İki gün önceydi, Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluş yıldönümü. Aynı gün, yani 13 Şubat DİSK’in de kuruluş günü. Ama bugün TİP’e dair konuşalım. Daha doğrusu bir köşe yazısında olabileceği kadarıyla not düşelim. Bir kısmını 13’ü akşamı Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde Zehra (Güner Karaoğlu) ile konuştuğumuz notlar…
Ne yapılmaması, nasıl yaklaşılmaması gerektiğini sormak, çoğu zaman verimli bir yol oluyor. TİP söz konusu olduğunda en fazla söylenen, ama asla söylenmemesi gereken sözcük keşke’dir. TİP keşke şöyle yapmasaydı, keşke iç sorunlar yaşamasaydı, keşke… Keşke bölünmeseydi…
Tarih, etkileri, sonuçları bugün sürdüğü ölçüde tarihtir. Ama tarihin konusu, geçmişte tamamlanmış halleriyle sona ermiş olan olgulardır. Keşke sözcüğü de en olmayacak laftır.
Tarih kuşkusuz somut yaşanmış hallere mahkûm değildir. Hatalar yapılmayabilir(di), daha iyisi düşünülebilir(di)… Lakin tarihin bir mantığı da vardır ve yaşananların illaki bir zorunluluğun ifadesi olmadıklarını söylerken, akışın yönünü keyfe göre alt üst etmek olmaz.
Örneğin Mustafa Suphiler daha uyanık olsalardı da iktidarı ele geçiremezlerdi. Türkiye İşçi Partisi gençlerini hoyratça dışlamak yerine tutabilseydi, Mehmet Ali bey ile Behice hanım arasında mesafe açılmasaydı, 1969 seçimleri öncesinde seçim sistemi değiştirilmeseydi… 1960’lar başka türlü sonuçlanmayacaktı. Somut olaylar öyle gerçekleşmeseydi de varılan genel sonucun bir mantığı vardır.
Daha önemlisi, hani tarihten ders alırız ya, “keşke yöntemi” olası dersleri çöpe atmaktan başka işe yaramaz. Benzeri sorular ve sorunlarla bugün karşılaştığımızda ne yapmamak gerektiğine dair bir dolu ders çıkarırız tarihten. Bu “keşke” yönteminden farklı bir şeydir.
Bir de, ders çıkartmak için tarihsel gelişmelerin, geçmiş olgular yığınının bir sonucu olan “bugün”de yaşadığınızı unutmayacaksınız. Gerideki süreçlere dar bir tarafgirlikle yaklaşmayacaksınız. Sahip çıkmakla tarafgirlik arasında da fark var çünkü. Geçmişin herhangi bir tarafı bugün olduğu gibi sahiplenilecek nitelikte, neredeyse kusursuz olsaydı, bugünkü gerilemeyi nasıl açıklayabilirdik ki?
Abartmayacağız ve kusurlar, eksikler karşısında kör olmayacağız.
Küçümsemeyeceğiz, eksiğiyle fazlasıyla oralardan bugüne gelindiğini ihmal etmeyeceğiz.
* * *
Türkiye İşçi Partisi, Marksist aydınların değil öncü işçilerin birikiminin ürünüydü. Bu öncüler komünist değillerdi. Komünizm hakkında “haksızlığa uğramış” Nâzım Hikmet’in cazibesi ve belki sömürü hakkında birkaç özet çeviriden ibaretti bilgileri. 1947 sendikacılığının ürünüydüler. 47 ise 1946’da TKP’nin sadece İstanbul’da 10 bin sayısına ulaştığı söylenen sendikal örgütlenme atağının durdurulmasından sonra düzenin zorunlu düzenlemesiydi. Komünistler şişenin kapağını açmışlardı bir kere ve o kapak tekrar yerine oturtulamayacaktı. Madem öyle Amerikancı sendikacılık…
TİP’i kuranlar bu cendereye sığmayan ileri işçilerdir. Sığamazlardı, çünkü 1950’lerde işçi sınıfı büyüdü, çoğaldı. Hakkını aramaya koyuldu. Ortaya bir toplumsal dinamik çıktı. TİP’in kurucu dinamiği oldular. Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Avni Erakalın ve diğerleri.
Sendikacıydılar ve parti olamadılar. Bir yıl sonra aydınların kapısını çaldılar. Yalnızca komünistlere gitmediler ama bayrağı bir komüniste teslim etmeleri de rastlantı olmadı. 1951 Tevkifatında dağılan ve siyasal-örgütsel faaliyetini donduran TKP’nin yurtiçi sorumluluğunu Zeki Baştımar’dan devraldığı yakın zamanda belgelenen Mehmet Ali Aybar TİP Genel Başkanı, TİP de sosyalist-komünist aydınlar sayesinde bir parti haline geldi. Sağcı aydınların da kapısını çalmışlardı, ama onlardan birinin liderliği mevcut düzen partilerinden farklı bir şey çıkartmazdı ortaya. İleri işçiler kolu yanlışa düşüp bir düzen madrabazına teslim etselerdi partilerini, o cendereye de sığmazlardı. Aybar’ın şahsı rastlantıdır. TİP’in Marksistler eliyle parti haline gelmesi tarihin doğrultusudur.
* * *
Sonra bu Marksistler TKP’li zamanlarında rüyalarını süsleyen işi yaptılar. Kımıldayan bütün ilerici toplumsal dinamiklere açtılar kapılarını. TİP eşitlikçi Alevilerin, özgürlükçü Kürtlerin, hareketli üniversite gençliğinin, aydınların evi oldu.
Aleviler kapitalistleşmenin ürünü olarak dağ köyünden kentlerin merkezine akmışlardı, akıyorlardı. Modernleşme yolunu almıştı ve artık ağanın, şeyhin ötesine geçmiş, avukat, doktor, mühendis olmuş Kürt demokratları vardı ülkede. Üniversite yönetici elitin çocuklarının buluşma merkezi olmaktan çıkmış halkın çocuklarına açılmıştı ve bu çocuklar burjuva devriminin onlara öğretip sonra öksüz bıraktığı bağımsızlığı, yurtseverliği, halkçılığı kimlikleri haline getiriyorlardı. Harcında yalnızca cumhuriyetçiliğin değil, aynı zamanda komünizmin de bulunduğu bir aydın kuşağı şekillenmişti memlekette. Hatta bütün bunlara bakan köylülük kıpırdanıyordu…
TİP’in ömrü kısadır. 13 Şubat 1961’de kurulup 12 Mart 1971 darbesinden sonra kapatılır. Aslı daha da kısadır. 1962’de parti olmuştur. TİP’i kendi evleri belleyen dinamikler 1964-65’de zincirleri kırar. 1969’da seçim sistemi değişti ve TİP aynı oyla 15 yerine sadece bir milletvekili çıkartabildi diye değil, bu dinamikler bir arada tutulamadığı için yolun sonu görünmüştür. 1971’den önce, örneğin 15-16 Haziran 1970 patladığında, daha önce 1968-69’da gençlik patladığında parti, hadi “zaten bitmişti” demeyelim, ama kesinlikle çözülmeye başlamıştı.
* * *
Keşke tutulabilseydi mi diyeceğiz? Yoksa bu görkemli açılımı, sosyalizmin kitlelere mal oluşunu sürdürmek için, sözü edilen toplumsal dinamikleri bir arada tutmanın ötesinde biçimlendirmek ve yükseltebilmek için başka bir Parti’nin mutlak zorunluluk olduğunu mu vurgulayacağız?
Birinci Türkiye İşçi Partisi, büyük P ile işçi sınıfının Partisi olamadığı için çözüldü. Merkez gençlere ve partideki farklı seslere karşı hoyrattı. Gençlerin eylem çizgisini bir sosyalist devrim stratejisi belirlemiyordu. O zamanın deyimiyle “Doğulular” lobi benzeri bir bileşen olarak kalıyor, Partiyle bütünleşemiyorlardı. İleri işçiler parti olmaktan sendika lobisi olmaya doğru kaymaya, partiye yabancılaşmaya başladılar…
TİP bütün bunları bütünleştirme kapasitesinde bir parti, işçi sınıfının öncü partisi değildi. Bu dinamikleri bütünleştirmek ve onları yönlendirmek ve yönetmek bir ve aynı şeydir. TİP farklı dinamiklerin birbirleriyle etkileşime girmedikleri, yönetilmedikleri bir koalisyondur.
Tıkandılar. Keşke falan değil. Küçümseme hiç değil. Abartma ve TİP’in büyük P ile Parti olmadığını görememek asla değil.
Madem öyle bugünkü sahiplenmemiz somut olmalıdır ve olabilir. Türkiye devrimi ilk kez TİP’te buluşan ve kendilerini bulan toplumsal dinamikleri ve başkalarını ayağa kaldırarak yapılabilir yalnızca. Bu dinamikler işçi sınıfının öncü partisi tarafından ve bu partinin içinde “yönetilmelidir.” Yoksa buluştukları gibi dağılmaları da kaçınılmazdır. Özerk kimliklerin koalisyonundan Parti olmaz, sınıfın birliği hiç olmaz. Bugün TİP’i sahiplenmenin yolu, onun çözülmesindeki kimliklere güzelleme yazmakla değil, çözülmenin biricik ilacında, “Parti” olabilmektedir.
Ve son soru: TİP yüz yıllık komünizm tarihinin içinde midir, dışında mı?
Eğer TİP’teki dinamikleri birer ayrı kimlik olarak ele alır ve bugüne ayrıştırıcı yanlarıyla ve koalisyon mantığıyla yaklaşırsanız, dışındadır. Eğer TİP’in başlatıp da sürdüremediğini yapmak için bugün Komünist Parti derseniz, tereddütsüz TİP yüz yıllık ömrümüzün organik parçasıdır.
Bugün nerede nasıl durduğunuz, tarihsel bir olgu hakkındaki hükmü belirler. Çünkü tarih sadece tamamlanmış olguların toplamı değil, bugün süren canlı bir organizmadır.
Aydemir Güler / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder