(I)
Yenilenen İstanbul belediye seçimlerinin sonuçları belli olduktan sonra, 26 Haziran’da Washington Institute’de yapılan bir panelde Alan Makovsky, “Türkiye’de ekonominin ve politikanın dengesiz bir döneme girdiğini” vurguluyor, “Türkiye’nin tarihini düşününce, bu dengesizliğin yasadışı işler için bir formül oluşturmasından” korktuğunu söylüyordu.
Alan Makovsky, 1990’lardan bu yana ABD dışişleri ve istihbarat çevrelerine Ortadoğu ve Türkiye konularında danışmanlık yapan, Washington Institute’ün kurucularından çok deneyimli bir “siyasetçi”; sözlerini dikkate almak gerekir.
Daha önceki saptamalarımı tekrarlamadan, üç gelişmeye dikkat çekerek devam edeyim.
Erdoğan’ın siyasi tecrübesini ve oyun kurma kapasitesini düşününce “bilişsel uyumsuzluk” olasılığı bana gerçekçi görünmüyor. Bence “diyalektik hareketpotansiyeli” olasılığı üzerinde düşünmek gerekiyor.
Makovsky’nin korkularından hareketle şöyle düşünebiliriz: İktidarını, giderek çekirdek taraftarının desteğine ve “ümmet” düşüncesine dayanarak korumaya kararlı görülen AKP liderliği, tatsız sürpriz olasılıklarını azaltmak için, “Millet” düşüncesine daha yakın, kendine özgün bir tarihi, devlet ilişkileri olan MHP’ye bağımlılıktan bir an evvel kurtulmayı istiyor olabilir.
Erdoğan MHP’nin boşaltacağı yeri, egemen sermayenin desteğini almış, yerel/ bölgesel burjuvaziyi, “liberal” çeperinden kaçanları toplayabilecek bir parti ile koalisyonu koymayı düşünüyor olabilir. Bu da zaten AKP kurulurken, liberallerin desteğiyle zımnen kurulmuş bir koalisyonun, bu kez resmen kurulması anlamına gelecektir.
Ancak, o panelde Makovsky’nin yanında oturan TÜSİAD temsilcisi Kemal Kirişçi’nin, İmamoğlu heyecanı, AKP’nin fabrika ayarlarına dönme olasılığına uzaklığı, Erdoğan’a güvensizliği, bu projenin başarı şansının yüksek olmadığını düşündürüyor.
O zaman da yine Makovsky’nin, “dengesiz döneme”, bu dengesizliğin “yasadışı işler için bir formül oluşturmasına” ilişkin korkusuna geliyoruz. Bu noktada da “iktidarı” bir kenara bırakıp, muhalefetin sorunları üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor.
Bu resmin muhalefet kanadında, İstanbul belediye seçimlerinde yeni bir enerji kazanmış, umutlu beklentiler içinde, ancak henüz bir yol haritasından yoksun, bir kitle, siyasi partiler ve gruplar var.
Hiçbir “durum” kalıcı değildir. Bu “durumun” içinden çıkılırken, muhalefet, çıkış sürecine Makowsky’nin korktuğu “yasadışı işleri” önleyebilecek, çıkışın yönünü belirleyecek biçimde müdahale edebilmek için, “durum” içindeki olanakların özelliklerini doğru değerlendirmelidir.
Muhalefetin bu iklimde başarılı olabilmek için kavraması gereken gerçek şudur: İnsan ile hayvan arasındaki fark: Açlık tokluk, barınma, türünü yeniden üretme sorunları değil, bir “simgesel sisteme” sahip olduğu için bu sorunları, adalet kavramıyla birlikte konuşma kapasitesi ve arzusudur.
Kararlarını, tercihlerini, ekonomik çıkarlarına göre değil, ahlaki kültürel değerlere göre belirleyen entelijansiya, bu farkı sık sık unutur; büyük bir bilgiçlikle, biteviye halkın tercihlerini ekonomik kaygılarla ekmek peynir kaygısıyla yaptığını varsayar.
Üstelik, entelijansiya bunu yaparken kendine dayanak olarak Marx’ı aldığına inandığı için çok rahattır.
Halbuki Marx, halkı oluşturan bireylerin bilincini toplumsal varlığının belirlediğini vurgular. Toplumsal varoluş ise her zaman kültürel (simgesel) veetik bir varoluştur.
Bu nedenlerle, muhalefetin başarısı, güçlerini birleştirebilmesine ve ekonomik kaygıları anlamlandıran kültürel ortam içinde, siyasal İslamın, şoven milliyetçiliğin, liberalizmin (üçü de ekonomik kaygıların farklı ifadeleridir) söylemine karşı, kültürel ve etik sorunları, adalete ilişkin kaygıları kucaklayan bir karşı söylem ve tarz üretebilmesine bağlı olacaktır.
Yenilenen İstanbul belediye seçimlerinin sonuçları belli olduktan sonra, 26 Haziran’da Washington Institute’de yapılan bir panelde Alan Makovsky, “Türkiye’de ekonominin ve politikanın dengesiz bir döneme girdiğini” vurguluyor, “Türkiye’nin tarihini düşününce, bu dengesizliğin yasadışı işler için bir formül oluşturmasından” korktuğunu söylüyordu.
Alan Makovsky, 1990’lardan bu yana ABD dışişleri ve istihbarat çevrelerine Ortadoğu ve Türkiye konularında danışmanlık yapan, Washington Institute’ün kurucularından çok deneyimli bir “siyasetçi”; sözlerini dikkate almak gerekir.
‘Durumun’ bileşenleri
Artık “Orta dönemdeyiz” derken (01.04.2019) aslında Makovsky’nin de vurguladığı dönemin, “durumuna” tabii kendi “teori çantamdaki” aletleri kullanarak işaret ediyordum. O saptamamdan bu yana gelişmeler, “durumun” bileşenlerini zenginleştirerek ve karmaşıklaştırarak devam ediyor.
Artık “Orta dönemdeyiz” derken (01.04.2019) aslında Makovsky’nin de vurguladığı dönemin, “durumuna” tabii kendi “teori çantamdaki” aletleri kullanarak işaret ediyordum. O saptamamdan bu yana gelişmeler, “durumun” bileşenlerini zenginleştirerek ve karmaşıklaştırarak devam ediyor.
Daha önceki saptamalarımı tekrarlamadan, üç gelişmeye dikkat çekerek devam edeyim.
(1) Eski AKP’li liderlerin AKP’ye “alternatif” olma iddiasıyla yeni bir parti kurma çabaları hızlandı.
(2) AKP Meclis grubu içinde vekillerin “bu başkanlık sistemi bizi işlevsizleştirdi” gibisinden yakınmaları, “revizyon”, “rehabilitasyon” arzuları, egemen sermayeden sonra, yerel/bölgesel Anadolu burjuvazisinin de AKP liderliğine olan güveninin aşınmakta olduğunu düşündürüyor. Ne de olsa bu milletvekilleri ile o burjuvazi arasında organik (finansal, akrabalık, kültürel) bir bağ var (aynı “habitus”u paylaşıyorlar).
AKP liderliğinin, uluslararası ve yerel egemen sermayenin isteklerine karşın faizleri indirmekteki ısrarı, bu yerel/bölgesel burjuvaziyi “iktidar bloku içinde” tutma kaygısıyla da ilişkilendirilebilir. Ancak faizleri indirmek, ithalata bağımlı ekonomide kayda değer bir rahatlama yaratmayacak; aksine getirdiği belirsizlik, yan etkileri, bu yerel/bölgesel burjuvaziyi de vuracak.
AKP liderliğinin, uluslararası ve yerel egemen sermayenin isteklerine karşın faizleri indirmekteki ısrarı, bu yerel/bölgesel burjuvaziyi “iktidar bloku içinde” tutma kaygısıyla da ilişkilendirilebilir. Ancak faizleri indirmek, ithalata bağımlı ekonomide kayda değer bir rahatlama yaratmayacak; aksine getirdiği belirsizlik, yan etkileri, bu yerel/bölgesel burjuvaziyi de vuracak.
(3) S-400’ler, Doğu Akdeniz krizleri AKP Türkiyesi’nin bir jeostratejik kavşağa, iki iskemleye birden oturma döneminin sonuna geldiğini gösteriyor. (1) ve (2) kolaylıkla birleşebilir; 3. gelişme bu birleşmeyi hızlandırmakta bir katalizör işlevi görebilir.
Analize spekülatif bir ‘giriş noktası’
AKP’ye alternatif yeni parti kurma projesinin lideri Babacan’ın, Devlet Başkanı Erdoğan’ı ziyareti sırasında, sarf edilen “ümmeti bölmeyin” ve “fazla da gecikmeyin” sözleri arasındaki çelişki bu “durumun” potansiyellerine ilişkin bir analize giriş noktası olabilir. Bu çelişki bir “bilişsel uyumsuzluğa” mı (cognitif dissonance) işaret ediyor? Öyle ya adeta “ümmeti bölmesinden korkulan” harekete “elinizi çabuk tutun” diyor. Ya da bu çelişki bir diyalektik hareket potansiyeli taşıyor.
AKP’ye alternatif yeni parti kurma projesinin lideri Babacan’ın, Devlet Başkanı Erdoğan’ı ziyareti sırasında, sarf edilen “ümmeti bölmeyin” ve “fazla da gecikmeyin” sözleri arasındaki çelişki bu “durumun” potansiyellerine ilişkin bir analize giriş noktası olabilir. Bu çelişki bir “bilişsel uyumsuzluğa” mı (cognitif dissonance) işaret ediyor? Öyle ya adeta “ümmeti bölmesinden korkulan” harekete “elinizi çabuk tutun” diyor. Ya da bu çelişki bir diyalektik hareket potansiyeli taşıyor.
Erdoğan’ın siyasi tecrübesini ve oyun kurma kapasitesini düşününce “bilişsel uyumsuzluk” olasılığı bana gerçekçi görünmüyor. Bence “diyalektik hareketpotansiyeli” olasılığı üzerinde düşünmek gerekiyor.
Makovsky’nin korkularından hareketle şöyle düşünebiliriz: İktidarını, giderek çekirdek taraftarının desteğine ve “ümmet” düşüncesine dayanarak korumaya kararlı görülen AKP liderliği, tatsız sürpriz olasılıklarını azaltmak için, “Millet” düşüncesine daha yakın, kendine özgün bir tarihi, devlet ilişkileri olan MHP’ye bağımlılıktan bir an evvel kurtulmayı istiyor olabilir.
Erdoğan MHP’nin boşaltacağı yeri, egemen sermayenin desteğini almış, yerel/ bölgesel burjuvaziyi, “liberal” çeperinden kaçanları toplayabilecek bir parti ile koalisyonu koymayı düşünüyor olabilir. Bu da zaten AKP kurulurken, liberallerin desteğiyle zımnen kurulmuş bir koalisyonun, bu kez resmen kurulması anlamına gelecektir.
Ancak, o panelde Makovsky’nin yanında oturan TÜSİAD temsilcisi Kemal Kirişçi’nin, İmamoğlu heyecanı, AKP’nin fabrika ayarlarına dönme olasılığına uzaklığı, Erdoğan’a güvensizliği, bu projenin başarı şansının yüksek olmadığını düşündürüyor.
O zaman da yine Makovsky’nin, “dengesiz döneme”, bu dengesizliğin “yasadışı işler için bir formül oluşturmasına” ilişkin korkusuna geliyoruz. Bu noktada da “iktidarı” bir kenara bırakıp, muhalefetin sorunları üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor.
(II)
Ülkede, denetim altına alınamayan, “kanayarak” devam eden bir ekonomik kriz var. AKP Türkiyesi, “S-400”, “Doğu Akdeniz”, İdlib ve Erbil suikastının gösterdiği gibi, ekonomik sonuçları olması kaçınılmaz jeopolitik krizlerle yüz yüze. Yakında bunlara Umman Körfezi’nde bir yenisi eklenecek. Bu sırada, AKP’de temsil edilen siyasal İslam, iktidarının iyice daralan zemini yeniden genişleme çabası içinde.
Bu resmin muhalefet kanadında, İstanbul belediye seçimlerinde yeni bir enerji kazanmış, umutlu beklentiler içinde, ancak henüz bir yol haritasından yoksun, bir kitle, siyasi partiler ve gruplar var.
Hiçbir “durum” kalıcı değildir. Bu “durumun” içinden çıkılırken, muhalefet, çıkış sürecine Makowsky’nin korktuğu “yasadışı işleri” önleyebilecek, çıkışın yönünü belirleyecek biçimde müdahale edebilmek için, “durum” içindeki olanakların özelliklerini doğru değerlendirmelidir.
İki ders
Gerek AKP yükselir, siyasal İslamın iktidarı yerleşirken, gerekse de Yunanistan’da Syriza yükselir “bir tarihsel blok“ kurma fırsatı şekillenirken, her iki ülkede de muhalefetin, çok parçalı yapısını aşamadığı, güçlerini birleştiremediğini biliyoruz.
Gerek AKP yükselir, siyasal İslamın iktidarı yerleşirken, gerekse de Yunanistan’da Syriza yükselir “bir tarihsel blok“ kurma fırsatı şekillenirken, her iki ülkede de muhalefetin, çok parçalı yapısını aşamadığı, güçlerini birleştiremediğini biliyoruz.
Buradan çıkacak en önemli ders siyasi partilerin ve grupların liderlerine ilişkindir.
Evet, siyasi gruplar, örgütler, partiler gereklidir, ama bunlar aynı zamanda kendi yapılarını korumaya öncelik veren “muhafazakâr” eğilimler taşırlar (Rosa Luxemburg, Simon Weil). Grupların liderliklerinin bu eğilimlerin ayırdında olması, kendi “özgün” çıkarlarını andaki “durumun” acil sorunlarına cevap verme sorumluluğunun, temsil etme iddiasında oldukları sınıf ve tabakaların, o durum içindeki genel çıkarının önüne koymaktan kaçınmaları gerekiyor. Liderler, sıradan bireyler, “durumun” ortaya koyduğu siyasi toplumsal sorunlara, ait oldukları grup ya da partileri bir an için unutarak, “toplumun ve adaletin yararına ne yapabilirim” sorusuyla yaklaşmalıdırlar.
Evet, siyasi gruplar, örgütler, partiler gereklidir, ama bunlar aynı zamanda kendi yapılarını korumaya öncelik veren “muhafazakâr” eğilimler taşırlar (Rosa Luxemburg, Simon Weil). Grupların liderliklerinin bu eğilimlerin ayırdında olması, kendi “özgün” çıkarlarını andaki “durumun” acil sorunlarına cevap verme sorumluluğunun, temsil etme iddiasında oldukları sınıf ve tabakaların, o durum içindeki genel çıkarının önüne koymaktan kaçınmaları gerekiyor. Liderler, sıradan bireyler, “durumun” ortaya koyduğu siyasi toplumsal sorunlara, ait oldukları grup ya da partileri bir an için unutarak, “toplumun ve adaletin yararına ne yapabilirim” sorusuyla yaklaşmalıdırlar.
Bir yanılsama“Durumun”, özelliklerinin ürünü “siyasi alan”, ekonomik kaygılar kadar, hatta daha da fazla iktidarını korumaya çalışan siyasal İslamın, yeni bir şekillenme arayan büyük sermayenin arzularını, jeopolitik sorunların körükleyeceği milliyetçi şoven duyguları da içeren bir ideolojik kültürel iklimle birlikte var oluyor. Ekonomik sorunlar, kaygılar bu iklimin içinde anlamlandırılıyorlar.
Muhalefetin bu iklimde başarılı olabilmek için kavraması gereken gerçek şudur: İnsan ile hayvan arasındaki fark: Açlık tokluk, barınma, türünü yeniden üretme sorunları değil, bir “simgesel sisteme” sahip olduğu için bu sorunları, adalet kavramıyla birlikte konuşma kapasitesi ve arzusudur.
Kararlarını, tercihlerini, ekonomik çıkarlarına göre değil, ahlaki kültürel değerlere göre belirleyen entelijansiya, bu farkı sık sık unutur; büyük bir bilgiçlikle, biteviye halkın tercihlerini ekonomik kaygılarla ekmek peynir kaygısıyla yaptığını varsayar.
Halkın ahlaki değerlere sahip bir kültür içinde var olan bireylerin toplamı olduğunu unutur. Böylece, farkında olmadan, kendisini “etik özne”, halkı da biyolojik varlıkların (haz ilkesine göre yaşayan bireylerin) toplamı olarak tanımlar.
Üstelik, entelijansiya bunu yaparken kendine dayanak olarak Marx’ı aldığına inandığı için çok rahattır.
Halbuki Marx, halkı oluşturan bireylerin bilincini toplumsal varlığının belirlediğini vurgular. Toplumsal varoluş ise her zaman kültürel (simgesel) veetik bir varoluştur.
Freud’dan sonra da, insanın her zaman “rasyonel” davranmadığını “bilinçdışı” olarak tanımlanan bir yerden gelen etkiler altında, “bölünmüş” bir varlık olarak davrandığını biliriz. Bilinçdışı da simgeseldir.
Bu nedenlerle, muhalefetin başarısı, güçlerini birleştirebilmesine ve ekonomik kaygıları anlamlandıran kültürel ortam içinde, siyasal İslamın, şoven milliyetçiliğin, liberalizmin (üçü de ekonomik kaygıların farklı ifadeleridir) söylemine karşı, kültürel ve etik sorunları, adalete ilişkin kaygıları kucaklayan bir karşı söylem ve tarz üretebilmesine bağlı olacaktır.
İstanbul belediye seçimleri, haksızlığa karşı öfke ve “her şey çok güzel olacak” umuduyla kazanılmadı mı?
Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder