanlar da aynı suretle davet edilir ve aynı tarzda cevap verirler. Nihayet veliaht kendisine evvelce takdim olunan amcama hitaben: ‘Ali Bey, gelin siz de bakın’ der. Amcam dürbünü alır, ne kadar bakarsa ne dağ görür, ne at ve ne de halı! Hayret eder, dürbünü öteye beriye çevirir, yine bir şey göremez. Ve nihayet ‘Kurban, ben hiçbir şey görmüyorum’ der. Veliaht hiddet eder, başını çevirir ve amcama iltifat etmez. Bu hadiseden pek müteessir olan amcamın ev sahibi, veliaht gittikten sonra amcama ber-itab (azarlar) bir tarzda: Ah! Ali Bey! Doğru söylemek için yer mi buldun? Zannediyor musun ki, ben de diğerleri de dürbünde bir şey gördük! Biz görmediğimiz gibi zaten velihat kendisi de görmüyordu. O bizi imtihan ediyordu. Kendisine ne derece merbut (bağlı) olduğumuzu, onun gözü ile görüp, kulağı ile işittiğimizi, hülasa kendimizden geçerek ‘o’ olup olmadığımızı imtihan ediyordu.” (S.131)

***

Yıllardır anlatmaya çalıştığım “Ortak Akıl” garabetini bir ucundan açıklayan bir öykü. Despotik yapıyı, despotu ve kullarının akıl ilişkilerini pek güzel anlatıyor: Efendi’nin (Padişah, Sadrazam, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakan, Bey, Paşa, Çete Reisi, Mafya Babası, patron, vb.) “gördüm” dediğini göreceksin,  “duydum” dediğini duyacaksın,  “söyledim” dediğini söyleyeceksin,  “düşündüm” dediğini düşüneceksin. 

Bunlara olasılıklar da dahil. “Şeyh uçmaz, mürituçurur!” demişler. Aynen öyle ve böyle! Öyle ve böyle olması için aklınızı ortak akıl kasasına emanet etmeniz yeter. Sizin düşünmenize ne gerek var, Reis hepinizin yerine düşünmektedir. Ya Reis’te düşünme yeteneği yoksa? Öyle şey olmaz mı? Reis Allah’ın sevgili kulu mu? Reis Peygamber’in gölgesi mi? Halep oradaysa arşın burada! Unutma ki aklını kiraya vermemiş, nadasa bırakmamış, ipotek etmemiş sivri akıllılar, bozcuncular eksik değildir dünyada.

***

Örneğin, yanına arşın, terazi ve tartı almadan ne işin var Suriye talanında? Ev yanıyor, gemi batıyor, volkan patlamış lavlar akıyor; bu felaket karşısında öznel olmuşsun, nesnel olmuşsun kaç para! Kendin ol, bu dünyada bir boşluk dolduran varlığın olsun; ağzın, gözün, aklın kendinin olsun; kerameti kendinden menkul bir Efendi’ye kul olacağına varlığını Türk ulusunun varlığına armağan et!

Özdemir İnce / CUMHURİYET

(*) Yapı Kredi Yayınları 
(**) Üç Medeniyetİstanbul, 1927, 1972

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder