31 Mart sonuçları Türkiye'de krizin tetiklediği değişim sürecinde bir ara adımdı. Bu ara adımın değişim sürecini daha da hızlandıracağı belli oldu. Şimdi herkes gözünü Erdoğan'a dikti bekliyor... Çünkü bu ülkede büyük bir çoğunluk hâlâ Erdoğan'ın Türkiye siyasetindeki temel belirleyen olduğunu düşünüyor. Yanlış mı? Tamamen yanlış değil tabii. Ama eksik...
Eksik çünkü Erdoğan gücünü yalnızca toplumsal desteğinden değil bizzat bu yaklaşımın kendisinden de alıyor. AKP liderinin 31 Mart seçimlerinde büyükşehirleri kaybetmesinin ardından giydiği yenilmezlik zırhının delindiği söylenmişti. Ama aslında Erdoğan daha önce de meşhur Haziran seçimlerinde kaybetmiş, birkaç ay sonra Kasım'da iktidara yeniden oturmayı başarmış ve kendisine başkanlık yolunu açan süreci de başlatmıştı.
Dolayısıyla Erdoğan'ın gücü seçimlerdeki yenilmezlik algısına değil Türkiye siyasetine yön verme yeteneğine dayanıyor. AKP lideri, siyasette değişmez bir referans, adeta kimileri için ezeli ve ebedi bir figür. Siyasetteki her senaryo da Erdoğan'ı veri alıyor. Böyle bir yaklaşımla gidilebilecek en uç noktanın Erdoğansız bir AKP olması dahi bunu doğrular nitelikte. Erdoğansız bir AKP de aslında Erdoğanlı bir formül çünkü. Ondan kalan her şeyin o varmış gibi ama onsuz devam etmesi...
Bu nedenle Erdoğan'ın merkezinde durduğu Cumhur ittifakının dağılması tartışılırken yine Erdoğanlı onlarca senaryonun gündemde olmasında bir tuhaflık yok. Bu ülkede Erdoğan'ın MHP'yi bırakıp yanına tekrar liberalleri alarak kemalistlerin üzerine gideceğinden korkan insanlar var mesela. Ya da Erdoğan'ın MHP'yi terk ettiğinde dört gözle Kürtleri yanına almasını bekleyenler... Tıpkı Erdoğan'ın Kürtleri yanına almasından çekinenlerin varolduğu gibi...
Tablo karmaşık görünebilir veya bu geçişkenlik insanı hayrete düşürebilir. Aslında tablo ne karmaşık, ne de hayret verici. Bu garip ama gerçek durum aynı kabulün sonucu: Erdoğan Türkiye siyasetinde temel referans noktası olarak görülüyor ve herkes ona göre pozisyon alıyor.
Çünkü Recep Tayyip Erdoğan Türkiye sağının şu anda lideri. Kendisine yandaşlarınca yakıştırılan reis sıfatının bu bağlamda bir gerçekliği var.
Türkiye'de sağ tek ve büyük bir parti aslında. Tabandaki ortaklık ve geçişkenlikle siyasetçilerin davranış kalıpları uyumlu ve sağcılığın doğal hali birlikte hareket etme güdüsü. Bu hali yıllar önce bir televizyon programında Melih Gökçek, kendi aralarında tartışırken bir anda durup aslında hepsinin aynı kökten geldiklerini ve bugünkü ayrılıkların geçici olduğunu söylerken gayet güzel ifade etmişti. Yine bir AKP'li bakanın kendisini sağdan eleştiren bir akademisyene "ağabey" diye hitap ederek söze başlamasının bir anlamı vardı. O gün için ayrı düşmüş olabilirlerdi, ama karşısındaki adam bakanın her açıdan ağabeyiydi.
Türkiye sağında ayrılıklar, çekişmeler, kavgalar hep vardı. Ama esas olan köklerin aynı olmasıydı. Zaten dünyaya farklı bir yerden bakılmıyordu. Bir gün kolayca yan yana da geliniyordu.
Sosyal medyada Erdoğan'a daha birkaç yıl önce Bahçeli hakkında attığı zehir zemberek tweetlerin hatırlatılmasının bu nedenle pek bir anlamı yok. Evet, Erdoğan o gün Bahçeli'yle kavgalıydı. Sonra ortak oldu. Yarın yine yolların ayrılma ihtimali de AKP ile MHP'nin aynı partinin bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Erdoğan'a zamanında demediğini bırakmayan Süleyman Soylu'nun bugün AKP'nin önde gelen figürlerinden biri olması da gayet doğal. Erdoğan'ın karşısında siyaset yapan Soylu da aynı partinin üyesiydi çünkü.
Bugün AKP'den ayrı düşmüş Gül, Davutoğlu veya Babacan da aslında partilerinden ayrılmış değiller. Hepsi hâlâ aynı noktada... Yalnızca bir gün yolların birleşmesini bekliyorlar.
Bunca olaydan sonra Fethullahçıların farklı olduğunu düşünen var mı? Fethullahçılarla AKP'nin yolları bu bağlamda hiç ayrılmadı ki. Onlar bugün anlaşamıyor olsa da hâlâ aynı büyük çatının altındalar.
Kimse merak etmesin, Meral Akşener ve Temel Karamollaoğlu da orada. Ankara'nın bir köyünde yumruk yiyen Kılıçdaroğlu o yumruğu başka bir durumda Mansur Yavaş'la birlikte tekbirli, bozkurtlu kutlama yapan birisinden de yiyebilirdi. CHP Genel Başkanına saldıran şahısla, Ankara'da CHP'nin seçim kazanmasını tekbirle kutlayan kişi aslında aynı partinin üyesi çünkü. Kalabalıktan kaçarken sığınılan evin yakılması için bağıranlar da bugün AKP'li olabilirler, ama rahatlıkla Saadet Partisi'ne de oy verebilirlerdi...
İşte Erdoğan o büyük çatının ev sahibi şimdilik...
Ama Erdoğan aslında yalnızca sağın reisi, Türkiye'nin değil. Erdoğan sağ kadar güçlü ve gücü de aynı sağcılıkla sınırlı. Bu nedenle her türden sağcılık Erdoğan'ı olduğundan güçlü göstermeye devam ediyor.
Türkiye siyasetini tek ve büyük bir parti olan sağcılığın iç mücadelelerinden, oradaki gerilimlerin tetikleyeceği gelişmelerden ibaret gören her anlayış Türkiye'ye kaybettiriyor.
Özgür Şen / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder