15 Mart 2020 Pazar

Sovyetler İspanyol Gribi'ne karşı - KAVEL ALPASLAN

Sovyetler'in 1918 İspanyol Gribi'yle mücadelesi bugün fazla hatırlanan bir gündem değil. Oysa bugün kan kaybetse dahi ücretsiz sağlık sisteminin doğuşu, tam olarak İspanyol Gribi ve Sovyetler'in bu alanda attığı adımlara çok şey borçlu...

“Öpüşme!” Sovyetler Birliği’nde yayınlanan köklü dergilerden Ogoniok, 1928 yılında kapağına bu sözleri taşır. Dergi kullandığı fotoğrafla gribe karşı önlem olarak ‘öpüşmeme’ çağrısı yapmaktadır. Yıllar içinde iki kadının öpüştüğü bu fotoğraf, ikonik bir hal alır, Rusların selamlaşırken nasıl öpüştüklerine yabancı olanların da dikkatini çeker. Tıpkı Brejnev’in Honecker’e verdiği meşhur öpücük gibi. Bu fotoğrafın alt metniyse göründüğünden biraz daha farklı. Nitekim ülkenin 1918 İspanyol Gribi’yle mücadelesi bugün fazla hatırlanan bir gündem değil. Oysa bugün kan kaybetse dahi ücretsiz sağlık sisteminin doğuşu, tam olarak İspanyol Gribi ve Sovyetler’in bu alanda attığı adımlara çok şey borçlu.

Tarihe en büyük salgın hastalık olarak geçen İspanyol Gribi sonucunda 50 ile 100 milyon insanın hayatını kaybettiği belirtiliyor. Genç Sovyet iktidarının sancılı dönemlerinin yaşandığı Rusya’da bu kayıpların toplamda 3 milyon civarında olduğu düşünülüyor. Dünya nüfusunun neredeyse yüzde 15’i yaşamını yitirirken ilk başta bu kayıplar az görülebilir. Fakat Birinci Paylaşım Savaşı’nın yarattığı yıkım, ardından yaşanan kanlı iç savaş ve doğurduğu kıtlık düşünüldüğünde, salgının insanlar üzerindeki etkisi ‘rakamlardan’ daha fazla olabiliyor.
Bolşeviklerin en üst kademe yöneticilerine kadar bu hastalıktan dolayı yaşamını yitirenler vardır. Sovyetler Birliği’nin ilk başkanı sayabileceğimiz Yakov Sverdlov, 1919 Mart’ında yakalandığı İspanyol Gribi sonucunda yaşamını yitirdi. Üstelik henüz 33 yaşındaydı. Buna rağmen Lenin’in Sverdlov anısına yaptığı konuşma, onun Bolşevikler için ne denli önemli olduğunu, sade bir ‘başkan’ unvanından çok daha iyi açıklıyor:
“İllegal çevrelerin, gizli devrimci çalışmanın, gizli parti çalışmasının özelliklerini hiç kimse Sverdlov kadar bütünlüklü biçimde cisimleştirip ifadeye kavuşturamadı. İçinden geçtiği bu pratik okul sayesinde ve sadece bu sayede Sverdlov ilk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin en ön sıradaki kişiliği mevkiine ulaşabildi; yani geniş proleter yığınlarının en önde gelen örgütçülerinin başında yer aldı. (…) Yakov Mihayiloviç’i yakından tanıyan hiç kimse, onun bitmek bilmeyen çalışmasını gözlemiş olanlardan hiç biri bu konuda tereddüt etmeyecektir: Yakov Mihayiloviç’in yeri doldurulamaz.”
Sverdlov’un ne denli kilit bir isim olduğunu sadece Lenin dile getirmez. Hiç de Sovyet dostu sayılmayacak bir ABD’li antropolog olan Jeanne Guillemin, ‘Anthrax’ isimli kitabında ‘Lenin’in bulaşıcı hastalıklardan korkmasına karşın, ne olursa olsun Sverdlov’u hasta yatağında ziyaret ettiğini’ ve Sverdlov’u ölüm döşeğinde olmasına karşın çalışırken bulduğunu belirtiyor. Lenin’in bulaşıcı hastalıklardan ne derece çekindiği bugün artık hem üzerine tartışması gereksiz hem sağlaması yapılması oldukça zor bir konu. Burada kesin olan şey, Sverdlov’un yıllarca zindanlarda, sürgünlerde, çalışmalarda harap olmuş bedeni solarken Lenin’in ona verdiği önem. Dolayısıyla da kayıbın getirdiği yıkım…
Fakat Sverdlov, hayatını kaybedenlerden sadece biri. Üstelik tek sorun İspanyol Gribi’yle de sınırlı değildir. 1918-1920 arasında tifüsten ölenlerin sayısı 1 milyon 600 bin, erken doğumda ölen bebeklerin sayısı 7 milyon, kıtlığın ve bulaşıcı hastalıklar sonucunda ölenlerinse 15 milyonu geçtiği tahmin ediliyor. Kıtlık yıllarında şöyle diyor Lenin, “Bir kırbaç sallanıyor üstümüze, bit ve tifüs ordularımıza doğru yayılıyor. Yoldaşlar, nüfusun kırıldığı, maddi herhangi bir kaynağın olmadığı, bütün hayatın, bütün halkın hayatının durduğu tifüs bölgelerindeki korkunç durumu hayal edebilmeniz mümkün değil. Bu nedenle biz diyoruz ki, ‘Yoldaşlar, bütün dikkatlerimizi bu sorun üzerine yoğunlaştırmalıyız. Ya bit sosyalizmi mağlup edecek, ya da sosyalizm biti!’”
Ülkenin bu yıkımla karşı karşıya kalması dünyada ilk defa sağlık sisteminin ücretsiz ve merkezi bir hale getirilmesine de ön ayak olur. O günlerde merkezileşmiş bir ücretsiz sağlık sistemi, devletler tarafından benimsenen bir yöntem değildir. Bunun yerine dini ya da özel kuruluşların yaygın olduğunu görüyoruz. Sovyetler Birliği, Ekim Devrimi ve kanlı iç savaşın ardından ilk kez modern kamu sağlık hizmetini hayata geçirir. İlk yıllarda bu haktan faydalananlar doğal olarak merkezi bölgelerdeki yurttaşlar olsa da kısa zamanda yayılır. Lenin görevli hekimlere verdiği talimatlarda önceliklerinin salgın hastalıklar ve açlığın kırdığı bölgeler olması gerektiğini belirtir.
Sovyetler’in merkezi kamu sağlık sistemini yürürlüğe koymasının ardından kimi Batı Avrupa devletleri de bu modelin benzerini izler. ABD işveren merkezli bir sigorta yöntemini benimsese de salgından sonra kimi önlemler alır. 1920’lerin ortasına gelindiğindeyse Sovyetler, geleceğin doktorluk anlayışına dair şöyle bir görüş ortaya koyar: “Sadece iyileştirmek için değil, aynı zamanda önlem yollarını önermek için hastalığı şiddetlendiren mesleki ve toplumsal nedenleri de inceleme yeteneği.” Bir hastalığa yalnızca biyolojik olarak değil, aynı zamanda da sosyolojik olarak yaklaşılması gerektiğini öğreten bu anlayış daha sonra dünyada da yankı buldu.
Elbette modern sağlık sisteminde atılan adımları başlı başına Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerle ilişkilendiremeyiz. Bununla birlikte bugün eğitimden kültüre, çalışma koşullarından sağlık sektörüne… Ücretsiz, toplumsal ve insani hakların birer birer sermaye tarafından gasp edilmesi nasıl neoliberal kuşatmayla ilişkiliyse, Sovyetler’in hatta Sovyetler’den de öte sosyalist düşüncenin yarattığı rüzgarı da görmezden gelemeyiz. Tıpkı Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra yaşanan salgınlarda olduğu gibi, bazen en korkunç zamanlar, böylesi insani eksikliklerin fark edilmesi için vesile olabiliyor.
KAVEL ALPASLAN / duvaR.

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
Anthrax: The Investigation of a Deadly Outbreak – Jeanne Guillemin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder