9 Şubat 2020 Pazar

Opera’daki hayal - Mine G. Kırıkkanat

1860 yılında Fransa, henüz sömürgelerinin sefasını süren bir imparatorluktu. Mutlak muktediri Üçüncü 
Napolyon, Paris’in kalbi denebilecek bir mevkide “Emperyal Müzik ve Dans Akademisi” kurulmasını istedi.    
İmparatorun imar mimar işlerinden anlayan inşaatçı kankası mı yoktu, ihalelerden komisyon almayacak kadar aptal mıydı bilinmez; akademi için “devlet proje yarışması” açıldı. Dünyadan ve Fransa’dan pek çok kallavi mimarın katıldığı yarışmada projeler jüriye isimsiz, ama birer rumuzla sunuluyordu.
 Kazanan “Çok isterim, az beklerim” rumuzuyla katılan Charles Garnier’nin projesi oldu.
Garnier, 1848 Roma Mimarlık Proje Yarışması’ndaki birincilik ödülüne karşın o güne değin hiçbir kayda değer eser vermemiş bir mimardı. Ama 14 yıl süren akademi inşaatı sırasında, hem mimarlık hem de mühendislik açısından bir dâhi olduğunu gösterdi.
İnşaatın temeli kazılırken, arazinin Seine Nehri’ni besleyen bir ırmağa çok yakın olduğu ve kurulacak binayı sürekli su basacağı anlaşıldı. 
Mimarlık dehası
Charles Garnier, suyu kurutmak yerine bugün adını taşıyan opera -aynı zamanda müzik ve dans akademisi- binasının altına suni bir göl inşa etti, üstüne de muhteşem anıtını oturttu. Suni gölü, yangınlara karşı su haznesi olarak düşünmüştü.
Binanın inşaatı 1870’ten 1873’e kadar iç ve dış savaş yüzünden durdu. 1875 yılında Avrupa’dan gelen iki bin seçkin davetliye kapılarını açarken, kurdelesini Cumhurbaşkanı Mac Mahon kesti. Arada Fransa rejim değiştirmiş, ancak ne emperyal Paris’i, ne de akademi inşaatını yıkmayı kimse düşünmüştü. 
Dünyanın en ünlü yapılarından biri olan Garnier Operası, yazar Gaston Leroux’ya esinlediği “Operadaki Hayalet” romanıyla pek çok kez sinemaya aktarılır ve ihtişamıyla milyonlarca turistin gözlerini kamaştırırken; altındaki gözlerden uzak ve zaten yabancılara yasak göl, uzun yıllardan beri Paris itfaiyesinin sualtı antrenman sahası. İtfaiyecilerin yangında ölen her arkadaşları için bir balık bıraktıkları su havzası, zamanla pek çok tür balığın yaşadığı doğal bir sit olmuş.
Altında balıklar yüzer, üstünde balerinler uçar
Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle ve Kültür Bakanı Andre Malraux, 17 Şubat 1960 gecesi Peru Cumhurbaşkanı onuruna bir gala için Garnier Operası’na geldiler. Maurice Ravel’in Dafne ve Kloe adlı balesi ilk kez görücüye çıkıyordu. Dekor ve kostümleri Marc Chagall çizmişti. 
Müzik ve dansla arası pek olmayan, ama resimden çok iyi anlayan Andre Malraux, gösteri sırasında başını kaldırıp operanın kubbesine baktı. Ressam Jules Lenepveu’nün pek akademik freski, zamana yenilmişti.
Açılışından yüzyıl sonra, Garnier Operası’nın tarihi tavan yapmaya; daha doğrusu tavanı bir kez daha tarih yazmaya hazırdı.
Antrakt sırasında devlet erkânı bir araya geldiğinde, Peru Cumhurbaşkanı’nın Marc Chagall’in çizdiği dekor ve kostümlere bayıldığı anlaşıldı. Andre Malraux, Chagall’e dönüp: “Operanın kubbesini yeniden resimler misiniz” diye sordu.
Malraux, kırk yıldır tanıdığı ressamın hem sanatına, hem de kültürüne hayrandı. Andre Malraux’nun seçkin bir aydın olduğu düşünülürse, bu hayranlığın değeri daha iyi anlaşılır.
Marc Chagall, sipariş işlerden hiç hoşlanmaz, hatta nefret ederdi. 77 yaşında, dünyaca ünlü bir sanatçıydı, kendini kanıtlamaya hiç ihtiyacı yoktu. Ama Garnier Operası’nın kubbesi “Beyaz Rus” kanını kaynatmıştı. Zaten dostu Malraux’ya da “hayır” diyemezdi. Günlerce uyumadı, karın ağrılarıyla kıvranıyordu. Sonunda eşinin, “Kırkayak gibi debeleneceğine otur ve çiz, belki bir şeyler çıkar!” ültimatomuyla çalışmaya başladı.
Yaş yetmiş, badana boya bitmemiş
Her şeyiyle klasik opera kubbesinin modern resmin öncülerinden Marc Chagall’e teslim edilmesi, sanat çevrelerinde büyük bir şok yarattı. Öylesine sert eleştiriler yapıldı ki, iki yıl sonra resmiyete dökülen sipariş sözleşmesine, orijinal tavanın korunması ve Chagall’in resmedeceği tuvallerin üzerine yapıştırılması şartı konuldu.
Marc Chagall, 220 metrekarelik kubbeyi kaplayacak tuvaller üzerinde çalıştığı bir gün, öğle yemeğini bir bistronun tezgâhında yiyordu. Üstündeki iş tulumunda tabii ki boya lekeleri vardı. Bistroya iki badanacı girdi, kendileri gibi badanacı sandıkları Chagall’in yanına yerleştiler. Selamlaştılar. Badanacılardan biri, “Nereyi boyuyorsun” diye sordu. Yaşlı ressam hiç bozuntuya vermeden, “Opera’nın tavanını!” dedi. Öteki badanacı bir ıslık koyverip, hayranlıkla başını salladı: “Bu yaşta helal olsun, kallavi iş almışsın!
Marc Chagall’in büyülü fırçasıyla gençleşen kubbe, 1964 yılında törenle açıldı.  
Muzip ressam, 12 büyük bestecinin eserlerine gönderme yaptığı soluk kesici güzellikteki dev freskine, bir pencereden bakan Andre Malraux ve dansçılar arasına da kendi suretini yerleştirmeyi ihmal etmemişti. 
Garnier Operası’nın tavanı, 98 yaşında dünyamızdan ayrılan büyük ustanın başyapıtı sayılıyor. 
Mine G. Kırıkkanat / CUMHURİYET




(*) Y.N.: Değerli okurlarım, 15 Şubat Cumartesi günü saat 15’ten öteye Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki taptaze Kırmızı Kedi Kitabevi’nde kitaplarımı imzalayacağım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder