Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2018 yılı verilerine göre
Türkiye yolsuzluk algı endeksi sıralamasında,
180 ülke arasında 78’inci;
28 AB ülkesi arasında sonuncu;
35 OECD ülkesi arasında 34’üncü;
G-20 ülkeleri arasında 12’nci sırada yer aldı.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü, 1995 yılından beri ülkelerden veriler derliyor ve 100 üzerinden puanlar veriyor. Türkiye bugüne değin 50’yi pek aşamadı. Üstelik son 5 yılda 10 puan geriledi; 2013 yılında 50 puan almıştı, 2017’de 40; 2018’de 41 alabildi.
AKP iktidarları, yolsuzlukla mücadele adına ne kadar uluslararası sözleşme varsa hepsini imzaladı. Ama kurallarına uymuyor. OECD’nin her yıl yayımladığı İlerleme Raporlarında Türkiye’ye; “Uluslararası Sözleşmeleri Uygulamayan / Hiç Uygulamayan Ülkeler” kategorisinde yer veriliyor.
Türkiye’nin de imzaladığı, 2000 yılında yürürlüğe giren; Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı BM Sözleşmesine göre, taraf ülkeler kara para aklanmasını suç sayan yasalar çıkarmak zorunda. AKP bunun tam tersini yaptı; 2008 -2019/Temmuz arasında, karapara aklanmasına yönelik 5 yasa çıkardı. Karaparasını getirenler ya da getireceğini beyan edenler, %1 oranında vergi ödeyip aklandılar. Yasaların kimilerinde bu kadarcık vergi bile öngörülmedi.
Dünyada her yıl, yüz milyarlarca dolar silah ve uyuşturucu ticareti yapılıyor. OECD 2018 yılı ilerleme raporunda G20 ülkelerinde her yıl 2 trilyon dolar aklandığı doğrultusunda bir tahmin yapılıyor. O paraların bir bölümü Türkiye’de aklanmış olabilir mi?
Bilemeyiz…
Gelen paranın tutarını sır gibi saklıyorlar. Ne Hazine ve Maliye Bakanlığı ne Gelir İdaresi Başkanlığı bilgi veriyor. Bakan, bakan yardımcısı, başkan konumundaki üst düzey yetkililer, milletvekillerinin Plan ve Bütçe Komisyonundaki sorularını “bilmiyoruz” diye yanıtlıyorlar. Genel Kurulda bu soruların yöneltileceği muhatap zaten yasal olarak yok. Soru önergelerine de kimse yanıt vermiyor.
Yolsuzluk, sıradan bir ticari faaliyete dönüştü neredeyse. Siyaset de yolsuzluktan besleniyor. Bu yüzden de önlemeye yönelik çabalar engelleniyor, gizleniyor, yasaklanıyor.
Çok sayıda örnek var, hangisini sayalım: Para babalarının, özellikle de AKP’nin önde gelen kadrolarının, vergi cennetlerindeki “yatırımlarını” konu alan haberlerin yasaklanmasını mı? 17-25 Aralık 2013 tarihinde ortalığa saçılan rezaletin araştırılması önergesinin Meclis Genel Kurulunda reddedilmesini mi? Kamunun elindeki en değerli taşınmazların, tarihsel önemi olan varlıklarının yandaş sermaye grupları ile vakıf ve derneklere peşkeş çekilmesini mi?
Mal ve hizmet alımlarında da büyük yolsuzluklar var. İhaleye fesat karıştırmak yasalarda suç sayılıyor. Ama ihale yöntemine önemsiz küçük işlerde başvurulduğu için bunun pek bir anlamı yok. Büyük projeler yürüten (enerji vb.) kurumlar İhale Yasası kapsamı dışında bırakıldı. Uluslararası andlaşmalar uyarınca sağlanan dış yardımlarla girişilen projeler ile gizlilik kararı verilen işlerde de ihale yasası uygulanmıyor. Bunlara bir de İhale Yasasının 21/b maddesinde yazılı pazarlık yöntemini ekleyelim, tablo tamamlansın: Kurumun yetkilisi, “acilen yapılması gerekir” demişse, işin tutarı ne olursa olsun dilediği kişi ertesi gün işe başlıyor.
İhale olmayınca fesat suçu da işlenemiyor…
Yolsuzlukla ilgili metinlerde sıkça şu sözlerle karşılaşılır; “…yoksulluk nedenidir; ekonomide savurganlık ve verimsizlik demektir; durgunluğa, istikrarsızlığa yol açar; sistemin meşruiyeti tartışılmaya başlar…”
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) 2006 yılında yayımladığı “Yolsuzluk Kitapları:1” adlı rapordan öğrendiğimize göre IMF, 2002 yılında yolsuzluğun maliyetini bile hesaplamış. Bu hesaba göre yolsuzluk algılama endeksindeki 1 puanlık olumsuz artış, yatırımların milli gelire oranında %1-%2,8 arasında; yoksulların gelirinde %2 -% 10 arasında düşüşe; bebek ölüm oranlarında ise binde 1,1 ila 2,7 arasında artışa yol açıyormuş.
Emperyalizm, kaynakların döke saça kullanılmasından pek hoşlanmaz, etkinliği ve sürekliliğini sağlayabilmek için daha akılcı yöntemler geliştirmeye çalışır. Bu yüzden de IMF, Dünya Bankası, AB gibi uluslararası örgütlerin faaliyet alanları içinde yolsuzlukla mücadeleye ayrılan fonlar önemli bir yer tutar.
Raporlarının odak noktasında, yargının bağımsızlığına özen gösterilmesi, ihale yasalarına uyulması ve şeffaflık gibi ilkelere yer verilir. Devleti ele geçiren güçlü sermaye gruplarının devlet aygıtını kullanarak süper kârlar sağlamalarının ancak bu yöntemlerle önlenebileceği söylenir.
Vurgulamış olalım: Sermaye işin etik yanıyla ilgilenmez. Hak ettiğini düşündüğü bir işi rakiplerine kaptırmamak için yarışmanın öngörüldüğü kurallara katlanmak zorunda olduğunu bilir. Ama siyasal iktidara yakın olmanın sağlayacağı fırsatları kollar ve onları da kaçırmamaya özen gösterir.
Türkiye’de son zamanlara değin sermaye grupları arasında kıyasıya bir ihale kazanma mücadelesi yaşanmadı. Siyasal iktidara yaslanıp, paylarını almak için sıralarını beklediler. Ancak her şey çok değişti; kapitalizm dünya ölçeğinde krize girdi, üstelik ülkenin dağıtılabilecek kaynakları giderek tükeniyor. Kâr güdülerini karşılayabilmek amacıyla nasıl ve ne tür tepki vereceklerini zamanla göreceğiz.
Bundan böyle yapacağımız bütün yorumlara dünyanın yeniden paylaşımı mücadelesini ve bunun olası sonuçlarını da katmalıyız. Dünya inanılmaz bir hızla yeniden biçimlendiriliyor. Dünün kurallarına dayanarak yapılacak yorumlar yanıltıcı olur. Yeni emperyalist odaklar ortaya çıktı ve giderek güçleniyor. Bunlar, ülkelerde önceden ilişkide oldukları sermaye gruplarıyla bağlarını güçlendirmek ve ağlarına yenilerini katmak gereği duyuyorlar. Geleneksel sermaye grubunun örgütü TÜSİAD, belki de AKP’den çok korktuğu için değil ortaya çıkan bu duruma uyum sağlayabilmek için sesini çok yükseltmiyordur.
Ne dersiniz?
Kadir Sev / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder