Fenerbahçe yıllar sonra sahasında Galatasaray’a kaybedince taraftar Başkan Ali Koç’u istifaya davet etmiş. Davet etmiş derken, hararet ve hakaret eksik olmamış elbette. Ve bir noktada Türkiye’nin en güçlü patronu küfürlere dayanamamış, protokol tribününden aşağıya atlamış, bir anlamda halka inmiş!
Futbol maçı izlemiyorum, bu nedenle ayrıntılara vakıf değilim. İzlemiyorum derken de bunu marifet diye söylemiyorum; izlemek isterdim ama içim kaldırmıyor.
Dokunduğu her yeri çürüten piyasanın futbolu bozmaması olanaksızdı. Topçusu bir acayip, hakemi bir acayip, yorumcusu bir acayip, teknik direktörü bir acayip ama en acayibi yöneticiler.
İstisnalar kuşkusuz var ya da vardır ama şu anda oynaması da seyretmesi de son derece zevkli bir oyun, alabildiğince çirkinleşmiş durumda.
En tuhafı da, bu çirkinleşmenin boyutları konusunda benden çok daha bilgili birçok “aydın” kişinin kendini kaybederek tuttukları takımlara olmadık anlamlar yüklemeleri.
Ali Koç Fenerbahçe’nin başına geçtiğinde, herhalde hatırlanıyordur, memlekette bir bayram havası oluşmuştu. Yalnız Fenerbahçeliler değil, başka takımları tutanlar da “ülke futbolunu böyleleri kalkındırır” türü laflar etmişti. Sevincini gizleyemeyenler arasına bazı solcular da karışınca dayanamamış ve mevcut düzenle özdeşleşmiş bir patronun ülkenin en önemli kulüplerinden başına geçmesinden neden mutluluk duyulduğunu sorgulama gafletinde bulunmuştum. “Hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz”la başlayıp “bir daha size oy yok”la devam etmişti tepkiler…
Hayat…
Ülkemiz NATO’sever solculuğa alıştırıldı, patronsever solculuğa alıştırıldı, yobazsever solculuğa alıştırıldı…
Neyse, bu ayrı konu…
Ali Koç, protokol tribününden atlayarak halka bir an olsun indi ama Koç Holding’in bir yere gittiği yok. Kârına kâr katmaya devam ediyor, yeni yatırım alanları kolluyor, ülke siyasetine ağırlığını koyuyor…
İstifa eder mi etmez mi bilinmez ama ne fark edecek ki, onun yerini bir başka patron alır. Büyük olasılık inşaat sektöründen…
Sistem böyle…
Halbuki futbol, herkesin spor yapabildiği ve paranın düdüğünün ötmediği bir düzende insanca bir oyuna o kadar kolay dönüşebilir ki!
Fabrikaların, okulların, mahallelerin takımları olur. Bizde bile bir zamanlar şeker fabrikalarının, demiryollarının takımları vardı; hâlâ onların izleri, artçıları var. Emekçilerin, öğrencilerin işlerine ya da eğitimlerine devam ederken spor yapması, kurum takımlarında oynaması… Onları kimseye hakaret etmeden, hırçınlaşmadan, öfkelenmeden izlemek…
Jerzinskiy adını birçok okur duymuştur. Devrimden sonra Sovyet istihbarat örgütü Çeka’nın Polonya asıllı lideri… Ünlü Dinamo kulüpleri onun inisiyatifiyle kurulurken, takımların oyuncuları çoklukla istihbaratçı ve milislerden oluşuyordu. En ünlüleri Dinamo Moskova, Dinamo Kiev ve Dinamo Tiflis olan bu takımlar yıllarca KGB’nin takımı olarak bilindi. İkinci Dünya Savaşı sırasında işgalci Almanların takımlarını defalarca yenip sonra da bu “zafer”in karşılığında ölüme gidenlerin önemli bölümü dönemin Dinamo Kiev oyuncularıydı.
Kızıl Ordu’nun da takımları vardı. Herkesçe bilineni, CSKA Moskova. CSKA, Ordu Merkez Spor Kulübü anlamına geliyordu ve birçok spor dalında hem Sovyetler Birliği’nde hem de uluslararası platformlarda bu takım yıllarca büyük başarılar elde etti. Şaka gibi ama CSKA Moskova tribünlerinde hâlâ bizde Avusturya İşçi Marşı diye bilinen Kızıl Ordu Herkesten Güçlüdür şarkısı söyleniyor. Takım devlete ait şirketlerin elinde ama ne o şirketler topluma ait ne de Rus ordusu artık Kızıl Ordu!
Adında Spartak olan takımlarsa, sendikaları temsil ediyordu. Kimi kaynakların Kızıl Ordu ve KGB’nin sürekli müdahale ederek Spartak Moskova’nın önünü kestiği iddialarını boş verin. Spartak Moskova Sovyetler Birliği’nde ligi 12 kez şampiyon bitirdi. Kuruluşu, Moskova’nın “kızıl” işçi semti Krasnaya Presnya’da gerçekleşen bu kulüp yıllarca “halkın takımı” olarak nam saldı. Şimdi kapitalist Rusya’da yoksul taraftarlar hâlâ “halkın takımı”nı tuttuklarını sanıyorlar ama ipler Rusya’nın en zengin adamlarında. Lukoil’in tepesindeki iki isim Vahit Alekperov ile Leonid Fedun “halkın takımı”nı sahiplenmişler, keyfini sürüyorlar.
Nasıl sürmesinler?
Başta Azerbaycan olmak üzere, Sovyet emekçilerinin emeği, aklı, yaratıcılığı ile ortaya çıkan devasa enerji işletmelerine karşı devrim sırasında bir yolunu bulup el koymuşlar sonra da gidip alay eder gibi işçi sınıfının takımına… Mal varlığının 20 milyar doların üzerinde olduğu söyleniyor Vahit efendinin…
Patronlar kulüplerle kara para aklamak, reklam, dokunulmazlık elde etmek, ihale kapmak ve kişisel tatmin için ilgileniyorlar. Ali Koç’un Fenerbahçe serüveninde ise başka motivasyon kaynakları da var kuşkusuz. Lakin işler istendiği gibi gitmedi; artık top gerçekten mi yuvarlaktı, yoksa devreye başka motivasyonları olanların eli mi girdi bilmiyorum.
Tek bildiğim, günün birinde dünyada futbol gerçekten halkın sporu olacak. Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar ve yeşil sahalar…
Kemal Okuyan / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder