Çarpıcı anıların tanıklıkları çok canlı, kalıcıdır.. Sayısız en büyük grevler, direnişler, zirvede Demir Döküm olayları.. Kanlısı, kansızı, yüz binlerin katıldığı 1 Mayıs’lar, İstanbul’un sadece DİSK’li değil, Türk-İş’li, tüm örgütlü örgütsüz işçilerinin fabrikalarını terk ederek sokaklara taştıkları, dünya emek tarihinde de bir benzeri yaşanmamış en büyük direnişin günleri, 15-16 Haziran’lar..
Mitingler, yürüyüşler, barış, yıldönümü etkinliklerinde stadyumlara, en büyük salonlara sığdırılamayan coşkulu işçileri hak savaşımında tane tane anlattığı cümlelerle peşinden yürüten, açıkladığı tüm örgüt kararlarının eksiksiz eyleme dönüşmesinin karşılığını alabilen lider. DİSK’in kuruluş yılı öncesinden başlayan, 12 Mart’tan 12 Eylül’e uzanan süreçlerde.. Cezaevleri, her hak savaşımının hele de emekçiler söz konusu ise en ağırı ile ödetilen sayısız çoklukta bedelleri yetmezmiş gibi..
Aradan 39 yıl geçmiş, dünün sabahında gazeteye işbaşına geldiğimde, KemalTürkler’in, Merter’deki evinin kapısı önünde pusu terör tuzağında vurulduğu, Samatya Hastahanesi’ne kaldırıldığı haberini aldım. Zayıf bir umut, yaşıyor olabilirdi. Eşi, işçilerin Sabahat Ablası, giriş kapısında kucaklayarak karşıladı.. Üstü tepeden tırnağa kocasının kurumuş kanı içinde, ellerini açmış, yaşadıklarının şokuyla tanıklıklarını anlatıyordu..
***
12 Eylül’ün öncesinin en karanlık provokasyonlarının günleri.. Tetikçisi değil, hedef alınmış işçi liderinin kimliği, işçi sınıfının güçlü hak savaşımları algısındaki sorgulanamaz yeriydi.. Cenazesinin kaldırılmasında işçilerin katılımı, protestoları için en sıkısından yasaklar zinciri..
Kim dinler? İstanbul’un bilemem ne uzaklıklardan, yakın illerden fabrikalarının işçileri, işlerini kaybetmeyi, her tür cezayı göze almış olarak, işyerlerini bırakmışlar, örgütlenebildikleri kadarıyla birlikte yollara çıkmışlardı. Biz cenaze namazı için Aksaray’daki cami avlusunda iken, bugüne göre çok ilkel telsiz, telefon polis haberleşmelerinden, Saraçhane Meydanı’nı yol boyunca doldurmuş kalabalıkların sırada beklediklerini duyuyorduk. Vatan Caddesi cenaze kaldırılmadan dolmuştu, Topkapı surdışının tepeleri de öyle..
***
O kadar çok korkmuşlardı ki.. 12 Eylül darbesinin ilk icraatı DİSK ağırlıklı tüm sendikaların grevlerini yasaklamak, DİSK yöneticilerinin gözaltı ile başlayan, uzun işkenceli, darbe boyunca sürdürülen idamla yargılanmaları, DİSK’in yine Merter’de olan merkez binasının lambrileri sökülerek arkasında silah, suç kanıtı arama, tüm resmi evraklarının çuvallara doldurulup suç kanıtı yapılmaları ile başlatılmıştı.
Kemal Türkler’in dünkü anma etkinliğine katılanların içinden bile, yüzlerini anımsadığım, elbette isimlerini, işyerlerini sayamayacağım işçiler, kendileri için de çok ağır geçen işkenceli sorgulamaların ardından serbest bırakıldıkça, gazeteye uğrayıp içeriden ve dışarıdan önlerini görebilecekleri bilgileri almak üzere nasıl çırpındıklarını anımsatıyorlardı. Suç kanıtı bulunamasa, yaratılamasa da, işyerlerindeki sendikal örgütlülüğün, hak kazanımlarının kırılması yolunda adım adım şeytana papucunu ters giydirecek yollar denenmişti..
Dünün anma etkinliğinin havasının bir başka olabileceği, günün, dönemin ruhunu yansıtan arayışların karşılığı bir şeyler görebileceğini düşünmüştüm.. Yanılmamışım.. Anma etkinliğine kuşkusuz gönül borçları çok derin, örgütlülüğün gücü ile hak kazanmanın bilinci beyinlerine kazılı, çok ağır bedeller ödemiş olsalar da yılmamış, sevdalarından vazgeçmemiş çekirdek eski kadrolar, içlerinde yetişmiş emek, hak savaşımının ruhunu yakalamış sonraki kuşaklardan yetişmiş sendikal, siyasal kadrolar her yılın anma etkinliklerinde de varlardı.
Yeni hava, rengi nasıl açıklayabileceğimi mi merak ediyorsunuz? Kemal Türkler’in anmasında en çok kullanılan kimi sloganlar, söylemler, aralarındaki sorgulamalı çıkışlarda ipuçları var.. Ömür boyu işçi haklarında kanlı bıçaklı olmuş, işverenlerin seçtikleri en sarısından sendikalarla bile, herkesin birden kaybedecek bir şeylerinin kalmadığı noktalarda gelinen cephe arayışlarının sorgulanması var. Kimileri isyankâr, kimileri kaçınılmaz görerek, en sert sorularını tanık gözüyle gördükleri bana da yöneltiyorlar? Korkuyla değil, çıkış yolunda ipuçları elde etme arayışlarıyla.. “Onların yüzünden kaç kere işten atıldım, hapis yattım, şimdi birlikte nasıl çıkış yolu bulacağız?”, “İki konfederasyonun metal işçilerinin birlikte işveren karşısına çıkma kararlarının haberi bile duyulmadı. Saklanıyor mu, neden?”
En çarpıcısı henüz yan yana gelemeyeceklerini gözlemlediğim, en uç sendikal örgütlülük anlayışındaki gençlerin, işçilerin birliğinin sermayeyi yeneceği sloganıyla, “Kemal Türkler ölmedi, kavgamızda yaşıyor” sloganında, kendilerinin farklı kimlik, renklerinden habersiz yeni kuşak gazetecilerin karşılarında tek çizgideymişçesine algılanmaları..
Şükran Soner / CUMHURİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder