“…Öğrenci dergisinin kapağı için tasarladığı amblemin kulübün resmi logosu haline gelmesi ve kongrenin aldığı karar ile kullanımına işlerlik kazandırılması sonrasında, söz konusu amblem ilk kez 1925 yılında yeni kurulmuş olan Galatasaray talebe sandığının zarf ve mektup kağıtlarında kullanılmıştı. Daha sonrasında ise lise öğrencilerinin kasketlerine ve ceketlerine işlenmişti…”
Yüz yıllık kulüplerin kurumsallaştıran kriterler: O kulübün tarihsel süreci, arması ve renkleridir. Ve hepsinin bir hikâyesi vardır. Her hikâyenin de kahramanları vardır.
“…Hasnun Galip, 1915 yılında askere yazıldı ve ilk vazifesi için Çanakkale’ye gönderilen oyuncu, ne yazık ki görev aldığı ilk muharebede şehit düştü…”
Her üç büyük kulüp kuruluş kodlarındaki vatana karşı sorumluluk duygusuna ve futbol alanı dahil, rekabet kurgusu dışında bir var olma mücadelesi içeriğine sahiptir. İşgale karşı, gene kültür emperyalizminin parçası olan futbol ile onları alt etmek bir etkinlik değil, aksine bir savaşın farklı versiyonunu temsil eder. Hiçbir para bu beklentinin ortaya çıkmasına veya yok olmasına neden olamazdı.
Kulüplerin 20-25 milyon taraftara sahip olma nedeni, önce kuruluş kodlarındaki sosyal ve ahlaki kurgulardır. Bu kurgular sayesinde, saha içindeki rekabet tarihsel önem kazanarak yüzlerce yıl devam etmektedir.
Mustafa Cengiz “neden ibra edilmedim?” diyorsa, dönüp bu tarihsel kodlardaki ortaya çıkan hikâyelere ve bunlar sayesinde oluşan kurumsal kültüre bakması gerekir.
Üç büyük kulüp başta olmak üzere, hiçbir kimlik kulüplerin üzerinde bir anlam kazanamaz ve kulüplerin önüne geçemez.
Bu kadar detaylı tarihsel kurgulara sahip kulüplerimiz, maalesef çağımızın koşularına uygun yapıya sahip olamamakla birlikte, gelen kurumsal dokunun da bozulmasına engel olamamıştır.
Bunun nedeni, küresel futbola entegre olacağız diye, endüstriyel geçiş sürecinde, futbolun tüm değerlerini bir kenara bırakarak ‘rant’ kurgusunu sağlayan ve kulübü kişiselleştiren yeni bağımsız yapıya karşı teslim olunmasıdır.
Bu kişileştirme operasyonu, kulüpleri kurumsal yapıdan çıkardıkları gibi, futbolun yöresel kalmasına da neden olmuşlardır. Çünkü futbol amaç olmaktan çıkıp, kişisel beklentiler üzerinden araç haline getirilmiştir.
Sürecin sorumlularının tamamının yöresel figür olması bu sonucu doğurmuştur.
İşte Fatih Terim de bu yöresel figürlerden biridir.
Kendisi de İtalya’daki başarısızlıklarından sonra bunun farkına varmıştır.
Ve süreci böyle yönetmesi gerekliliği üzerinden tüm stratejilerini belirlemiştir.
En önemli stratejisi, kendi rekabet ortamını yaratacak Milli Takım ile Galatasaray çatışma koşullarını oluşturmak üzerine olmuştur. Bu rekabet, maddi olarak elde edebileceği maksimum girdileri sağlamasına neden olmuştur. Kendisi açısından doğru bir strateji ama Türkiye futbolu açısından büyük bir kayıptır.
Ortada ise sadece Galatasaray’ın yöresel şampiyonluğundan başka bir şey yoktur. Galatasaraylılar belki bundan memnun olabilir ki doğrudur(!).
Kazanılan UEFA Kupası’nın ortaya çıkardığı değer, gene Terim’in kendi beklentilerine kaynak sağlamakla beraber, kulübün bugünkü borç sarmalına girmesinin başlangıcı olmuştur. O kurgudan hiçbir gelir elde edilememiştir. Sadece duygusal histeriyle yetinmek zorunda kalınmaktadır. Bu yüzdendir ki 19 sene bu kupayı yeniden kazanmak yerine kazanılan bu tek kupanın kutlamalarıyla geçiyor.
Bu kutlama süreci Terim için bir nimettir!
Her zaman, önünün açılması için mıntıka temizliği yapacak siyasi figürler bulan Terim, sistemin kendi koşulları içinde kalmasını, futbolu yöresel şampiyonluklar hedefinde tutmasını sağlamaktadır.
İşte bu güç, onu sahanın kenarında mahallenin kabadayısı haline getirecek kadar alt kültür seviyesine inmesine neden olmaktadır.
İşin komik yanı, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüpleri de bu kurguya çanak tutmaktadırlar.
Yöresel kurgu ve yöresel figürler, Türkiye’de futbolu masa başında sonuçlandırıp sahada bu sonucu tatbik edilen bir oyun haline getirmektedir.
Ortada oyun kalmasa bile…
Müslüm Gülhan / BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder