2 Mart 2020 Pazartesi

Türkiye ile Suriye ve Avrupa Almanyası - OSMAN ÇUTSAY

İslamcı Ankara veya Erdoğan rejimi, böylece kendi ayağına sıkmış oldu. 

Edirne'den ve Ege'den Yunanistan'a yönlendirilen binlerce mülteciden söz ediyoruz: Avrupa, mülteci yüz binleri kaldıracak durumda değil. Ekonomik nedenlerin bir rolü yok bu reddiyede. Sorun siyasal. Hatta toplumsal. Neoliberal barbarlığın ürettiği yerli yoksulların, Avrupa'ya doluşacak çok daha yoksullara göstereceği tepki (“refah şovenizmi yanılsaması”) asıl sorun.

Bu tepki, AB rüyasının bitişi olur.

Avrupa ve onun en zengin ülkesi Almanya, ekonomik açıdan ihtiyacı da olmasına rağmen, büyük bir sarsıntı yaşayabilir. AB “zihniyeti” parça parça olabilir. Şu anda kısmen, Ortadoğu'daki gelişmelere müdahale etmek konusunda, paralize olmuş gibi görünüyorlar zaten.

Erdoğan rejiminin dincilikle beynini yemiş zavallı uzmanları, burunlarının ucunu bile görmelerini engelleyen düzeysizliklerini, bu tür küçük hesaplar üzerinden kanıtlamış oluyorlar. Dolayısıyla da kendi ayaklarına sıktıklarını bir süre sonra fark ediyorlar.

ERDOĞAN'IN  KOLTUĞU HEDEFTE
Almanya Avrupası'nın göstereceği bir tepki, Erdoğan'ı iktidardan alaşağı etmek olabilir. Denerler, hemen bir sonuç alamazlar belki, ama Suriye'nin parçalanmışlığı ve istikrarsızlığından, o acılı ülkenin bütünlüğüne ve istikrarına saygı yönünde bir dönüş yaşanması beklenebilir. Kanlı Suriye oyunundan Esad'ın kazançlı, Putin'in muzaffer çıkması sineye çekilebilir. AB'nin istikrarı için bu fiyat neden ödenmesin?

Gerçekten de Erdoğan, biriktirdiği “mültecileri” AB'nin üzerine salmakla, kendi ayağına sıkmış oldu. Ama  elinden de başka bir şey gelmezdi ki...

Avrupa Almanyası veya Almanya Avrupası,  İslamcı Ankara nefretini bir üst aşamaya çekecektir özellikle Yunanistan sınırında yaşanan insanlık dışı sahnelerden sonra. Ama yıllardır Suriye ve çevresinin istikrarsızlığından yaşam enerjisi çıkarmaya dayalı bir Avrupa siyasetinden de yüz çevirmeye başlayabilirler.

Tekrar: Gelenlerin ve gelecek olanların sayısı değil AB başkentlerini ve Almanya başta olmak üzere bazı büyük metropollerini düşündüren. Misal: Almanya'nın, veri bazlarına ve modele göre değişen rakamlarla, her yıl zaten 230 bin ile 500 bin arasında değişen bir “net göçmen işgücü girişine” ihtiyacı var gelecekte. Şimdiden bazı sektörler çökmek üzere işgücü eksikliği yüzünden. Yaşlı fakat “jeoekonomik güç ” Almanya'nın ekonomisi, bu giriş sağlanmazsa er ya da geç çöker. Alman burjuvazisi bunun yıllardır farkında. Ama ücretler genel düzeyini de kontrolünde tutmak zorunda.

Gelen veya gelecek göçmenin sayısı değil sorun. Sorun, neoliberal siyasetin yerli toplumda tetiklediği “refah şovenizminin” denetlenememesi. Bu konuda çekilecek güçlük. Bir kitle tabanı kazanacak olan neofaşizmler... Bu faşizan hareketler, dünya dış ticaret fazlası şampiyonunu can evinden vurabilir. Hedefteki ülke veya ekonomi olduğunu, gelenlere ihtiyacı bulunduğunu, ama Almanya'nın yoksul yerlilerini etkisizleştirmekte şu sıralarda çaresiz kalacağını biliyor Berlin.

Ana akımda yer alan,  bir zamanların iktidardaki kitle partilerinin (sosyal demokratlar ile Hıristiyan demokratlar) hızla erimesi böyle bir şaşkınlığın göstergesi.

Dolayısıyla AB egemenleri, zamanından önce Ankara'da bir iktidar değişikliğine göz kırpabilir. Daha derli toplu, yani dincilikten dinselliğe geçiş yapmış “daha liberal bir iktidara” sıcak bakabilir. AB ve Berlin, Erdoğan'a daha açıktan cephe alabilir. Çünkü Berlin başka olmak üzere, tüm AB biliyor ki, Suriye'nin bütünlüğü korunur ve o ülkede bir yeniden inşa hareketi başlarsa, Türkiye'deki  dinci iktidar tüm şansını yitirecektir: 

TÜRKİYE SURİYE GİBİ OLURSA
O zaman, Türkiye Suriye'nin rolünü üstlenebilir:  Parça parça olan, istikrarını tümüyle kaybetmiş,  5 milyonluk nereye, hangi dinamiklere büyüyeceği belli olmayan İslamcı yönelimleri çok açık bir Arap nüfusla, Kürt zihniyetinin Ankara'dan tamamen koptuğu koşullarda, dinciliğin de işlevini yitirdiği bir Türkiye'nin istikrarsızlığı, yüksek yoğunluklu bir içsavaş  demektir. (80 bin caminin cemaatlerinden 8-10 milyonluk “AKP milisleri” çıkarılabileceğini düşünen deli çok. ) AB, bu istikrarsız Türkiye olasılığını bile sineye çekebilir.

Kafasını kurcalayan tek bir şey var.

Şu: Avrupa başkentleri, Türkiye'de çatışmaların başlaması ve çeşitli cephelerin birbirine girmesi halinde, Anadolu'dan  Almanya yollarına düşecek kaçakların sayısı konusunda tedirgin.

Neden mi? 

Sadece Almanya'da 3,1 milyon Türkiye kökenli insan yaşıyor, kişi başına iki veya üç kişinin Türkiye'deki içsavaş kaosunda kurtulmak için Almanya yoluna çıkması, eğer akrabalıkları baz alırsak, hiç de öyle hayal falan değil. Almanya bir anda komünistlerin olmadığı, yani KPD'siz, bir Weimar Cumhuriyeti'ne dönüşebilir. Olmaz olmaz.

AKP rejimi yolun sonunda ve reisin adamları küçük bir aklın realite duygusunu nasıl tümüyle yitirdiğini gösteriyor. Kitle desteğini de tamamen yitiren bu “yönetici zihniyet”, bir tür Hitler-Mussolini-Franco-light rejime dönüşmüş durumda. Cumhuriyet rejimi yerle bir edilince, geriye bu kaldı işte.

Cahiller, ama bir kurnazlıkları yok değil: Örneğin Erdoğan, Esad'ın iktidarda kalması halinde, kendisinin hiçbir şansı olamayacağını anlayalı çok oluyor.

Perinçek  cemaatine bile kol kanat germesi, biraz da bu gerçeği görmesinin, bu tuhaf milliyetçi cemaat üzerinden kendisine “aşırı hesap sorulmasını” önleyebileceğini düşünmesinin bir sonucu değil midir?

Habire kendi ayaklarına sıkıyorlar. Kapitalizmin ve sınıf mücadelesinin böyle tuhaf zorunlulukları var işte. Kendi mezarlarını kazıyorlar, ama toplumları da o mezarların içine çekebileceklerini biz 20'nci yüzyılda öğrendik. Başlangıçta toplumları ve proletaryayı bu mezar kaderinden uzak tutabileceğimizi düşünüyorduk. Sonra tarih başka sürprizler hazırladı.

Friedrich Engels'in doğumunun 200'üncü yılında, bunu hatırlamak iyi olur.

Osman Çutsay / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder